Yaklaşmakta olan Fetret Devri
Seçimden hangi sonuç çıkarsa çıksın, kargaşa ve kontrol edilemezliğin arttığı bir dönemin, bir fetret devrinin baskın seçenek olarak önümüzde bulunduğu koşulların içerisinde ilerliyoruz. Seçimlerin faşizme bir tokat vurmak için topluma gerçek bir şans tanıdığı ortada ancak bu şansın organik krize köklü bir dönüşüm sağlama kapasitesi son derece düşük.
14 Mayıs seçimleri giderek organik ve çok boyutlu bir görünüm kazanan krizi geçici dahi olsa çözebilir mi? Yoksa daha da derinleşmesini sağlayacak sonuçlara mı gebe? 100 yıllık Cumhuriyetin, 8 yıllık Saray Rejimi’nin ve tıkanan sermaye birikim düzeneğinin önümüze yığdığı; 6 Şubat depreminin şiddetiyle de katmerlenen sorunların boyutları herhangi bir seçimle çözülemeyecek bir krizle karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor. Küresel ölçekte de biriken gri bulutlar bu çözümsüzlüğü derinleştirme kapasitesine sahip. Seçimlerin bu koşullarda devlet krizini çözmesi değil derinleştirmesi oldukça güçlü bir olasılıktır. Seçimlere kadar korunması dahi giderek zora girmiş olan finansal ve mali dengelerin olası yıkıcı etkileri, derinleşen krizi uzun süreli bir Fetret Devri’ne dönüştürme potansiyeline sahiptir.
Küresel tabloya baktığımızda küresel kapitalizmin biriktirdiği kriz dinamiklerinin ağırlığının arttığı söylenebilir. Merkez Bankalarının finansal piyasaları ucuz paraya boğma politikasına son vermeleri ve enflasyonu kontrol altına almaya öncelik vermeleri ekonomilerdeki durgunlaşma eğilimini güçlendirmeye başladı. Dünya Bankası 2020’leri kayıp on yıllar olarak ilan etmenin eşiğinde. Durgunluğun kronikleşmesi, hammadde fiyatlarının yükselişe devam etmesi sadece aşırı borçlu çevre ülkelerde değil merkez ülkelerde de istikrarsızlık faktörü olmaya devam edecek.
Rusya/ Çin bloğu ile ABD/İngiltere/AB ekseni arasındaki çekişmenin sertleşmesi ve Ukrayna Savaşı ekseninde yeni boyutlar kazanması olasılığı da giderek yükseliyor. ABD’nin Tayvan kartını çok daha agresif oynamaya başlaması, buna karşılık Çin’in Ortadoğu ve Avrupa içlerine yayılan diplomatik gücündeki belirgin yükseliş sıcak çatışma olasılığını her geçen gün daha da artırıyor. İngiltere’nin Ukrayna’ya seyreltilmiş uranyum içeren nükleer teçhizat aktarmayı düşünüyor olması olası yıkımın boyutlarıyla ilgili ipuçları veriyor.
Faşist Saray Rejimi, yarattığı büyük çöküşe rağmen devlet aygıtına sahip olmanın yarattığı avantajdan sonuna kadar yararlanarak Meclis’te çoğunluğu elde edecek ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini 2. Tura taşıyacak bir formülü hayata geçirmenin arayışındadır. Saray’ın seçimlere giderken kurduğu ittifak, paramiliter yönü de öne çıkabilecek bir tarikat-kontrgerilla mahiyeti kazanmıştır. Seçim ittifakından çok bir savaş kabinesi yönü öne çıkmaktadır. Rejimin topluma vaat edebileceği bir gelecek yoktur ancak son yıllarda sermaye birikimine hizmet ettiği ve de devlet içinde önemli güç odakları haline getirdiği aktörlerin ve sermaye fraksiyonlarının pozisyonlarının devamlılığının güvencesi olarak kendisini konumlandırmasını tek siyasi sermayesi olarak pazarlama arayışındadır. Özellikle yükselen küresel tansiyonda kendisine net bir yöneliş belirlemekte zorlanmaktadır, Batı’dan iktisadi basıncı dengeleyebilecek hiçbir işaret alamamaktadır.
