Deprem kader ama bunca yıkım değil

Bugünün en önemli meselesi halkın umudu haline dönüşen dayanışma çalışmalarını birleşik ve güçlü bir zemine kavuşturmak ve devletin bunları boğma girişimlerini de halkla birlikte boşa çıkaracak olanakları yaratabilmektir. Sosyalistlerin halkla güçlü bir temas içinde olması faşist girişimleri de boşa çıkarmanın en etkili yolu olacaktır.

Depremde kaybettiklerimizin sayısı 30bini şimdiden geçti. Bu sayının 70bini geçmesinden korkuluyor. Evsizlerin sayısı ise 4milyon olarak tahmin ediliyor.

Depremi böylesi bir felakete dönüştüren Türkiye kapitalizmi ve son 20 yıldır onun tepesine çöreklenmiş olan İslamcı-Türkçü AKP iktidarı, en olgunlaşmış haliyle Saray Rejimi’dir. 2009 küresel krizi sonrasında daha da ucuzlayan ve bollaşan dış kaynakların inşaat ekonomisine yönlendirilmesinin sonucunda yeni zenginler yaratılmış, kentsel rantlar aracılığıyla sermayenin çeşitli kesimleri semirtilmiş ancak kentlerimiz, halkın geniş kesimlerine güvenli barınma hakkı sağlayacak bir altyapıya kavuşturulamamıştır. Depremler kaçınılmazdır ancak bu boyutta bir yıkım, sermayenin bir tercihidir. AKP’nin iktidarı tekelleştikçe yolsuzluk ve yasadışılık artmıştır. Yolsuzluk endeksinde Ortadoğu ülkelerinin liginden bile düşülmüş durumdadır. 2022 yılında Türkiye’nin yolsuzluk karnesi  (CPI skoru) 100 üzerinden 36, 180 ülke arasında 101. sırada. Sahra altı Afrika ülkelerinin ortalama skoru 32. Yapı yönetmelikleri uygulanmamakta, denetim yapılmamakta, sermayenin en geniş kesimleri için cezasızlık her alanda hüküm sürmektedir. Mafyalaşan parti devleti, yıkımın şiddetini hiç kuşku yok ki artırıyor.

Toplumsal kaynakları sermayenin kuralsızca daha da büyümesine, hiçbir toplumsal fayda üretmeksizin balon gibi şişmesine yönelik değil de planlı bir biçimde temel yaşamsal koşulların sağlanması için harcayabilecek bir düzende bu yıkım ortaya çıkmazdı. Toplumsal talepleri ifade etmenin bedelinin bu kadar ağır olmadığı bir toplumda bu kadar büyük bir halk düşmanlığı varlığını sürdüremezdi. Faşizmin halkın zenginliklerine el koymanın devamlılığını sağlamak dışında bir amacı olmadığı ortadadır. Bu rejimin, kapitalizmin kendisi halkımız açısından beka krizinin koşuludur. Binler, onbinler halinde bu kadar kolayca ölmemizin sebebi doğal afetler, iş “kazaları”, fıtrat değil bu düzendir. Yoksulluk ve güvencesizlik karşısında olduğu gibi deprem karşısında da seçeneğimiz daha iyi bir kapitalizm değil demokratik planlamaya ve halkın örgütlü denetimine dayanan 21. Yüzyıl Sosyalizmidir.

Yıkım çok büyüktür. Ülke nüfusunun %10’unu yerinden edebilecek bir krizin maliyeti hangi toplumsal kesimlerin sırtına yıkılacaktır? TÜRKONFED’in raporunda beklenen hasarın 84 milyar doları bulacağı belirtiliyor. IMF Başkanı Georgieva da hem Suriye’de hem Türkiye’de büyük yıkıma yol açan depremin Türkiye ekonomisi üzerinde çok büyük etkisi olacağının altını çizdi. İktidar tabii ki maliyetleri halkın sırtına yıkmanın peşinde olacaktır. 1999 depreminden beri toplanagelen ve bu günün değeriyle 40 milyar dolar (700 milyar lira) buhar olup uçmuş, bugünün katillerine servet kaynağı olmuştur. Bugün depremin maliyetleri sermayedarların sırtına yüklenmek zorundadır. Yaşanan buhranla nefes alamaz hale gelmiş emekçi halkın, yeni bir yükü daha sırtlanabilmesi mümkün değildir. Servet vergisi gündeme gelmeli, burjuvazi yarattığı yıkımın bedelini ödemelidir. İktidarın tüm yardımları kendi denetimi altına almaya çalışması hem yardım miktarını azaltmaktadır hem de hırsızlıkta ısrarın bu korkunç depremle bile sarsılmadığını göstermektedir. Halkımız sırtındaki bu asalaklardan kurtulmadığı, devleti kendi örgütlülüğüyle güçlü bir biçimde denetleyebileceği öz örgütlerini yaratmadığı koşullarda daha da ağır bedeller ödemek zorunda kalacaktır.

