Sıcaklıklar tüm dünyada yükseliyor

M. Sinan Mert yazdı: Yıllarca faşist tedhiş ve katliamlarla soldan arındırılmış derin Anadolu coğrafyasında göçmenlere karşı öfkenin tutuşmaya çok yakın bir bozkır yarattığı açık.

İllüstrasyon: The Atlantic

Küresel savaş tamtamları her yönden ve giderek güçlenen biçimde çalmaktayken Biden ve Trump arasında yaşanan TV tartışması, dünya egemenliğini her ne pahasına olursa olsun korumakta ısrarlı olan “eski” tek kutbun içine düştüğü sefil durumun güncel bir tezahürü olarak okunmalı. Olağanüstü finansallaşmış ekonomisi, emperyal hegemon konumun desteklediği insanlık düşmanı servet ve sermaye birikimi ve muazzam ordusuyla hâlâ belirleyici olma kapasitesini kullanabilse de küresel konumunda gözlenen gerileme pozisyonunu erken bir savaş için  kullanma niyetlilerin, Thucydides Kapanı sevdalılarının elini her geçen gün daha fazla güçlendiriyor. İsrail’in ele avuca sığmayan arayışları ve Lübnan’ı daha da istikrarsızlaştırma çabası Gazze Savaşı’nın yeni aşamalara sıçramasını olanaklı kılıyor. Marksist İsrail ve Filistin tarihi uzmanı İlan Pappé’nin, küresel güçler dengesi ABD aleyhine evrilirken Netanyahu’nun yeni eşiklerin aşılmasını zorlayan tutumunun Siyonist devletin çöküşüyle sonuçlanabileceği öngörüsü dikkate değer. Önümüzdeki 10 yılın geride kalan 23 yıla göre çok daha büyük ölçekli alt üst oluşlara gebe olduğunu düşündüren, küresel kapitalizmin jeopolitiğinde ve kurumsal mimarisinde köklü dönüşümlerin ortaya çıkabileceğini hatırlatan bir yaklaşım.

“Hannah Arendt ideolojinin tanımlayıcı niteliğinin idraki ve ampirik deneyimi dışarıda bırakıp kendisini kendisiyle kanıtlayan bir dünya görüşü olduğunu ifade eder” (Finchelstein, 2019: 121) Saray rejimi hegemonya kaybettikçe ve içindeki çatlaklar her ne kadar bir kopuşmaya kısa vadede imkân veremeyecek olsa da son derece gergin fay hatları hâline dönüştükçe gerçekliği eğip bükme yeteneğini de kaybediyor. Erdoğan, harap hâle gelmesinde başrolü oynadığı Suriye’nin devlet başkanıyla hiçbir şey olmamış gibi “yumuşama ve normalleşme” peşinde olduğunu ifade eden açıklamasında Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine karışmaya niyetinin olmadığını açıkladığı saatlerde kimi Suriye şehirlerinde Türkiye’nin atadığı vali ve kaymakamların kaldıkları binaların önünde şiddetli protestolar gerçekleşiyordu (!) Erdoğan’ın Suriye politikası tam anlamıyla dikiş tutamayacak bir noktada. İran, Suriye ve Rusya’nın Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığından dolayı çok mutlu olmadıkları biliniyor. Esad’ın Rojava ile uzlaşmaya yakın olduğu görüntüsü Türkiye’yi araya girmek için telaşa sokuyor, fakat “Esad ile normalleşme” arayışları, Suriye içindeki kolonyal üslerin yönetilmesini çok güç gerilimlerle yüklüyor. Rojava’daki seçimlerin ertelenmesi sonrasında Türkiye’nin Irak ve Suriye karşısındaki askerî arayışlarının ivme kaybetmesi de bu uzlaşmayı sağlayan güçlerin etkinliğini akla getiriyor. İran, bir NATO ülkesi olan Türkiye tarafından sarmalanma riskine karşı Irak içindeki işleri Ankara için zorlaştırmış görünüyor.