Saray Rejimi’ni bir arada tutan temel pakt olan Çökertme Planı, iktidarın kendisine yönelen bir bumerang niteliği kazanmaktadır. Son 8 yıllık konsept, Kürt Sorununda gelinen noktada devlet açısından tüm merkezi yoğunlaşmaya rağmen bir başarısızlık ortaya çıkarmıştır ve bugün rejim krizini bu kadar yıkıcı hale getiren en önemli etkenlerin başında da bu fiyasko gelmektedir. İbrahim Kalın’ın basından gizlenen ve normalden uzun süren Washington ziyareti sonrasında diplomatik girişimlerin başarısızlığa uğramasının Süleymaniye’de girişilen yeni maceralarla tansiyonu daha da yükseltmesi fiyaskonun yeni tezahürlerinden birisi olarak ele alınmalıdır.
Millet İttifakı(Mİ) adı verilen ve finans kapitalin tercihi olarak ön plana çıkan burjuva seçeneği, ülkenin köklü sorunlarını çözme değil bunların yaratabileceği yıkımı erteleme perspektifine sahiptir. Mİ’nin ekonomi politikaları açısından ana rotasının Batı sermayesine verilen güvenceler sonrasında merkez ülkelerden sıcak para girişi arayışından geçeceği anlaşılıyor. İktidarın son 2 yıllık ekonomik performansının faturası seçimler sonrasında çok belirgin bir biçimde ortaya çıkacak. Bütçe açıkları, eriyen rezervler ve dış ticaret açığında kırılan rekorlar Batı sermayesiyle girilecek bir normalleşmenin halkın sırtına ağır faturaların yığılmasına yol açacağını açık hale getiriyor. Çok parçalı bir koalisyon görünümündeki Mİ’nin seçimlerle iktidara gelmeyi başarsa bile böylesi bir zorlu dönemin gerilimlerini atlatması oldukça zor görünüyor. Bürokrasi içindeki gücünü koruyan ve mecliste de güçlü temsil edilen bir muhalefet yönetilmesi her an kazalara yol açabilecek riskli momentleri bol miktarda üretecektir. 14 Mayıs seçimlerinden sonra politik çalkantıların daha da artmasının dinamiklerini Türkiye kapitalizminin yapısal kırılganlıklarında aramak gerekiyor.
Hem küresel hem de yurtiçi ölçeğindeki koşullar seçimler sonrasında bir ikili iktidar yapısının ortaya çıkabileceğini düşündürüyor. Bürokrasi içinde gücünü koruyan, seçimleri kaybeden ancak mutlak bir biçimde dağılmayan bir muhalefet karşısında iktidarı pamuk ipliği dengelere bağlı bir çiçeği burnunda, sermayenin ve devletin çizdiği sınırları aşamayan bir yönetimin var olan köklü ve birikmiş sorunları çözebilme şansı son derece sınırlı olacak. İktidarın seçimleri kaybetmemesi durumundaysa seçim motivasyonuyla sabreden ancak hayatın biriktirdiği sorunlarla patlama noktasına gelmiş yığınların öfkesinin kontrol edilemez bir biçimde damga vuracağı koşullar ortaya çıkabilir. Saray Rejimi seçimleri kazansa bile işleri son 2 yıldır sürdürdüğü koşullarda devam ettirebilmesi imkânsız.
Seçimden hangi sonuç çıkarsa çıksın, kargaşa ve kontrol edilemezliğin arttığı bir dönemin, bir fetret devrinin baskın seçenek olarak önümüzde bulunduğu koşulların içerisinde ilerliyoruz. Seçimlerin faşizme bir tokat vurmak için topluma gerçek bir şans tanıdığı ortada ancak bu şansın organik krize köklü bir dönüşüm sağlama kapasitesi son derece düşük. “Seçimlerle hiçbir şey değişmez” genellemeciliği de “seçimlerle faşizmden kurtulacağız” beklentisi de tam olarak gerçeği ifade etmiyor. 21. Yüzyılda faşizmin iktidara taşınmasında ve tutunmasında seçimler önemli bir rol oynuyor, dolayısıyla iktidara yaşatılabilecek yenilgilerin hiçbir politik anlamının olmayacağını düşünmek boş lakırdı oluyor. Ancak devletle bu kadar iç içe geçmiş bir rejimin kıl payı kazanılacak bir seçim galibiyetiyle buharlaşmasını ummak da en hafif tabiriyle büyük bir iyimserlik olacaktır. Halkın örgütlü gücünün müdahalesi önündeki setler aşılamadığı sürece burjuva bloklar arasındaki pata durumunun uzun süreli olması daha fazla öne çıkan olasılıktır.
