Eylem, kınama, kınamayı kınama…

Ezilenlerin şiddeti üzerine bir ilke tartışması değil, içinden geçilen belirleyici momentte devrimci demokrasi güçlerinin en etkin pozisyon almasının ne yönde olması gerektiğini tartışmaktayız.

Geçtiğimiz hafta Mersin’de gerçekleşen eylem sonrasında yaşanan tartışmalar, önümüzdeki günlerde ne kadar sıra dışı gelişmelere açık olduğumuzun altını kalın kalın çizen bir kapsamda gelişti.

PKK’nin Türkiye’de uzunca bir süredir genel kamuoyunu yönlendirecek boyutta silahlı eylemler gerçekleştirmediğini biliyoruz. Devlet, özellikle de S. Soylu bu durumu kendi güvenlik doktrinlerinin ve faşist baskı politikalarının başarısı olarak göstermeyi çok seviyorlar. HDP Milletvekili Tayip Temel, 12 Eylül 2022’de verdiği bir röportajda ise bu durumun PKK’nin bilinçli bir tercihi olduğunu, “örgütün çatışma yöntemini Türkiye’de asgari düzeye indirdiğini ve hatta kimi (şiddet eylemleri gibi) yöntemlerini terk ettiğini” ifade etmişti. Bu tutumdan amaç ise “Türkiye kamuoyunun, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin tümünün iyi rol oynaması için” imkanlar yaratmaktı.

Mersin’deki eylemin bu tabloda çok köklü sonuçlar yaratıp yaratmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Eylemin ele alınış ve takdim biçimi devletin böylesi bir eylemin gerçekleşmesini önceden biliyor olduğunu düşündürüyor. İktidar içinde zor günler yaşadığı uzun süredir konuşulan Soylu’nun vazgeçilmezliğini ispat etmek için kurguladığı bir planın geliştirilen karşı taktiklerle farklı muhteviyatta bir sonuç yaratmış olabileceği üzerine spekülasyonlar yapılabilir ancak bu noktada faraziyeleri çoğaltmanın bir gereği yok.

Seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte 7 Haziran-1 Kasım arasındaki iç savaş koşullarının yeniden organize edilmesine dönük telaşlı bir beklenti var muhalefetin kimi kesimlerinde. Putin’in Suriye konusunda Erdoğan’ın elini şimdilik tutuyor ve Rojava seferini daha ziyade akçalı teşviklerle ikame etmeye çalışıyor olması iktidarın savaş elini yükseltmeyi ağırdan almasına sebep oluyor. Putin sağlayabileceği Rojava seferinden daha yüksek getirili teklifler – ki başta ucuz enerji, kontrolden çıkma eğilimi gösteren cari açık düşünüldüğünde- bu ağırdan almanın statik bir konuma dönüşmesine de yol açabilir. Ancak savaşın şiddetlenmesi noktasında devletten daha açık hamleler beklenirken PKK’nin son dönem ortalamasının üzerindeki dozdaki bir eylemi tartışmaların da önünü açtı.

7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönemin güç dengeleri oldukça farklıydı. Suriye’de AKP’nin Müslüman Kardeşler iktidarı beklentileri çökmüş, müzakere sürecinin dinamikleri Kürt siyasi hareketinin bölgedeki konumunu güçlendirmiş, Rojava IŞİD tehdidine karşı direnebilmiş, hatta Batı’nın da desteğiyle tüm dünyaya dehşet saçan bu canavarı tükeniş noktasının eşiğine itmiş, büyük bir prestij kazanmış, 7 Haziran’da da HDP’nin seçim başarısı AKP’yi iktidarı kaybetme riskiyle karşı karşıya bırakmıştı. Kasım 2014’te gerçekleşen MGK toplantısında Çökertme Planı’nın taslağı ortaya konmuş, seçimden sonra da bu plan organize ve genişleyen bir iktidar bloğunun iradesiyle hayata geçirilmişti. Kürt siyasi hareketi elindeki tüm araçlarla bu planı boşa düşürmek için direndi. Direnişin daha etkili taktiklerle, iktidar bloğunun ortak hareket etmesini zaafa uğratacak yöntemlerle geliştirilmesi mümkün olabilirdi belki ancak Gezi Direnişi sonrasında aktifleşen Batı’daki kitle hareketinin Suruç Katliamı’ndan 10 Ekim’e kadar geçen süreçte hızla paralize olması direnişin manevra alanlarını da hızla daralttı, bunun tam tersinin doğru olduğu momentlerin de yaşandığının altını çizmeliyiz.

