Mersin’in açığa çıkardığı gerçekler
Devrimci ortam mücadele temposunu yükseltmelidir, temkinli adımlarla başarı sağlanamaz. Mersin ne getirdi ne götürdü sorusuna yanıt vereceğimiz önemli noktalardan biri de devrimci ortamın ideolojik sorunlarının ve mücadele temposunun teşhiridir. Özgüven sorunu yaşayan kurucu özne adayları bu gerçeklikten kaçınamaz.
AKP ve MHP faşist bloğu yayılmacı savaş politikaları izlediği ve bölgede yerleşmenin yanı sıra büyük bir talan gerçekleştirdiği bilinmelidir. Ve iktidarda kalmak için bu türlü yönelişleri de seçenekler içerisinde bulunduruyor. Bölgede başarı hikayesi yazmak için devletin tüm olanaklarını kullanıyor. Yürütülen savaş politikalarına paralel olarak ülke içerisinde baskı rejimini geliştirerek, bütün toplumsal kesimleri tahakküm altına alma niyeti taşıyor.
Mersin’de gerçekleşen eylemden sonra yoğun tartışmalar yaşandı, yaşanmaya devam ediyor.
Liberal sol ve ulusalcı solun yarış içine girercesine kınama açıklamaları yapmalarıyla ilk kez karşılaşmıyoruz. Süreci objektif olarak değerlendirmek yerine, Kürt özgürlük hareketine karşı duyulan alerjinin kabarması ve hemen peşinden zaman kaybetmeden temelsiz yargıda bulunulması manidar. “Sınır ötesi operasyon” adı altında yürütülen yayılmacı ve talancı savaş politikaları Kürt halkına dönük imha stratejisidir. Bu gerçekliği görmezden gelerek faşizm yenilgiye uğratılamaz. Diğer taraftan Kürt özgürlük hareketiyle empati yetersizliği de ayrıca yaşanmaktadır. Kınamak veya savaş politikalarına sessiz kalmak işçi sınıfının hayatında ne değiştirebilir? Halktan çalınanları savaşa aktaran politikaların teşhir edilmesi gerekmez mi? Demokratik bir ülke için halkların barış içinde yaşaması muhakkak şart. İşçilerin ve toplumun tüm ezilen kesimler savaşa karşı çıkmalıdır. Eşit, özgür ve demokratik bir ülke için kurucu özne adayları, kitleleri bu yönde politize etmelidir. Kınayarak veya sessiz kalınarak sorumluluk yerine getirilemez.
Formül; yukarıda bahsi geçen ilkeleri hayata geçirmektir, günümüzün dayattığı zorunluluk budur. Tarihleri boyunca bu gerçeklikle mesafe koyan, mücadele ufkunu bürokratik sendikaların ve kafelerin işletilmesiyle sınırlayan bu tür iddiasız hareketlerin geleceğin kurucu özneleri olma şansları yoktur.
Şiddet demokratik ortamı daraltır mı? Demokratikleşmenin yollarından biri de şiddet olabilir mi? Sınıf savaşımı açısından ezilenlerin şiddet kullanma meşruiyeti tartışılacak bir ilke değildir. Fakat tartışmaların hangi nitelikte ele alındığı, tartışıldığı önemlidir. Söylemlerimiz toplumsallaşıyor mu, toplumsallaşmıyorsa nedenleri nelerdir? Bu gerçeklerle hesaplaşmak gerekmez mi? Ne sokak hareketi ne faşizme karşı direniş ne de ezilenlerin şiddeti kendiliğinden olmayacaktır. Kaba ajitatif söylemlerle yürünemez. Önümüzdeki süreçte bu gündemin kendisi nitelikli bir şekilde tartışılmalıdır. Birkaç soru işaretiyle paragrafı kapatalım. Ezilenlerin şiddetini Kürt özgürlük hareketine yedeklenerek geliştirmek mümkün mü? Ezilenlerin şiddeti hangi stratejiyi güçlendirecek? Türkiye devrimci hareketinin önemli sorunlarından biri de budur.
