Mermi değil ekmek, roket değil süt

Muhalefetin çeşitli katmanlarının sanki iktidar olmuş gibi detaylı programlar açıklamalarında “yatcaz, kalkıcaz, faşizmden kurtulcaz” ruh halinin izlerini okumak mümkün. Ortada bir mücadele programı yok, ilkokul müsameresi tadında sergilenen bir anayasa piyesi oynanıyor.

Saray rejiminin neresinden tutulsa elde kalan Taksim Patlaması provokasyonu sonrasında Rojava’ya yönelik gerçekleştirdiği hava harekâtı ve bölgede etkin olan küresel güçlerden onay alınabildiği takdirde gerçekleşecek kara harekâtının temel hedefinin içeride derinleşen politik krize yanıt üretmek olduğunun altı çizilmelidir. Saray Rejimi, temel harcı Kürt halkının tarihsel kazanımlarının istikrar kazanmasını önlemek olan (yerli-milli parantezi altındaki Türkçü-İslamcı-sağ Kemalist) bir geniş ittifak tarafından desteklenmektedir, dolayısıyla geçekleşen kimi gündelik jestlerin bu temel parametreyi bir anda ortadan kaldırabileceğini ve yeni bir rotaya işaret edebileceğini ummak gerçekçi değildir. İktidar temek olarak milliyetçi konsensus çerçevesinde burjuva muhalefetin Kürt Sorunu konusundaki suskunluğunu derinleştirme ve bu suskunluk çerçevesinde de HDP seçmenini sandığa yönelik bir kayıtsızlığa itme hesapları yapmaktadır, partinin kapatılmasının da bu kayıtsızlığı derinleştirmeye dönük bir taktik olarak değerlendirebiliriz. Saray rejimi, halkı derinden pençesine almış pahalılık ve yoksulluk konusunda kimi makyajlayıcı hamleler peşinde olsa da tabloyu köklü bir biçimde değiştirecek kudret ve arzuya sahip değildir. Dolayısıyla temel kozu, karşısındaki güçleri dağınıklığa sevk etme kapasitesidir. İYİP iktidarın bu kozunu oynamasını kolaylaştıran bir aparat durumundadır ve son kertede rejimle rezonans halinde hareket etmektedir. Bu rezonans Cumhur İttifakı zemininde sağın büyük birliğini yeniden tesis etme hayallerini de canlandırmaktadır.  Yaşanan politik krizin derinliği, ki esas olarak Saray rejiminin gerçek anlamda kalıcılık duygusu yaratamamasından kaynaklanmaktadır, egemen sınıfın hem iktidar hem de muhalefet bloklarında parçalı ve fraksiyonlu bir görünümü ortaya çıkarmaktadır. Uygulanan iktisadi politikaların egemen sınıfın farklı kanatlarını farklılaşan bir biçimde etkilemesi de bu parçalı görünümü desteklemektedir. İhracatçılar liranın değerlenmesinden şikâyet ederken TÜSİAD ucuz emeğe dayalı politikaların açmazlarına vurgu yaparak finans-kapitalin pozisyonuna hegemonya kazandırmaya çalışmaktadır.

Saray rejiminin %-80’lere dayanan negatif faizle körüklediği enflasyonun ve yüksek kurun, ihracatı patlatarak ithalatı baskılayacağına dair beklentileri tam anlamıyla çökmüş görünüyor. 2022 Ekim’de dış ticaret açığı bir önceki yılın aynı ayına göre %421,7 arttı. İhracatın ithalatı karşılama oranı %60’lara doğru geriledi. AB, ABD ve Çin dahil küresel kapitalizmin tüm noktalarından büyümenin yavaşlayacağı ve resesyona girileceğine dair açıklamalar arka arkaya geliyor. İktidarın seçim kazanmak için asgari ücrete yapacağı artışın sınırları bu gelişmelerle daha da sınırlanıyor. KKM hesaplarının bütçeye maliyetini sınırlamak için kontrol altında tutulan kurlar da ihracatçıların istediği yönde ilerlemiyor. Şimdi bir kez daha bir süredir ihmal edilen inşaat sektörüne ihracatın ve dış talebin daraldığı koşullarda büyüme motoru görevi verileceği bir döneme giriyoruz, kamu bankaları Aralık ayından itibaren konut kredilerinde faizleri düşürmeye başlayacaklar. İhracatın ve dolayısıyla sanayinin yavaşladığı, finansal getirilerin neredeyse sıfırlandığı koşullarda konuta yönelik talep bir kez daha şişirilmeye çalışılacak. Borçlanmanın ve konut sahibi olmanın orta sınıflarda yaratacağı “istikrarı iktidarın devamında arama duygusu” da seferber edilmek istenecek. Ancak hayat pahalılığının, ev kiralarının, giderek kıpırdanan işsizliğin işçi sınıfının çeşitli katmanlarında yarattığı yıkımın boyutları ve kalıcılığı anlaşıldıkça iktidarın orta sınıf seferberliğiyle dönüştüremeyeceği bir sosyoekonomik iklimin içerisinde olduğumuz daha iyi anlaşılıyor. İktidarın tüm politik hamleleri, provokasyonları, savaş hamleleri, dış politika şovları bu atmosferde kırılganlaşıyor, halkın zihninde kalıcı izler bırakamadan yerini yeni arayışlara bırakıyor.