Faşizmin kurumsal yapısını derinleştirdiği, saldırılarının kapsamını genişlettiği 7 yıl boyunca “Türkiye’deki demokrasi güçlerinin rollerini iyi oynaması” için açılan alan, özellikle tüm saldırılar karşısında ayakta kalmayı başararak demokratik dönüşümün en belirleyici unsurlarından birisi haline gelen HDP’nin etki alanını, iktidarın kapatma tehdidine rağmen giderek büyüttüğü koşullarda kapatılmak mı istenmektedir? Sanmıyoruz, ancak yaşananlar Kürt siyasi hareketinin farklı odakları arasında, yaşanan süreçleri farklı okumaların sonucunda kimi faz farklarının ortaya çıktığını gösteriyor. İktidarın bu faz farklarını büyütmek için titiz bir mühendislikle çalışacağına hiç kuşku yoktur.

Geniş bir demokratik kamuoyunun konjonktüre dair kaygı ve değerlendirmelerinin üzerlerinin en genel tartışmalarla örtülebilmesi mümkün değildir. Kimi liberal-sol-komünist ibareli öznelerin Kürt siyasi hareketine duydukları genel alerjiden beslenen bir acelecilikle “terör” edebiyatına sarılmaları yukarıda bahsedilen sahici ve samimi tutumlarla aynılaştırılmamalıdır. Ezilenlerin şiddeti üzerine bir ilke tartışması değil, içinden geçilen belirleyici momentte devrimci demokrasi güçlerinin en etkin pozisyon almasının ne yönde olması gerektiğini tartışmaktayız. Bu dikkat, özen, kararlılık ve açık bilinçlilikle sürdürülmesi gereken hayati bir tartışmadır ve katı taraflaşmalara dönüşmemesi gereken bir içeriğe sahiptir.

Sağcılığın bin bir renginin ortalığı kapladığı günümüz Türkiye’sinde Selahattin Demirtaş’ın toplumun geniş kesimlerine ulaşabilme ve etkileyebilme kapasitesi geliştirmiş olması tüm devrimci demokrasi güçlerinin bir kazanımıdır. Ancak devrimci demokrasi güçlerinin topluma konuşan odaklarının daha etkin koordinasyonu da önümüzdeki dönemin ciddiyeti düşünüldüğünde daha da önem kazanmaktadır. HDP, Demirtaş’ın varlığını kurumsal yapısı içinden konuşan bir aktöre dönüştürmeyi başarmalıdır. Gecikmeler, üzerinde kötü niyetli müdahalelere zemin üreten boşluklara yol açıyor. Demirtaş’ın HDP’nin etki alanının geliştirmek için attığı kimi adımlar zayıf bir koordinasyonun varlığında devrimci demokrasi güçleri açısından derin zafiyetlere de yol açabilir, geçtiğimiz hafta yaşanan tartışmalar bu olasılığın ne kadar güçlü olabileceğini de gösterdi.

Devrimci demokrasi güçlerinin hiçbir kanadının, hiçbir aktörünün ucuz polemiklerle değersizleştirilerek bir kenara atılması lüksüne sahip olmadığımızı anlatmaya gerek yok. Düşmandan çok birbirimizle didiştiğimiz o “eski güzel” günlere dönmek için faşizmi tarihin çöplüğüne atacağımız dönemi bekleyelim.

Şimdi safları daha da, çelik gibi sıkılaştırma zamanı; hem de en sert, en önemli, en stratejik tartışmaları yürütürken dahi.