Türkiye devletinin yaşatmak için değil öldürmek, serveti korumak üzerine kodlandığını tüm yalınlığıyla görebildiğimiz bir hafta geçirdik. AFAD adı verilen organizasyonun hantallığı ve acemiliği binlerce canımıza mal oldu. Afette en enerjik ve becerikli olması gereken kurum, gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi dondu kaldı. Sosyalistlerin son derece sınırlı imkanlarla dört bir koldan deprem bölgesine intikali, Gezi günlerini hatırlatan gençlik imecesinin derhal küllerinden doğması en zor günlerde milyonlara umut olmayı başardı. Devlet felakete müdahale etmek için değil bu umudu boğmak için OHAL ilan etti. Faşistler halkın dayanışmasının enerjisini sömürmek için yağmacı avına çıktı, göçmenlere karşı pogrom kışkırtıcılığına soyundu. Bugünün en önemli meselesi halkın umudu haline dönüşen dayanışma çalışmalarını birleşik ve güçlü bir zemine kavuşturmak ve devletin bunları boğma girişimlerini de halkla birlikte boşa çıkaracak olanakları yaratabilmektir. Sosyalistlerin halkla güçlü bir temas içinde olması faşist girişimleri de boşa çıkarmanın en etkili yolu olacaktır.

Kendisini çeşitli provokasyonları da aktif bir biçimde hayata geçirerek 14 Mayıs’taki seçimlere atma peşindeki iktidarın işinin çok daha zorlaştığını görmemiz gerekiyor. Başarısız ve hazırlıksız müdahalelerinin destekten çok öfkeyi büyüteceği bir döneme girildi. Mali olanakların sınırlılığı düşünüldüğünde ayakta kalabilmek için yardım paraları üzerinde tekel kurmak adına neden bu kadar çırpındıkları çok daha anlaşılırı hale geliyor. Maliyetleri servet vergisi yoluyla değil de enflasyonu daha da azdıracak para basma yöntemiyle sağlama eğilimi öne çıkarsa zaten pahalılıktan kıvranan halkın iktidar değişimine çok daha sıcak bakar hale geleceği düşünülebilir. Bu durum iktidarın zaman kazanma yönündeki çabalarını artıracaktır. 14 Mayıs seçimi rafa kalkmıştır diyebiliriz. İktidarın elindeki araçları ne oranda güçlendirirse güçlendirsin provokasyonlarının etki alanı çok daha sınırlanacaktır. Bu koşullarda Rojava’ya savaş açma girişimi dahi en milliyetçi kesimlerden bile tepki alabilir. Anayasa’nın 78. Maddesi’ne göre “Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse TBMM seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir”. İktidarın bu kanaldan ilerlemeye çalışması, umulmadık karşı tepkileri tetikleyebilir.

İlk sıcak günler geçtikten sonra bu boyuttaki bir yıkımın etkilerinin ne kadar uzun erimli olacağını hep birlikte göreceğiz. Özellikle göç etmek istedikleri illere gitmeleri engellenebilecek ve zorunlu olarak belirlenmiş illerde ikamete zorlanacak topluluklar, yeni gerilim kaynakları haline gelebilirler. Milyonlarca kişilik bir göç hareketinden bahsediyoruz.

Kılıçdaroğlu’nun örgütlenen dayanışmanın enerjisi karşısında kendisini İYİP’ten  ayırarak felaket günlerinde de siyaset yapma hakkını savunması dikkate değer bir gelişmedir. İktidarın en büyük umudu bu süreçte İYİP’te yaşanabilecek bir çatlamadır ancak deprem karşısında iktidarın ortaya koyduğu performans bu olasılığı daha da zayıflatacaktır.

İstanbul depremini halkın örgütsüz bir biçimde beklemesi yıkımı büyütecektir. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün verilerine göre olası 7,5 ve üzeri büyüklüğünde bir depremde İstanbul’daki yaklaşık 1,2 milyon binanın 500 bininin hasar alması bekleniyor. Çok ağır ve ağır hasar alması beklenen binaların sayısı ise 50binin üzerinde. Konutların gözden geçirilmesi, riskli binaların güçlendirilmesi için servet vergisinden sağlanan kaynakların kullanılması, mahalle meclislerinin bina denetimleri için inisiyatif alması, bu çalışmanın da birleşik bir biçimde hayata geçirilmesi son derece önemlidir. Depremde sağlam kalacak binalarda yaşamak zenginlerin ayrıcalığı olamaz.

Üniversitelerin uzaktan eğitime geçmesi anlamsız bir uygulamadır. Ülke çapındaki 1,5 milyon boş ev depremzedeler için yaşanabilir hale getirilmelidir. 3’ten fazla ev sahibi olanların, fazla evlerinin kullanım hakkı en az 1 yıllığına depremzedelere devredilmelidir. Deprem yaşamış sağlam konutlarda fahiş kira artışı yapmak isteyen ev sahiplerinin evleri depremzedelere ücretsiz olarak tahsis edilmelidir. Yağmacı, talancı arayanlar gözünü en temel insan hakkı olan barınma hakkını rant ve servet sahasına çeviren daha büyük yağmacıları gözlerine kestirmelidir.

Bu tür büyük toplumsal felaketler, korkunç sonuçlar yaratmanın yanı sıra büyük aydınlanma ve öfkelenme momentleri de üretiyorlar. İktidarın 99 depreminin sonuçlarını nasıl kullandığı hepimizin malumu. 10 ilimizde büyük yıkıma yol açan, on binlerce insanımızı alan bu yıkımın yenilerinin önlenmesi için bir dayanışma, bilinçlenme ve örgütlenme seferberliğine, en önemlisi Sarayıyla sermayesiyle bu asalak düzenden kurtulmaya ihtiyacımız var.