Paris’te direniş haftası

Fransa’da son birkaç haftadır rafineri işçilerinin grevleri ülkenin siyasi gündemini belirlemeye devam ediyor. En büyük rafinerilerde yaşanan grevler, özellikle ülkenin kuzeyinde hayatı ciddi biçimde etkiliyor, benzin istasyonlarında yakıt bulunamıyor.

Fransa’da yaşananlar sınıfın gündeme ağırlığını koyabilmesi için siyasi öznenin aldığı tutumun ne kadar belirleyici olabildiğini gösteriyor.

Türkiye siyasi tarihinin en hızlı yoksullaştıran enflasyonu günlerinde Amasra’da yaşanan madenci katliamı, sınıfın en geniş kesimlerince güçlü bir biçimde yanıtlanabildi mi? Ülkenin tüm devrimci demokratik birikimini, işçilerin milli gelirden aldığı payı iki senede 1/3 oranında azaltan büyük soyguna ve işçi katliamlarına karşı üç büyük kentin meydanlarında aynı gün on binleri bir araya getirmek için seferber edebilmemizin önündeki engeller nelerdir? Devrimciler, işçi sınıfıyla olan sınırlı temaslarını ve tabandaki örgütsüzlüğü kendilerine mazeret kılarak rutin eylemlerin dışındaki bir büyük kitlesel seferberliği iteleyecek hamlelerden geri mi durmalıdır? İşsizlik ve Pahalılık Derneği’nin 4-10 Mayıs 1970’de ilan ettiği ve 15-16 Haziran’a giden yolun kıvılcımını çakan “İşsizlik ve Pahalılığa Karşı Genel Direniş Haftası”nın bir benzerini bugün örgütlemek için kolları sıvamaktan daha anlamlı, daha “devrimci” bir güncel görev bulunabilir mi?

Bu önerinin şimdilik ülkemizde ciddi bir karşılık bulacağına dair işaretler oldukça cılız. Cuma gecesi Amasra’da yaşanan katliam dahi yüzü sınıfa dönük devrimcilerin ve sosyalistlerin güçlü, belirleyici ve birleşik eylemler düzenlenmesi konusunda konsantrasyonunu artıracak gibi görünmüyor. Amasra’daki katliama yanıt olarak Pazar günü Kartal’da gerçekleşen mitinge çok daha güçlü bir katılım ve çok daha geniş çevrelerin birlikteliği hayata geçirilebilirdi. Ancak güçlerin dağınıklığı ve konsensus sağlanabilen çerçevenin darlığı güçlü ve kıvrak taktikler geliştirebilmeyi zorlaştırıyor.

Yükselen enflasyonun basıncını hisseden ülkelerden Fransa’daysa son birkaç haftadır rafineri işçilerinin grevleri ülkenin siyasi gündemini belirlemeye devam ediyor. En büyük rafinerilerde yaşanan grevler, özellikle ülkenin kuzeyinde hayatı ciddi biçimde etkiliyor, benzin istasyonlarında yakıt bulunamıyor. İşçiler şirketlerin enflasyon günlerinde patlayan karlarından pay istiyorlar. Total Energies’e bağlı rafinerilerde işçiler “CEO’lara yapılan zam oranında” maaş artışı istiyorlar. Meclis çoğunluğunu kaybeden Macron, işçilerin talepleri karşısında geri adım atmamaya çalışan şirketlerin yanında ulusal güvenlik gerekçesiyle işçileri zorla çalıştırmanın ve grevleri askıya almanın yollarını arıyor.

