Neler oluyor? Kim kimle anlaşıyor?

M.A.Çelebi’nin yakasına hakaretamiz bir söylem eşliğinde AKP rozeti takılmasının, Feyzioğlu’nun Lefkoşe’ye büyükelçi atanmasının dumanı tüterken, Perinçek’in devlet protokolünde avuç açarak göklere yükselttiği duaları kulakları çınlatırken AKP-HDP anlaşması üzerine uykuları kaçıracak tartışmalara girebilmek için nasıl bir bilinç seviyesinde olabilmek gerekiyor anlamak çok güç…

Faşizmin kurumsallaşma seviyesinin ve toplumsal buhranın kazandığı yıkıcı boyutların; kendisini “akıl, aydınlanma, ilericilik” ile ilişkilendirmeyi çok seven ulusalcı cenahlarda bir arpa boyu akıllanmaya yol açmadığına son birkaç günde yeniden tanık olduk. AKP heyetinin HDP Genel Merkezi’ni ziyareti sonrasında bir tufan gibi ortalığı saran tartışmalar, Bahçeli’nin grup konuşmasında Cumhur İttifakı’ndan çekildiğini açıklayacağı beklentisine kadar ulaşan bir hayal alemini hızlıca üretebildi. Bu kadar cehaletin, bu kadar ahmaklığın nasıl açıklanabileceği siyasetten ziyade politik psikolojinin alanına giren bir tartışma olsa gerek. M.A.Çelebi’nin yakasına hakaretamiz bir söylem eşliğinde AKP rozeti takılmasının, Feyzioğlu’nun Lefkoşe’ye büyükelçi atanmasının dumanı tüterken, Perinçek’in devlet protokolünde avuç açarak göklere yükselttiği duaları kulakları çınlatırken AKP-HDP anlaşması üzerine uykuları kaçıracak tartışmalara girebilmek için nasıl bir bilinç seviyesinde olabilmek gerekiyor anlamak çok güç…

HDP geçen yılın sonlarında açıkladığı tutum belgesiyle burjuva muhalefete cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda açık bir çek vermişti. “İlkeler konusunda temel bir anlaşmazlık” yaşanmaması durumunda Millet İttifakı’nın adayının desteklenmesinin düşünüldüğü açıkça ilan edilmişti. HDP teamüllerine uygun olmayan bir biçimde parti içinde tartışılamadan “basına sızmasın” gerekçesiyle kapalı kapılar ardında hazırlanan bu metin, burjuva muhalefetin “HDP meselesi”ni onlar adına geçici bir çözüme kavuşturmuştu. Kılıçdaroğlu bu açık çek sayesinde daha özgüvenli hareket etmeye başlamış ve kendisini burjuva muhalefetin öncelikli adayı haline getirecek hamleleri yapabilmişti. HDP’nin elini bu kadar açık hale getirmesi, daha önceki yerel seçimlerde de “bağırlara taş basma” çağrısı etkili olmuş Demirtaş’ın manevra alanını genişletmiş, açıklamaları ve somut önerileriyle partinin doğrudan girmek istemediği bir alanda CHP-HDP yakınlaşmasının merkezinde olduğu bir “genişlemeci restorasyon” projesinin zeminini güçlü bir biçimde oluşturmaya başlamıştı.

Demirtaş’ın verdiği destek sonrasında Kılıçdaroğlu, sermayenin kimi kesimlerini rahatsız edebilecek -kamu özel iş birliği projelerinin iptali ve kamulaştırma gibi- bazı açıklamalarda bulundu, birkaç günlük Diyarbakır gezisini dilini yutmuş olarak da olsa gerçekleştirdi, Roboski ailelerine gidebildi. Fakat bu tür bir güç konsolidasyonu restorasyonun genişlemeci bir nitelik kazanmasını istemeyen geniş bir çevrede tepkileri tetikledi. Irkçı Özdağ, “HDP’nin desteklediği Kılıçdaroğlu seçimleri kazanırsa iç savaş çıkar” diyerek tehdidi savurdu. Devletin Akşener üzerinden “HDP’nin olduğu masada biz olmayız” diyerek konuşmasıyla M. Yavaş’ın ismi öne çıkarılarak finans kapital bağlantısı oldukça güçlü İmamoğlu’na yeniden alan açılması sağlandı. Kulağına “bizi destekleyen muhafazakârlar sizin kimliğinizden tedirgin” fısıltısı üflenince her zamanki eyyamcılığıyla “türbana yasal garanti” çıkışını yapıveren Kılıçdaroğlu, zaten bin bir parça olan kendi tabanındaki kargaşayı daha da büyüttü. 12 Eylül’den beri hep daha fazlasını almaya alışmış finans kapitalde yarattığı “tedirginliği” gidermek için kimsenin anlam veremediği ABD ve İngiltere ziyaretlerine koşturdu, dünyayı haraca bağlamış Batı finans kapitalini “temiz sermaye” diye takdis etti.

