100. yılda ‘Tarih ve Sınıf Bilinci’

M. Sinan Mert yazdı: Sosyalizmin krizini aşmamızı sağlayacak tartışmaların bir kısmını hala çerçeveleyebilen ‘Tarih ve Sınıf Bilinci’ 100 yaşında da güncelliğini korumaya devam ediyor.

Macar Marksist Georg Lukacs’ın Tarih ve Sınıf Bilinci adlı eserinin yazılışının üzerinden tam 100 yıl geçti ancak metnin yarattığı etki ve tartışma hala devam ediyor. Lukacs; Karl Korsch, Ernst Bloch ve tabii ki Antonio Gramsci’yle birlikte Komintern ekseninde gelişen Marksizm yorumunun dışında bir Marksizm anlayışının oluşmasında önemli bir rol oynadı. Kendisini Komintern’in dogmatik yorumundan bütünüyle ayrıştırmamakla, hatta zaman zaman özeleştirel yaklaşımlarla uyumlandırmaya çalışsa da Lukacs’ın zengin çağrışımlarla dolu üretimi, Marksizm içerisinde birçok farklı kapının açılmasına yol açmıştı. Batı Marksizmi adı verilen akımın kurucuları olarak anılabilecek yukarıdaki grubun eleştirel tutumlarının temeli mekanik bir altyapı-üstyapı ikiliğinin, ekonominin temel belirleyici olduğu bir maddi dünyanın üstyapıyı katı bir biçimde belirlediği, ideolojinin önemsizleştiği, iradenin kendisine yer bulamadığı bir dogmatik Marksizme karşı tavır almalarından kaynaklanıyordu. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın üretiminin de ikili bir yön barındırmakla birlikte esas olarak üstyapının önemini vurgulamakta olduğunu düşünürsek 1920’lerden itibaren devletli Marksizmin kireçlenmesine karşı bir tepkinin parçası olduğunu görebiliriz. Lukacs’ın Tarih ve Sınıf Bilinci adlı çalışmasının Komintern’in IV. toplantısında eleştiri konusu yapıldığı düşünülürse Kıvılcımlı’nın bu tartışmalar hakkında bilgi sahibi olduğu düşünülebilir.

Lukacs, Marksizm dışı Alman düşüncesinin çeşitli ekollerinin etkisi altında kaldıktan uzunca bir süre sonra Marksist olduğu için, çalışmalarında bu etkilerin izlerini de bulmak zor değildir. Onun eserini bu kadar üretken yapan yönlerden bir tanesi de bu tek kaynaktan beslenmeme, sentezlere ve eklektik düşünmeye açık olma, farklı düşünsel geleneklerin sorunsallarını paralel ele alabilmesidir. Alman sosyolojisinin kurucu babaları Simmel ve Weber’in Lukacs üzerindeki etkileri açıktır. Yine Hegel’den aldığı bütünlük fikri, onun çalışmasının özgün yanını belirler. Marx’ın diyalektik yöntemini burjuva düşüncesinden ayıran noktanın bütünlük kavramına verdiği merkezi konum olduğunun altını kalınca çizer. Marksizmin bakış açısı “bütünlüğün bakış açısı”dır. 

Burjuva düşüncesi bütünden ziyade parçaya odaklanarak gerçeğin üzerine bir şal atma amacındadır. Bütünle bağı kurulamamış bilgi, gerçeği ortaya çıkarmaz tam tersine gizler. Burjuva düşüncesinin bilimsel çalışmaların yönünü aşırı uzmanlaşmaya çevirmiş olması da bu yorumu destekler. Kapitalizmin akıl almaz hızlara ulaşan bilgi üretim hızı, üretilen bilginin bütünden yalıtık ve parçalı yapısından dolayı gerçeğin bilgisine ulaşılmasını daha da zorlaştırmaktadır. Bu açıdan Lukacs’ın eserinin pozitivizme ve Marksizm içerisindeki bilimci ve pozitivist eğilime karşı bayrak açtığının öncelikle altı çizilmelidir. Üretilen bilginin gerçekliğin bir parçası haline gelebilmesi bir bütün içerisinde, diğer öğelerle ilişkisi açıkça ortaya konularak mümkün olabilir. Lukacs; Marx’ın “bütünün parçalar üzerindeki her yönden belirleyici öncelik ve üstünlüğü” fikrini Hegel’den aldığını belirtir. Postmodernlerin bir tür imkânsızlık atfederek bilinemezci bir yaklaşımla “meta-anlatı” olarak lanetledikleri yönü Marksizmin, burjuva düşüncesi karşısındaki en belirgin üstünlüğüdür.