Grevler tüm hızıyla gündemi belirlerken geçtiğimiz hafta sonu, son parlamento seçimlerinde bir araya gelen sosyalist muhalefetin çatı örgütü NUPES, yaptığı çağrıyla büyük şehirlerde hayat pahalılığına ve iklim krizi karşısında iktidarın kayıtsızlığına karşı mitingler düzenledi. İttifakın başkan adayı Jean-Luc Mélenchon yaptığı açıklamada “şu ana kadar yaşadıklarımıza hiç benzemeyen bir hafta”ya hazır olun diyerek “Direniş Haftası”nı başlattı. 140 bin kişinin katıldığı Paris’teki mitingde konuşan Mélenchon, “Bu Mélenchon’un yürüyüşü değil. Bu açların, soğukta üşüyenlerin ve daha iyi bir ücret isteyenlerin yürüyüşü” dedi. 2022 Nobel Edebiyat ödülü sahibi Annie Ernaux ile 60 yazar ve sanatçının da destek verdiği yürüyüş Fransa’da “Sarı Yelekliler geri mi dönüyor?” tartışmasını tetikledi. Salı günü için yapılan Genel Grev çağrısına ülkenin geniş kamu sektörü işçileri tarafından güçlü bir karşılık verileceği düşünülüyor. Macron hükümetinin emeklilik yaşını 62’den 65’e çıkarmanın hazırlıklarını yaptığı bir dönemde emeklilik yaşının 60’a indirilmesi ve gençler için temel gelir uygulamasının başlatılması da Direniş Haftası’nın gündemindeki talepler arasında.

Ülkemiz işçi sınıfının en uzun saat -işgücü içerisinde haftada 60 saatten fazla çalışanların oranı %15.1, OECD ortalaması %4.4-, en düşük ücretlere -Avrupa’nın en düşük asgari ücreti, çalışanlar arasında en yüksek oranlı asgari ücretli çalışan-, en çok ölerek -her yıl yaklaşık 2000 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor- çalıştığı bir ülkeyken yaşanan bu büyük toplumsal buhran koşullarında, ekonomi hala iktidarın işçilerin rızasını kazanmak için manevra yapabildiği bir alan olabiliyorsa sosyalistler olarak burada başka bir konuyu tartışmamıza olanak vermeyecek kadar büyük bir sorunla karşı karşıyayız demektir. İşin daha da garibiyse bu noktadaki zaafları aşmak, eksiklikleri gidermek, sürece dair müdahale araçları geliştirmek için kapsamlı bir tartışma yürütülmesinden de imtina ediliyor olması.

“HDP’nin oy potansiyelinin yüzde 20-25 bandında olduğunu biliyoruz. Bu potansiyeli açığa çıkarabilmenin yolu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın açıkladığı bildirgede yer alan hedeflerin somut bir program, söylem ve eyleme dönüştürülmesinden geçiyor. Adı üstünde, emek politikası çerçevesinde net bir sınıf bakış açısıyla işçiden, çalışandan yana bir ekonomi programı ilan edilebilir” (Selahattin Demirtaş)

Fransa’da yaşananlar sınıfın gündeme ağırlığını koyabilmesi için siyasi öznenin aldığı tutumun ne kadar belirleyici olabildiğini gösteriyor. Bugün Emek ve Özgürlük İttifakı’nın harekete geçirebileceği çok geniş bir toplumsal ve kurumsal kapasite mevcutken sınıfın yaşadığı kanamanın toplumsal gündemin merkezine oturması için gerekli çabanın harcanmıyor oluşu bir büyük boşluk oluşturuyor. Oysa ilk momentumu sağlayabilecek güçlü bir toplumsal irade faşizmin denetimi altında gibi görünen kimi sınıf örgütlenmelerinde bile çatlamaya yol açabilir. Ancak bu irade sergilenmezse, halkın öfkesinin güçlü merkezi organizasyonlarla sokağa taşması sağlanamazsa lodos yemiş balıklar gibi sersemleşmiş, seçimlerin hipnozundan çıkamayan ve kendisine yön belirleyemeyen, yön belirleyemedikçe de iç tartışmalarıyla kendisini öğüten bir dağınıklık sevimsiz bir olasılık olarak kendisini ortaya koyuyor.