Türkiye burjuvazisinin genel düzeysizliğinin izlerini siyasi temsilcilerinin sefaletinde izlemek mümkün. Arap Baharı’ndan bu yana giriştiği bütün dış politika hamleleri coğrafyada büyük bir yıkıma yol açmakla birlikte rejim açısından büyük bir başarısızlık olan Erdoğan, Sisi ile el sıkışarak Siyasal İslamcılığın bildik biçimlerinin tabutuna bir çivi daha çakmış oldu. Mısır’da İhvan’ı radikal hamlelerle ileri iten ve böylece de Tahrir Meydanı’ndaki sokak muhalefetine yabancılaştırarak ordu karşısında müdahaleye açık hale gelmesinde pay sahibi olan AKP, mürşid gördükleri Benna ve Kutub’un takipçilerini diri diri mezara koyanlarla anlaşmayı “siyasi pragmatizm” olarak satabiliyor ve akıllarını ihalelerle, arazi rantlarıyla, çift maaşlı mevkilerle ve borsa spekülasyonlarıyla bozmuş İslamcı “entelijansiya” da ne kadar irfan sahibi olduğunu ispatlarcasına bu tabloyu avuçları patlayıncaya kadar alkışlıyorlar. Sırada Akdeniz gazı için “araplara ölüm” sloganları atan Beni Gvir’e içişleri bakanlığını teslim edecek Netanyahu ile kucaklaşma var. Seçim zaferi tebrik telefonu edildi bile…

Aynı sefaletin izlerini altılı masa denen acayiplikte de izlemek mümkün. Muhalefetin çeşitli katmanlarının sanki iktidar olmuş gibi detaylı programlar açıklamalarında “yatcaz, kalkıcaz, faşizmden kurtulcaz” ruh halinin izlerini okumak mümkün. Ortada bir mücadele programı yok, ilkokul müsameresi tadında sergilenen bir anayasa piyesi oynanıyor. 12 Eylül Anayasa’sının temel parametrelerini büyük oranda koruyan ancak halkın gündelik sorunları üzerinden bağ kurması neredeyse imkânsız bir metin söz konusu. Sermayenin ve devletin çizdiği sınırlara özenle itaati öne çıkaran kupkuru bir iadeli taahhütlü mektup, Anayasa taslağı olarak, burjuva muhalefetin önündeki devasa sorunları çözecek bir maymuncuk gibi lanse ediliyor. Yerel yönetimler başlığı üzerinden gayet ürkekçe, kayyım atanmayacak bile diyemeyen ancak onu zorlaştırmanın propagandasını yapan bir madde HDP’nin desteğini kazanmak için yeterli olabilir mi? Burjuva muhalefet, olası bir restorasyonun Kürtlerin, işçi sınıfının, kadınların politik anlamda güçlenmesi lehine bir sonuca yol açmaması konusunda Saray rejimiyle konsensus içerisinde olduğunu bu taslakla büyük oranda ortaya koymuş oldu. Burjuvazinin geneli için demokrasi: ancak işçi sınıfı, ezilen halklar ve kadınlar devrimci bir seçenek yaratma, toplumsal yaşamda gerçek bir dönüşüme imza atma yetisinde değillerse, kabul edilebilir hale gelebilir. Burjuvazi, demokrasinin sağladığı olanaklar halk tarafından gerçekten kullanılamadığı sürece demokrattır.

“Bir devletin kendisini devrimin programına karşı değil onun taktiklerine karşı koruması gerektiğini bana öğrettiği için Mussolini’ye bir teşekkür borçluyum”. İtalya’nın faşizm öncesindeki liberal Başbakanı Giolitti’nin bu sözleri büyük dönüşümler açısından dönemin koşullarının dayattığı ihtiyaçlara yanıt veren taktiklerin önemini vurgulamak açısından çok önemli. Şu anda faşizm sonrasında hayata geçirilecek afaki programlar üzerine değil faşizmi yerinden edecek kitlesel hareketin momentumunu yaratacak taktik plana, mücadele programına, harekete geçmeye ihtiyacımız var. Devrimci demokrasi güçlerinin dağınıklığının giderilmesine, 25 Kasım’ın da gösterdiği gibi sokakları işkencehaneye çevirerek toplumsal kesimlerin söz almasını engellemeye çalışan iradenin kırılmasına dönük adımların öncelikle tartışılması gerekiyor. Saray rejiminin seçimlere kadar yumuşak karnı olmaya devam edecek olan pahalılık ve yoksulluğun siyaset sahnesinde görünür olmasını sağlama zorunluluğumuz var. Cenk Saraçoğlu önemli değerlendirmesinde Saray rejiminin esnekliğinin stratejik bakış açısından kaynaklandığını söylüyor ancak buna katılmak çok da mümkün değil. İktidarın etkili olabilme kapasitesi anlık gelişmelere göre taktik hamleler yapma konusunda kendisini hem muhalefetinden hem de tabanından özgürleştirmiş olmasından kaynaklanıyor. Hipnozundan çıkmasına müsaade etmediği burjuva muhalefet ile 180 derece dönüşlerini dahi alkış çalan tabanı, iktidarın taktik hamlelerinde sınır tanımamasını mümkün kılıyor.

Devrimci demokrasi güçleri savaş karşıtlığıyla ekmek ve özgürlük mücadelesini el ele yürütebileceği güçlü bir zemin yaratabilir ve sokaktaki ablukayı kıracak momentumu yaratabilirse hem iktidarın hem de muhalefetin tüm yetmezliklerini kendisi için olanağa dönüştürme ve ana belirleyici olma imkanına sahip. Yeter ki devrimci demokrasi güçlerinin çoklu özne durumunu görmezden gelip her aktörü kendi beklentilerimiz doğrultusunda şekillendirmeye, budamaya, kesip biçmeye çalışmayalım; “en devrimci nutukların gölgesine sığınıp” somut gündelik görevlere sırtımızı dönmeyelim.