Lukacs, düşüncenin varlığın, bilincin ise gerçekliğin yansıması olduğuna dair kaba Marksist “yansıma teorisini” de reddeder. Ona göre düşünce de gerçeğin biçimlerinden biridir, dolayısıyla düşünce ve varlık arasında bağdaşmaz bir karşıtlık yoktur. Lukacs özne ve nesne ikiliğini felsefi bir müdahaleyle aşmayı dener, proletaryayı da tarihin hem nesnesi hem de belirleyici öznesi olarak bu aşmanın somutlaşması olarak kurgular. Kıvılcımlı’nın da bu ikiliği aşmak için insancıl üretici güçler kavramını geliştirdiğinin altını çizelim. Lukacs’da Marksizme görece dışarlak olan Hegelci bir felsefe görünümünde kalan tutum Kıvılcımlı’da doğrudan Marksizmin temel teorik aparatlarından birinin içeriğinin güncellenmesi biçiminde gerçekleşir.

Tarih ve Sınıf Bilinci’nin eleştiri konusu olmasına sebep olan en belirgin yönü diyalektiği esas olarak toplumsal hayatla ilişkili olarak ele alması, toplumsal yaşamı belirleyen doğa kanunlarına benzer düşüncelerin olduğuna dair tutumu topyekûn reddetmesidir. Böylesi kanunların toplumsal yaşamı belirlediğinin kabulü, toplumsal olguların doğal, kaçınılmaz ve nesnel olarak algılanması sonucunu doğurur. Evrimci, beklemeci, Menşevik tezlerin temeli de bu görüşten kaynaklanır. Engels’in doğa kanunları ve toplum kanunlarının bir ve aynı kaynaktan beslendiğine dair düşüncesinin de bu yanlış Marksizm yorumlarının sorumlusu olduğunu düşünür. Lukacs, “doğa” kavramının içeriğinin, biçiminin, kapsamı ve nesnelliğinin toplumsal olarak belirlendiğini ifade etmiştir, dolayısıyla toplumların tarihselliğinden bağımsız bir doğa ve nesnellik düşüncesine karşı çıkar. Ona göre toplumsal olguların doğal olgularla aynı kategoride ele alınması eleştirel bir perspektifin oluşturulmasını engeller. Kıvılcımlı ile Lukacs arasındaki en uzak konumlanma bu noktada ortaya çıkar. Kıvılcımlı üstyapıya büyük önem atfetmesine rağmen toplumsal yaşamı belirleyen kanunlar olduğu konusunda Engels’e tamamen katılır. Hatta Tarih Tezi’ni de tarih öncesinin, pre-kapitalizmin, modern öncesinin toplumsal kanunlarını bulma çabası olarak ortaya koyar. Hatta Allah’ı, toplumsal yaşamı belirleyen bu kanunların insan düşüncesindeki yansıması olarak görür. Kur’an yorumunu büyük oranda bu bakış açısından yola çıkarak şekillendirir.