Bu eylem seçimler sürecinde kaotik bir ortama mı yol açar? Aman dikkat! Burada provokasyon olabilir? AKP ve MHP faşist bloğunun kaotik ortam yaratmak için buna ihtiyaç duyduğunu zannetmek sığ bir yaklaşımdır. Seçimlere doğru giderken kaotik bir sürecin yaratılması için karanlık güçlerle iç içe geçmiş faşist bloğun birilerinin yapacağı eyleme ihtiyacı olabilir mi? Elbette değil. Faşizmin normali zaten sıkıştığında kitleleri bu yönde politize etmektir. Bu açıdan faşist ortamda sadece seçimlere endeksli bir siyaset izlemek gerçeği yansıtmamaktadır. “Devrimsel değişim sürecinde öncü rol oynamak” yazısında daha önce belirtildiği gibi: “Seçim ve sokağın diyalektik bağı kurulmadığı takdirde; iktidarın seçimle gideceğine ve demokratik sürecin oluşacağına dair beklentiye girmek gerçekten fazlasıyla iyimserlik olur. İşçi sınıfının karşısında faşist bir iktidarın olduğu unutulmamalıdır. Faşist iktidar gidişini anladığı an, sizin gerilim üzerinden siyaset yapıp yapmamanıza bakmayacaktır, çatışmalı ortam kaçınılmaz olacaktır.”
Bu iyimserlik elbette saflıkla açıklanamaz. İktidar hedefiniz var mı? Varsa, düzen dışı düşünmek ve hareket etmek gerekmez mi? Mesafe koyulan gerçeklik budur. Büyük bir yoksullaştırma gerçekleştirilerek; halktan çalınanlarla savaşa yatırım yapılıyor. Türkiye’de zengin ve yoksul arasında açı farkı her geçen gün büyüyor. İşsizlik kalıcılaşıyor. Sağlık, eğitim ve barınma krizi derinleşerek devam ediyor. Neoliberal ve faşist politikalarla toplumsal tecrit inşa edilmek isteniyor. İçerisinde bulunduğumuz konjonktür değişim sürecinin dayanak noktalarını güçlendiriyor. Fakat sosyalistlerin/devrimcilerin gerek süreci kavramak gerekse toplumsal bir taban örgütlenmesi konusundaki eksikliği yaşanmaktadır.
Peki hangi yollardan yürünmeli? Sokakta hesaplaşma bilincini kuşanan kitle hareketinin örgütlenmesi zorunluluktur. Devrimci demokrasinin inşası için kurucu özne adayları, konfor alanlarının dışına çıkarak objektif bir gözle toplumun tüm kesimleriyle empati kurabilmelidir. Politikleşme seviyesinin yükseleceği bir döneme doğru ilerliyoruz. Kuşkusuz üstünde durduğumuz zemin devrimci hareketin köklü mücadele geleneğinin birikimlerini barındırıyor. Çok ciddi bedeller ödendi, ödetildi. Emekçilerin faşizm koşullarında nefes alabilmesini bu gerçekliği bilerek yaratabiliriz. Faşizm yenilecek ve sınıfsal bir değişim süreci olacaksa onun yegane yolu düzen dışı mücadele hattının örülmesidir. Faşizmi yenilgiye uğratacak hat önümüzdeki günlerde seçim ve sokak arasında diyalektik bir bağın kurulmasından geçiyor. Özellikle AKP’nin toplumsal algıyı oluşturmayı ve yönlendirmeyi çok iyi becerebildiği unutulmamalıdır. Böylesi süreçlerde ortalama yaklaşımlar değil, ideolojik ve stratejik netlik çok önemlidir.
Kitleler büyük bir umutsuzluk içerisine itildi, gelecekleri çalındı ve hayal kurmayı unutan bir toplumsal gerçeklik açığa çıktı. Bu acı gerçeğin yaşandığı kör göze batar hale geldi. Toplumsal kitle dinamikleri ile pragmatik ilişki kurularak umut inşa edilemez. Kollektif önderlik anlayışıyla ortak bir hedefe toplumsal kesimleri kanalize edecek bir perspektifi oluşturabilmemiz gerekmektedir. Bu dönemin güncelliği bu gerçeği zorunlu kılıyor. Umutsuzluk ortamında umudun adı olmaya aday olmalıyız. Bugünün önemli sorumluluklarından birisi de budur.
Devrimci ortam mücadele temposunu yükseltmelidir, temkinli adımlarla başarı sağlanamaz. Mersin ne getirdi ne götürdü sorusuna yanıt vereceğimiz önemli noktalardan biri de devrimci ortamın ideolojik sorunlarının ve mücadele temposunun teşhiridir. Özgüven sorunu yaşayan kurucu özne adayları bu gerçeklikten kaçınamaz.
Faşizm gerçeğini unutmadan hareket edeceğiz. Bilincimiz bu anlamda açık olmalıdır. Yol haritamızı bu gerçeklikten yola çıkarak belirlemeliyiz. Faşizmin yenilgisi birden çok aracı geliştirmekle mümkün olacaktır. Aksi yönde düşünmek büyük hayal kırıklığına yol açacaktır. İktidar perspektifi olan devrimci hareketimizin bu yönde hazırlığı zorunluluktur.