Pahalılık ve yoksullukla mücadeleyi Saray’a mı bırakacağız?

Türkiye tarihinin en hızlı yükselen enflasyonunun yarattığı toplumsal buhran ve bölüşüm şokunun güçlü bir toplumsal tepki yaratmamasında sosyalistlerin rolü nedir?

Türkiye tarihinin en hızlı yükselen enflasyonunun yarattığı toplumsal buhran ve bölüşüm şokunun güçlü bir toplumsal tepki yaratmamasında sosyalistlerin rolü nedir? Saray rejiminin seçimler yaklaşırken kendisinden görece uzaklaşan prekarya, proletarya ve geleneksel orta sınıfları (esnafı) yeniden kazanmak için düğmesine basacağı kaynak transferinin ilk sinyallerinin gelmeye başladığı günlerde, yoksulluk isyanlarını örgütleme hedefi artık kadükleşmiş midir?

IMF’nin Ekim 2022 tarihli  “Yaşama Maliyetleri Krizine Karşı Koymak” başlıklı raporunda da ortaya konduğu gibi dünya kapitalizmi hızla bir resesyona doğru sürükleniyor. Pandemi sürecinde daha da hızlanan piyasaları paraya ve negatif faizli kredilere boğma politikaları, yapısal olarak “aşırı üretim-eksik talep” defosuyla malul kapitalizmi suni teneffüsle ayakta tutmaya yetti, ancak Batı’da yükselen enflasyon, artan enerji maliyetleri ve Çin’in “covide 0 tolerans” politikasının da etkisiyle daha da yavaşlayan büyümesi küresel durgunluğun koşullarını hazırlıyor. Herkes yaklaşan borç krizinden bahsederken şiddetlenen ve giderek nükleer savaş iddialarına açık hale gelen Ukrayna’daki çatışmalar, enerji maliyetlerinin durgunluk yüzünden azalmasına engel oluyor. Sri Lanka gibi yüksek borçlu ülkelerin ve kimi büyük şirketlerin çarkları çevirmekte daha da zorlanacağı bir döneme giriyoruz.

Türkiye’de resesyonun izlerini artan cari açıktan izlemek mümkün. İşçi ücretleri Çin’in birçok eyaletindekinin altına düşmüşken bile ihracattaki artış ithalat artışının yanında devede kulak kalmaya devam ediyor. Yıllık cari açık Ağustos sonu itibariyle 40.9 milyar dolara ulaşarak milli gelirin %5’ine yaklaştı. Net-hata noksan kaleminden giriş yapan dış kaynak ise aynı dönemde 28 milyar dolara ulaştı. Net hata noksanın ne kadarı hesaplama hatalarından ne kadar küresel mafya ağlarına devlet düzeyinde eklemlenmekten kaynaklanıyor ne kadarı da Putin’in dostluğundan kaynaklanıyor bunu ancak faşizmi yendikten sonra anlayabileceğiz.

Saray Rejimi’nin sandıkta yenileceğine dair imgeyi güçlendiren olgu, her düzeyden muhalefetin etkinliğinden ziyade halkın yaşam koşullarını sürdürülemezliğin eşiğine getiren pahalılık ve yoksullaşmayı yaratan, Yeni Ekonomi Modeli adıyla yürütülen bir büyük soygun oldu. İktidar son 3 yılda emeğin milli gelirden aldığı payı 1/3 oranında geriletmeyi başardı. Hem de özel sektörde ücretli çalışanların sayısı son 10 yılda neredeyse iki katına çıkmışken, nüfusun ücretli çalışan oranı artarken, ücretlilerin milli gelirden aldığı payın bu oranda düşmesi gerçek bir şok dalgası üretti.

Burjuva muhalefet, rüzgârın yönünü kendisine çevirdiğini zannetmesine yol açan bu büyük şoku, güçlü bir muhalefetin ana ekseni haline neden getiremiyor? Çünkü burjuva muhalefetin sermayenin ve devletin çizdiği sınırların dışına taşma iradesi bulunmamaktadır ve parmağını kıpırdatmadan iktidarın kucağına düşeceğini ummaktadır. IMF ve Dünya Bankası dahi kimi sektörlerde stratejik kamulaştırmaları politika önerileri gamına eklemişken kamu-özel işbirliği projelerinin derhal kamulaştırılması önerileri dahi masanın kimi bileşenlerinde kaşlarını çatılmasına yol açtı. Sermaye sınıfının yaşanan büyük soygundan duyduğu genel memnuniyet, burjuva muhalefetin çapsızlığı ile birleşince Saray Rejimi’ne kırdığı onca pot sonrasında toplumun emekçi kesimlerinin gözlerini boyayabilecek manevralar yapma alanı açılmış oluyor.