“Türkiye’de asgari ücret bu sene reel olarak yükselecek”. Gerçeği eğip bükme noktasındaki bir girişim de kabinedeki finans kapital sandalyesinin sahibi Mehmet Şimşek’ten geldi. Şimşek, gri listeden çıkış başarısının da özgüveniyle el yükselterek açlık sınırının altındaki ücretlerle geçinmeye çalışan ve bir umut temmuzda düzeltme bekleyen milyonlarla dalga geçercesine açıklamalar yapıyor. Oysa Ocak 2024’te asgari ücrette yapılan %49’luk düzeltmenin %37.6’sı zaten 2023’ün ikinci yarısındaki kaybın telafisine dönüktü. Burjuvazi, millî gelirini kendisinden büyük ülkelerle kıyaslarken satın alma paritesine göre verileri kullanmayı çok sever ancak Şimşek, asgari ücret karşılaştırması yaparken Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkeleriyle yaptığı kıyaslamayı nominal değerler üzerinden gerçekleştirmeyi tercih etti. Oysa Türkiye’de, özellikle büyük şehirlerdeki fiyatlar birçok alanda ABD ve AB seviyesine yükselmiş durumda. Üst orta sınıflar “ucuz tatil-ucuz lokanta” bulma umuduyla bir AB ülkesi olan Yunan adalarını zınka zınk doldurdu. İstanbul’da ev fiyatları ve kiralar da bu ülkelerle yarışır durumda. Bir de şunu unutmamalı, birçok ülkede asgari ücret istihdamın çok sınırlı bir kısmı için uygulanırken bizde çalışanların yarıdan fazlası asgari ücret ve %10 fazlası bandında çalışır durumda. Yani bizim ortalama ücretimizi diğer ülkelerin asgari ücretiyle kıyaslamak gerçeği eğip bükme çabaları zincirinin en sinir bozucu yeni halkası.

Merkez Bankası haziran ayına ilişkin Para Politikası Kurulu toplantı özetlerinde “talebin Enflasyon Raporu’nda öngörülen ölçüde yavaşlamıyor olabileceğini” değerlendirmiş. Asgari ücret bir tür ortalama ücret olarak açlık sınırı altına çekilmişken toplam talep nasıl artıyor? Çünkü talep artışlarından gerçek sorumlu olan toplumsal kesimler en zengin %20 içindekiler. Bunların kur şoklarında da yüksek faiz dönemlerinde de yüksek kira getirisi dönemlerinde de tuzları kuru. Ciddi bir biçimde vergilendirilmedikleri için de asgari ücretlinin boğazı ne kadar sıkılırsa sıkılsın toplam talep istenen oranda gerilemiyor.

Bu dönemde proletarya ve prekarya Saray rejiminden kopma eğilimindeyken ücret politikası konusunda etkili, halka dokunan bir mücadele hattının inşası çok önemli. “Yıldız” siyasetçiler üzerinden vitrin parlatan işlerle değil de gerçekten farklı kültürel gettolardan emekçilere dokunmayı esas alan ve İslamcılığın bu kesimler üzerindeki hegemonyasına öldürücü darbeler vurabilen mücadeleler örgütlemek mümkün. CHP’nin halkın sözcüsü rolünün halkın gerçek bir özne hâline gelmesinin önünde bir engel olduğunu asla unutmayan bir politik akılla yol almak son derece önemli.

Maaşlara  ve tarım ürünlerine temmuz zammı beklentilerinin yükseldiği bir dönemde Suriyelilere dönük giderek yaygınlaşma potansiyeli olan linç ve kitlesel saldırıların yol açabileceği sonuçlar gerçekten ürkütücü. AKP’nin elini kolaylaştıran değil, tam tersine öfkeyi iktidara yöneltecek ve bu arada faşist pogrom ve linç girişimlerine karşı da barikat olan bir sosyalist tutuma ihtiyaç var. Kimileri şimdiden linççilere şirin gözükmenin salvolarıyla Özdağ’ın sürdüğü aracın arka koltuğuna yerleşmiş durumdalar. Göçmen düşmanlığının zehirli etkilerini son Fransız seçimleri bir kez daha ortaya koydu. Yıllarca faşist tedhiş ve katliamlarla soldan arındırılmış derin Anadolu coğrafyasında göçmenlere karşı öfkenin tutuşmaya çok yakın bir bozkır yarattığı açık. Gazze’de ölenler için timsah gözyaşları dökerken burada Arap avına çıkanların gerçekliği eğip bükmelerinin karşısına Türk, Kürt, Arap, Ezidi, Ermeni, Fars halklarını kucaklayan bir sosyalist konfederasyon tahayyülüyle çıkmak, sol içindeki her gericiliğin borazanı olmaya teşne Okuyan’ın tabiriyle çok mu “göçmen sevici”?

İlkelerimizle gerçek sorunlar arasında bir müzakere marjı her zaman mevcuttur ancak hiçbir müzakere faşizmden apartma yaklaşımların kölesi olmamıza yol veremez.