Arzulanan savaş için el güçlendirme: Taksim patlaması

Zamanı geldiğinde Esat’la görüşebileceğinin sinyalini veren Erdoğan’ın, özellikle Rojava’ya dönük izlediği politikalar düşünülünce, Taksim katliamını elini güçlendirecek şekilde kullandığı söylenebilir.

Seçimlere aylar kala 13 Kasım’da Taksim’de yaşanan patlamanın akıllara 7 Haziran ile 1 Kasım 2015 dönemini getirmesi şaşırtıcı değil. AKP-MHP faşist bloğunun iktidarında halkın güvenliğinin olmadığı tescillenmiştir. Seçimler yaklaştığında bombaların patlaması Türkiye’nin normali haline geldi.

Katliamdan hemen sonra çok yönlü analizler yapıldı, ancak spekülasyona yer vermeden somutlaşan olgulara dayanarak durum tespiti yapmakta yarar var. 

Açığa çıkan gerçekleri sıralayacak olursak; bunlardan ilki egemen güçler arasında çatlağın derinleştiğinin dışa vurumu olarak değerlendirilmelidir. Hem bölgedeki hem de iç politikadaki gelişmeler nedeniyle devlet içerisinde belli güçlerin atağa geçtiği açık. İkinci olarak kaotik bir ortamın oluşması ve korku ikliminin yeniden ağırlık oluşturmasını sağlamanın amaçlandığını söyleyebiliriz. Seçimler sürecinde ağırlık merkezi oluşturmak için terör ve dış güçler palavrasıyla milliyetçi duyguları kabartarak kitleleri bu yönde konsolide etmek iktidarın seçenekleri arasındadır. Üçüncüsü sivil halka yönelik gerçekleştirilen katliamla Kürt Özgürlük Hareketini itibarsızlaştırmak ve Rojava’ya dönük kapsamlı bir saldırıyı meşrulaştırmak. Dördüncüsü iç ve dış politikada gündemde ön almak. Beşincisi ise Suriye’de dengelerin değişim sancılarının arttığıdır. 

Failin YPG’li olduğuna dair gerçeği yansıtmayan yalanın hükümet yetkilileri tarafında servis edilmesiyle Kürt halkına dönük imha politikasını derinleştirme niyetleri, 20 Kasım günü sabah saatlerinde Rojava’ya dönük başlatılan  savaşla kendisini ortaya koymuştur.

Afrin ve İdlip’de kontrolü elinde tutan çetelerle ilişkileri hala sürmekte olan AKP-MHP iktidarının bu katliamdan sorumlu olduğu aşikar. 

Zamanı geldiğinde Esat’la görüşebileceğinin sinyalini veren Erdoğan’ın, özellikle Rojava’ya dönük izlediği politikalar düşünülünce, Taksim katliamını elini güçlendirecek şekilde kullandığı söylenebilir. Afrin ve İdlip’de Türkiye ile iç içe geçmiş cihatçı çetelerin kendi aralarında dönem dönem çatıştıkları biliniyor. Emperyalist politikalar nedeniyle bölge siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan karma karışık hale geldi. Bölge bataklığa dönüşmüş durumda.   

Türkiye bölgedeki çeteleri tek bir komuta altında toparlamak istese de bu konuda yol alması kolay olmayacaktır. Bu çetelerin Türkiye’deki örgütlülüğü de düşünüldüğünde pazarlık güçlerinin boyutları daha iyi anlaşılacaktır. 

AKP-MHP faşist bloğunun bölgede Kürt halkına yönelik yürüttüğü imha politikalarına karşı Kürt Özgürlük Hareketinin tarihi direnişinin yanı sıra kimyasal silah kullanıldığını gündeme getirmesi ve uluslararası gündemde yer bulması önemli bir etken. Devlet ile iç içe geçmiş karanlık güçlerin karşıt gündem oluşturmak için rol aldığı görülmektedir. Kritik süreçlere baktığımızda devlet içerisinde varlığını koruyan, yeri geldiğinde rol oynayan karanlık güçleri görmekteyiz. 

Faşizmin ülkemizde kurumsallaşması ve kalıcı hale getirilmesi için bu tür patlamaların 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 döneminde birçok kez gerçekleştirildiği, işlev gördüğü biliniyor. Ancak toplumsal kesimlerin gerek yaşadığı deneyimler gerek içerisinde bulunduğu buhran nedeniyle günümüzde göstereceği refleksler farklı olacaktır. Halk düşmanlarının gitmek istediği bu yolu kapatacak somut olguların oluştuğu açık. Ancak bu yolun kapanması kendiliğinden değil devrimci güçlerin oynayacağı rolle gerçeklik kazanacaktır. 