Peki sosyalistler, devrimciler ve HDP yaşanan toplumsal buhranın faturasını faşizme çıkartma noktasında ne kadar etkili olabildi? Açıkçası geçtiğimiz sonbaharda hem Türkiye’de hem de Kürdistan’da elektrik ve doğalgaz faturaları başta olmak üzere zamlara karşı açığa çıkan öfke, asgari ücrette artış talepleriyle birleşerek güçlü bir ivme kazanma eğilimi ortaya koymuştu ve Saray’ın son 5 yıllık süreçte en zayıf politik konuma itilmesine yol açmıştı.  Ancak burjuva muhalefetin “siz oturun, ben fatura ödemiyorum” şovu sonrasında halkın evlerine ve ekran başlarına tıkılması eğilimi sosyalistler tarafından kırılamadı. Birkaç ortak eylem girişimi de istenen oranda etki yaratamayınca sosyalistlerin genel dağınıklığı, ortak konsantrasyonun ve sürecin ısrarlı takibinin önüne geçti. Kürdistan’da halkın en temel sorun olarak ekonomik koşulları görmesiyse kimi Kürt yurtseverlerde Kürt sorununun geri planda kaldığına dair temelsiz bir kaygı yarattı, bu yanlış algı yoğun devlet baskısıyla birlikte HDP’nin de yoksulluk isyanları örgütlenmesi konusunda inisiyatif üstlenebilmesini engelledi. Emek ve Özgürlük İttifakı da sürece dair birleştirici bir eylem programı ilan etmek yerine genel sözlerle önemli bir momentte topu şimdilik taca atarak bekleme eğilimini güçlendirdi. Sosyalistlerin İşçi Emekçi mitingi gibi daha mütevazi ortak çabalarıysa kendi ezberini aşma noktasında zerre enerjisi kalmamış hantallıklar yüzünden etkisiz söylemlerin içerisinde kendi kendisini örseliyor.

Bugün gelinen noktada burjuva muhalefetin çizdiği muhalefet çerçevesinin ötesine geçilemediği, ekonomi alanı güçlenen bir yoksulluk isyanı ruhuyla Saray Rejimi’nin üzerinde tepinebileceği ve rıza üretebileceği bir zemin olmaktan çıkarılamadığı ölçüde faşizmin konsolidasyonu giderek daha güçlü bir seçenek haline gelecektir.

Geçtiğimiz hafta Türkiye Devrimi’nin tarihi önderi Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı andık. Kıvılcımlı’nın ve yoldaşlarının 4-10 Mayıs 1970 arasında İşsizlik ve Pahalılık Derneği’nin çağrısıyla bir araya gelen sınıf örgütleriyle “İşsizlik ve Pahalılığa Karşı Genel Direniş Haftası” ilan ettiklerini bu hafta boyunca İstanbul, İzmir ve Ankara’da gerçekleşen eylem ve mitinglerin Doktorcularla sınırlı kalmayan geniş bir katılımla gerçekleştiğini, bu Direniş Haftası’nın 15-16 Haziran Direnişi’nin de kıvılcımını çaktığını yeniden hatırlamakta fayda var. İPSD tarafından yapılan açıklamalarda “ülkedeki krizin yarattığı potansiyeli devrimci açıdan değerlendirebilmek için pratik alandaki çalışmalar olarak görülen bu mitinglerin temel amacı emekçi halkımızı tek cephede toparlayabilmek olarak” (Ayan, 2021: 281) açıklanıyordu.

Söz ayırır, eylem birleştirir. Bugün ikisine birden büyük ihtiyacımız var. Yoksulluk isyanlarının önünü açmak, sınıfın farklı kesimlerini meclislerde birleştirmek, önümüzdeki son derece kritik birkaç ayı çok etkili bir biçimde değerlendirmek, kendimizle birlikte çevremizi de harekete geçirecek bir seviyeyi yakalamak, içine itildiğimiz ataleti kırmak için güçlü bir inisiyatif geliştirmeye ihtiyacımız var.

Ayan, C. (2021) “Kıvılcımlı Hareketi’nin 1960’lardaki Kitle Örgütü: İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği” Kıvılcımlı’yı Anlamak içinde, (der.) C. Ağcabay, U. Taştekin, C. Ayan, NotaBene: İstanbul

Bir 11 Ekim günü toprağa verdiğimiz yılmaz Kıvılcımlı takipçisi ve HDP PM üyesi Tevfik Kaçar abimizi işçi sınıfının ve ezilen halkların birleşik mücadelesinde yaşatacağız!