Yarım kalan intihar girişimi

Yaşanan krizin görünürdeki yönlerini bir kenara bırakarak derinde yatanlara gelince bir temel neden öne çıkıyor. Kılıçdaroğlu Sarayın çizdiği politika çemberinden her geçen gün daha belirgin bir biçimde kopuyor. Bunun en son ve en güçlü kanıtı depremin ikinci gününde yaptığı açıklamadır. “Devletle hizalanmayacağım” sözü geleneksel CHP bilincinde bir kırılmadır.

Felaket ölçüsündeki depremin etkileri en güçlü bir biçimde sürerken araya bir de siyasal deprem girdi. Üç günlük krizden sonra sorun çözülmüş görünüyor. Böylesine etkili bir siyasal depremin ne ölçüde aşıldığı hemen herkesin sorduğu bir soru. Akşener masadan kalktıktan sonra yaptığı açıklamada “ya tarih yazacağız, ya da tarih olacağız” demişti. Akşener bu kısa sürede tarih yazamayacağını anladığı için mi masaya döndü? Sonuca bakılırsa Akşener’in tarih yazmaktan anladığı Cumhurbaşkanlığı yarışına Kılıçdaroğlu’nun yanına “koşu partneri” olarak İmamoğlu ve Yavaş’ı da ilave etmekten ibaret görünüyor. Bu nasıl bir tarih yazmaktır? Açıklanması gereken bir soru olarak konu hala ortada duruyor.

Akşener masadan ayrıldıktan sonra gelen tepkiler üzerine “tarih olacağını” anlayarak mı dönüş yaptı? Gerçekten altılı masaya umut bağlayan kitleden büyük bir tepki yükseldi. Ancak bunu tahmin etmek bu kadar zor muydu? Akşener masanın dağılacağını düşünüp bunun gerçekleşmemesi üzerine mi dönüş yapmayı tercih etti? Nereden bakarsak bakalım hala cevabı verilemeyen sorular ortada duruyor.

En sık yapılan tespitlerden birisi de “derin devletin” Akşener eliyle masaya müdahale etmesidir. Bu durumda masaya dönüşü de derin devlet mi kotarmış oluyor? Yaşananlar derin devletin ne ölçüde var olduğunu sorgulanır hale getiriyor. Devletin pek çok kurumunun yozlaşmasından derin devletin kendini koruyabilmesi şüphe götürür? Tabloya bakıldığında önceki dönemlerde olduğu gibi derin devletin güçlü bir iradeyi temsil etmediği veya edemediği ortaya çıkıyor. Bunun bir gerçeklik olduğu açıktır. Tek adam yönetimi beklenildiği gibi her şeyi kontrol eden bir yönetim kuramamış, ortaya paralize olmuş bir kurumlar yapısı çıkmıştır. Saray’ın da enkazın altında kalması bunu kanıtlamıştı. Altılı masaya yapılan operasyonun sonucu bunu bir kez daha kanıtladı. Ortada paralize olan bir devlet yapısı var…

Yaşanan krizin görünürdeki yönlerini bir kenara bırakarak derinde yatanlara gelince bir temel neden öne çıkıyor. Kılıçdaroğlu Sarayın çizdiği politika çemberinden her geçen gün daha belirgin bir biçimde kopuyor. Bunun en son ve en güçlü kanıtı depremin ikinci gününde yaptığı açıklamadır. “Devletle hizalanmayacağım” sözü geleneksel CHP bilincinde bir kırılmadır. Altı okundan birisi “devletçilik” olan CHP, mevcut devleti Sarayın basit bir aparatı olarak gördüğünü ilan ederek, her koşulda devleti kutsayan bir bilince sahip olmasına rağmen, Saray rejimiyle bu kutsal bağın koptuğunu vurgulamış oldu. Artık “devlet” de” “derin devlet” de Sarayın basit bir aracı haline gelmiştir.

Bunun yanı sıra sürekli belli sermaye guruplarından hesap soracağını vurgulaması içiçe geçen mafya devlet ilişkilerini rahatsız ediyordu. Artık ortada eski haliyle geleneksel devlet yapısı yoktu. Bu vurgular sadece mevcut yozlaşmış devlet yapısını rahatsız etmedi aynı zamanda devlete hala eski kalıplar içinden bakan, onu sürekli kutsayan Akşener’i de fazlasıyla rahatsız etmiştir. Bu noktada Kılıçdaroğlu bir hizaya çekilmeliydi. Tam bu noktada Akşener’in derin devletin hangi parçasıyla nasıl bir ilişki içine girdiği sorunu ortaya çıkar. Bunu bilmiyoruz; ancak etkili ve bir iradeye sahip eski derin devlet artık yoktur. Akşener’e büyük zikzaklar çizdiren gerçeklik budur. Masaya İmamoğlu ve Yavaş’ı Kılıçdaroğlu’nun yanına “koşu partneri” olarak kabul ettirdiği için dönmesi ikna edici bir gerekçe değildir.

Akşener “devletle hizalanmayan” ve “çetelerden hesap sormaya” hazırlanan bir Kılıçdaroğlu’nu masa dışından kontrol edemeyeceğini iki günlük kriz sırasında anlayınca geri dönmek zorunda kalmıştır.

Seçim süreci nasıl yaşanacaktır? Artık gündem budur. Bu konuda iki işaret var: İlki Bursa maçında Amedspor’a yapılanlar ve Bahçeli’nin saldırganları tebrik etmesi; ikincisi, Rojava etrafında dönen son gelişmelerdir. ABD Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı artarda bölgeyi ziyareti; Rusya’nın Esad’ı Moskova’ya çağırması, Hulusi Akar’ın sınırda yaptığı toplantılar, Rojava fay hattında gerilimin yükseldiğinin işaretleridir.

Sarayı korkutan ancak Saray kadar millet ittifakının bileşenlerini de belli ölçüde tedirgin eden bir olasılık vardır. Saraya karşı biriken öfke bu seçim sürecinde düzenin korunma reflekslerini aşan seviyelere çıkar mı? 1908’deki sopalı seçim; 1950’deki çok partili döneme geçiş deneyi; 27 Mayısla yeni anayasanın tanıdığı hakları özellikle çalışan kesimlerin ciddiye alarak sokağa çıkması, yirmi yıllık AKP kabusundan sonra da tekrarlanır mı?

“Zira yaşanan deprem felaketinin yarattığı enkazın altında yalnızca yüzbinlerce insanın değil, devletin de kaldığı tartışmasız bir gerçek… Neredeyse bir aydır aklı başında herkesin gördüğü üzere restore edilecek bir devlet yok artık. Bir yeniden inşa kaçınılmaz. Ve fakat bu inşa yine devlet eliyle mi yoksa halk iradesiyle mi gerçekleşecek. Bu sorunun yanıtı, önümüzdeki seçimlerin sonucunda ortaya çıkacak iktidar denkleminde saklı…” (Arzu Yılmaz; İntihar Saldırısı; Medyascope)

Politika sahnesinde bütün yaşananlar sancılı değişim sürecine halkların iradesinin mümkün olduğu ölçüde az müdahil olmasını sağlamak içindir.