İktidarın yarattığı bunca yıkıma rağmen hala zayıflayarak da olsa iktidara tutunabilmesi işçi sınıfının başta prekarya olmak üzere çeşitli fraksiyonları üzerindeki denetimini mutlak biçimde kaybetmemesinden kaynaklanıyor. Sosyalistlerin HDP’nin açtığı temsil olanaklarıyla denklik üretmekte zorlanan güçsüzlüğünün de yaşanan korkunç yoksullaşma ve toplumsal buhrana rağmen İslamcılık ile işçi sınıfı arasındaki bu ilişkiyi köklü bir biçimde değiştirememesi yüzünden hala ortada duruyor. İşçi sınıfının orta sınıflaşmış katmanları AKP hegemonyasının çok uzunca bir süredir dışına düşmüş durumdalar, TİP’in belirgin bir biçimde bu kesimlerden aldığı destekle ön plana çıkmaya çalışması da sınıfın hangi fraksiyonunun iktidarla ne gibi bir ilişki içerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Ancak faşizmden köklü bir biçimde kurtuluşun İslamcılık ile işçi sınıfı arasındaki bağın köklü bir biçimde kopartılmasıyla mümkün olabileceği gerçeği sosyalistler açısından akıldan çıkarılamayacak önemdedir. Orta sınıfların kopuşması, Kürt Sorununda gelinen çaresizlik noktasının yanı sıra Saray Rejimi’ni krize sokan temel etkendir, ancak krizin demokratik yönde sonuçlar yaratabilmesinin prekarya ve proletaryanın sosyalistler tarafından kazanılmasına bağlı olduğu açıktır. Faşizmin yenilmesini ve demokratikleşmeyi bu sınıflar savaşı zemininde değil de meclis aritmetiği üzerinden düşünmeye çalışmak sosyalistleri ister istemez liberallerle aynı zemine düşürecektir.
Fetret Devri organik krizin kısa vadede çözümsüzlüğünü, bir tür ikili iktidar ve birbirini dengeleyen ama sürece mutlak anlamda hâkim olamayan egemen sınıf bloklarının varlığını düşündürmek için kullanılan bir kavram olarak ele alınmalıdır. Saray Rejimi’nin bu döneme kadar kendisi dışındaki seçenekleri gündem dışında bırakacak oranda kurumsallaşamamış olması Kürt Sorununda politik hedeflerine ulaşamamış ve Gezi sonrasında kentli orta sınıflar üzerindeki hegemonyasını kaybetmiş olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla seçimleri kazansa bile rejimin aslında kaybetmiş olduğunu herkes hissedebiliyor. Bu tablo 2000’lerin başına rejimin güç merkezinin değişimi sürecine döndüğümüz hissiyatını güçlendiriyor. Ancak aşağıdan emekçi karakterli demokratik kitle hareketleri bu dönüşüm sürecini hızlandıramadıkça hem ikili iktidar süreci oldukça uzun sürüyor hem de son kertede rejimin içeriğinde demokratik anlamda köklü bir dönüşüm gerçekleşemiyor.
Böylesi bir dönemde sosyalistlerin parlamentoda temsili tabii ki oldukça önemli ancak işçi sınıfıyla kurulan bağda köklü bir değişim yaratmaya hizmet edemediği sürece bu temsilin niteliksel bir fark üretmesinin pek mümkün olamayacağı şimdiden iddia edilebilir. Bu anlamda Yeşil Sol Parti listelerinden aday gösterilen işçi sınıfı, sömürü, kapitalizm gibi kavramları dinozorluk olarak gören kimi ipliği pazara çıkmış eski liberallerin yukarıda bahsedilen ve demokratik Cumhuriyet’in inşası anlamında nirengi noktasını oluşturan stratejik görevler açısından doğru tercihler olmadığı rahatlıkla anlaşılacaktır. Faşizmi gerçek anlamda yenmenin İslamcılığı işçi sınıfı için bir tercih olmaktan çıkarmaktan ve sosyalizmin sınıf içerisinde güçlü bir biçimde yer etmesini sağlamaktan geçtiği, bizleri bekleyen uzunca Fetret Devri’nin demokratik bir çıktı üretip üretemeyeceğinin bu alanda kat edebileceğimiz mesafeye kökten bağlı olduğu gerçeği pusulamız olmaya devam edecek.