AKP-MHP faşist bloğu büyük oranda toplum nezdinde inandırıcılığını  yitirmiştir. Patlamayla ilgili çarşıda, pazarda ve parklarda halka soru sorulduğunda alacağınız cevap şu olacaktır: 

“Seçimler geldi…” 

İktidarın bu tür provokasyonlarla yürüme şansı iki nedenle yoktur. İlki işi kılıfına uydurma yetenekleri zayıflamış ve ellerine yüzlerine bulaştırmaktadırlar. İkincisi ise büyük oranda toplumun ezici çoğunluğu gözünde teşhir olmuşlardır. Fakat bunlar faşizmin gidişi için yeterli değildir. Yaratılmak istenen korku iklimi büyük oranda kırılsa da halkın örgütlenme sorunu devam etmektedir. Bu sorun günümüzde, devrimci hareketin ve demokrasi güçlerinin baş gündemlerinden birisi olarak durmaktadır.

Ceberrut cephesi, içerisinde bulunduğumuz konjonktürde taktik ve stratejik yönelişini, gündem belirlemek üzerinden oluşturmaktadır. Seçimlere aylar kala  bir taraftan düzen içi muhalefeti yarattığı gündemlere entegre etmeyi diğer taraftan ise ulusal-liberal solun Kürt alerjisini kabartmayı amaçlamaktadır. Ayrıca Emek ve Özgürlük İttifakı içerisinde çatlak oluşturmak da  taktikleri içerisindedir. 

Demokratik haklar ve özgürlükler her geçen gün askıya alınarak kazanılmış haklar gasp edilmektedir. Aleviler, kadınlar, işçiler ve Kürtler hakları için sokaklara çıktığında polis şiddetiyle karşılaşmaktadır. Gerek polis şiddeti gerek Taksim’de sivil halkın katledilmesi farklı nitelikler taşısa da ikisi arasında diyalektik bir bağ vardır. Her ikisi de ezilen toplumsal kesimlerin sindirilmesi niyetini taşımaktadır. Dünyanın birçok yerinde grevler ve direnişler yaşanmaktadır. Türkiye’de emekçilerin yaşadığı ekonomik sıkıntıları düşündüğümüzde bu tür direnişler, grevler uzak değil. Ancak düzen güçleri gündemde ön almaktadır. Devrimcilerin ve demokrasi güçlerinin bu konudaki taktik sığlığı ve geniş toplumsal kesimleri örgütleyecek kabiliyetinin zayıflığı bütün çıplaklığıyla göz önündedir. 

Zenginlerin her günü bayram havasında geçirdiği yoksulların ise ekmeğe dahi ulaşmakta zorlandığı, sınıfsal çelişkilerin giderek derinleştiği bilinmektedir. Halkın yüksek enflasyon altında ezilmesi düzenin bilinçli bir politikasıdır. Örgütsüz  olunduğu sürece  yoksullaştırma politikaları devam edecektir. Emekçilerin içerisinde bulunduğu buhrana rağmen devrimcilerin ve demokrasi güçlerinin gündem belirleme konusundaki kısırlığını aşmanın yollarını birlikte aramalı, çıkış yolunu birlikte bulma mütevaziliğini göstermeliyiz. Yakın tarihimize kadar çeşitli  pratik deneyimlerimiz mevcut, bunlardan birkaçını hatırlatmak gerekirse: Biri 96 ölüm oruçları diğeri ise 2003 Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu’nun tezkere çıkarılmasını durdurması…

Toplumsal değişim sürecinin koşulları olgunlaşmakta. Ancak bunun gerçekleşmesi toplumsal örgütlenme ile mümkündür. 

Böylesi kritik bir süreçte Emek ve Özgürlük İttifakı ve  dışındaki devrimci güçlerin, AKP-MHP faşist bloğuna karşı ezilen toplumsal kesimleri örgütleyecek ve harekete geçirecek parolayı oluşturması gerekmez mi? Bu acil ihtiyacın giderilmesi durumunda kitlelerin inisiyatifi gelişecektir. 

İktidar, belirlediği gündemlerle halkın  yaşadığı sorunlara gölge getirmektedir. İktidarın gündemde ön almasına karşı halkın kendi gündemlerinin ağırlık merkezi oluşturmasını sağlamak bu dönemin önemli politik  faaliyetidir. 

Gündem belirlemek ve siyasette ağırlık oluşturmak için iki noktanın altını çizmek gerekiyor. İlki kolektif öncülüğü geliştirmek, ikinci olarak da geniş kitleleri harekete geçirecek parolayı örgütlemek. Taksim’de gerçekleştirilen katliam bu temelde ele alınmalıdır.