Aynı süreçte Demirtaş ve Kürt hareketinin diğer kanatları arasındaki açı farkını daha da görünür hale getirecek gelişmeler de yaşanınca muhalefet içerisinde inisiyatif kazanmaya başlayan “genişlemeci restorasyon” girişiminin güç kaybettiği, muhalefet içerisinde “neoliberal milliyetçi mukaddesatçı restorasyon” eğilimin gidişat üzerindeki pençesini belirginleştirdiği düşünülebilir.

Burjuva muhalefet içindeki bu çatallanma, Putin’in yarattığı olanaklarla ekonomide stabil bir dönem yaratmayı başaran iktidarın artan özgüveniyle de eş zamanlı yaşanınca faşizmin konsolidasyonu seçeneği yeniden tartışılır hale geldi. Burjuva muhalefetin umudunu bağladığı “iktisadi kriz” – ki patlayan şirket karları ortada bir kriz değil halkın yaşamını yangın yerine çeviren bir toplumsal buhran olduğunun altını bir kez daha çiziyor- en azından kurlar açısından enerjisini kaybettikçe kolayca gerçekleşecek bir restorasyon beklentisine kendilerini fazlasıyla kaptıranlarda tedirginlik daha da artıyor. AKP’nin MHP’nin de onay verdiği HDP görüşmesi esas olarak muhafazakâr Kürtlerden oy alma çabalarının bir ürünü, yoksa özel olarak HDP’nin genel olarak da demokrasi güçlerinin etrafındaki kuşatmayı tahkim etmek bu iktidarın birinci önceliği olmaya devam ediyor ve bunda bir değişiklik olabileceğini umabilmek için yaşadığımız son 7 yıldan hiçbir şey anlamamış olmak gerekiyor. Akşener’in grup konuşması, bu kuşatmanın tahkimi konusunda iktidarın yanında olduğunu bir kez daha gösterdi. Şaşırtıcı olan HDP’nin AKP ile konuşmasından ziyade Akşenerli bir burjuva muhalefete kayıtsız şartsız destek verebileceğini düşünmek değil midir? Bugün her ne sebeple olursa olsun HDP’yi dışlamaya, kriminalize etmeye devam etmekte ısrar eden her yaklaşım açıkça faşizmin tahkimatı yönünde tutum alıyor demektir. HDP’nin politik hattını bu anlayışın olası bir restorasyon sürecinde olabildiğince etkisiz kalması ekseninde belirlemesi en doğal hakkıdır.

Bu sahnede yaşanan toplumsal buhranın izlerinin, yansımalarının sınırlı kalmasında sosyalistlerin taktik konsantrasyonlarının son derece sınırlı olmasının etkileri üzerinde düşünmek ve eyleme geçmek gerekiyor. Asgari ücret belirleme süreci yaklaşıyor, ekmek zammı konuşuluyor, yoksul çocuklar soba yangınlarında, madenciler grizu patlamalarında can veriyor ancak sömürüye karşı görünür bir mücadele hattı inşası konusunda büyük bir yetersizlik var. Önümüzdeki 2 ay son derece belirleyici, işçi sınıfında önemli bir asgari ücret zammı yapılacağı beklentisi var, ancak sermayenin farklı kanatlarından ihracatın yavaşladığı, büyümenin hız kestiği çıkışlarıyla ön alma çabalarının etkili olma ihtimali oldukça güçlü. Elimizdeki tüm imkanlarla güçlü ücret artışı taleplerini örgütlemek, zamlara karşı öfkeye görünürlük kazandırmak, emekçi sınıflar lehine talepleri kamusal tartışma gündeminin merkezine taşımak durumundayız. Emek ve Özgürlük İttifakı bölgesel mitinglerle bu girişime öncülük etmeli, KESK ve DİSK aralarındaki anlamsız rekabetleri bir kenara bırakarak emek hareketindeki ağırlık merkezi yaratacak çıkışlar üretmeli, sosyalistler yan yana gelebildikleri tüm zeminlerde önümüzdeki 2 ayı uzun bir direnişler ve eylemler haftaları katarına çevirmenin yollarını aramalıdır. Bizlerin bu konuda inisiyatif alamadığı koşullarda halkın tribünlerden inmesini beklemek ya da toplumsal rolümüzü burjuva muhalefetin kritiğini yapmakla sınırlamak giderek anlamsızlaşacaktır.

Ataleti kırmak zorundayız. Telafisi olmayan, hata yapma lüksümüz kalmayan bir dönemdeyiz.