Tarih ve Sınıf Bilinci’nin bu teması Komintern tarafından açıkça eleştirilir. Lukacs, Macar Devrimi’nin kısa iktidarında bakanlık yapmış bir komünisttir, ancak devrimin lideri Bela Kun‘a devrimin yenilgisi sonrasında muhalif bir tutum almıştır. Lukacs, “saf proleter” devrimi fikrine karşıdır, proletaryanın merkezinde olduğu ancak köylülük ve ezilen ulusların desteğini mutlaka kazanmayı hedefleyen bir yaklaşımı, sınıflar arası ittifakların oluşmasını önemser. Kun’un sekter ve kent merkezli devrim stratejisinin Macar Sovyeti’nin iktidarı koruyamamasında önemli rolü olduğunu düşünür. Daha sonrasında Macar Komünist Partisi’nden 1930’lı yıllarda dışlanmasına yol açan Blum Tezleri’nde de faşist Horthy iktidarına karşı işçi sınıfı ve köylülüğün demokratik diktatörlüğünü, yani sosyalist devrim öncesinde bir demokratik devrimi savunur. Demokratik mücadeleyi yürütebilecek tek partinin Macar Komünist Partisi olduğunu düşünmesine rağmen faşizmin yenilmesi için işçi sınıfı dışındaki toplumsal kesimlerle de ittifakı savunur, Sosyal Demokrat Parti’yi rejimin temel payandalarından biri olarak gördüğünü açıkça ilan etmesine rağmen Komintern’in VI. Kongresi’nin sekter “sınıfa karşı sınıf” konumuyla ters düşer. Almanya’da faşizmin iktidara gelmesi sonrasında Komintern, faşizme karşı Halk Cephesi taktiğiyle faşizme karşı olan burjuva partileriyle de ittifakı savunma noktasına gelse de Lukacs ile ilgili merkezi tutumda bir değişiklik olmaz.

Tarih ve Sınıf Bilinci’nin en bilinen motifi ise Marksist yabancılaşma/meta fetişizmi teorisinin güncel bir kavramsallaştırması olan şeyleşme teorisidir. Kapital’deki meta fetişizmi analizinden yola çıkarak metanın fetişist karakterinin, kapitalizmin egemen üretim biçimi olması sonrasında insanlar arası ilişkilere bir “şey”, bir nesne niteliği kazandırmasına yola açtığını iddia eder. Burjuva düşüncesinin bütün fikrini unutturması, metaların gerçek mahiyetinin, toplumsal ilişkilerin bir yönü olan boyutunun anlaşılmasını zorlaştırır. Şeyleşmenin aşılması işçi sınıfının kendi konumunun bilincine varması ve tarihin öznesi konumuna gelmesiyle mümkündür. Lukacs, sınıfsız toplum koşullarının sınıflı bir toplum içinde ortaya çıkamayacağını düşünür, yani feodalizmden kapitalizme geçişle kapitalizmden sosyalizme geçiş arasında niteliksel bir fark bulunmaktadır. Bu geçiş evrimsel olarak gerçekleşemez, proletaryanın özdeş özne-nesne konumunun farkına varması ve toplumsal sıçrama için itki yaratmasıyla mümkündür. Sınıf bilincinin oluşmasında, gündelik bilincin ötesine geçilmesinde partinin rolü büyüktür ancak kapitalist şeyleşmenin ekonomik ve siyasi boyutta aşılmasının somut karşılığı partinin iktidarı değil, işçi konseylerinin gündelik hayatın ve üretimin denetimini eline almasıdır. Lukacs, Rosa Luxemburg’un kitle grevine dayanan görece kendiliğindenci tezleriyle Leninist devrimci/ partili iradenin belirleyiciliği görüşleri arasında da bir sentez arar. Bürokratikleşmeyi doğurabilecek bir merkezi iktidarın kitle örgütleriyle dengelenmesi fikrinin nüvelerini bu sentez arayışında bulabiliriz.

Sosyalizmin krizini aşmamızı sağlayacak tartışmaların bir kısmını hala çerçeveleyebilen Tarih ve Sınıf Bilinci 100 yaşında da güncelliğini korumaya devam ediyor.