Haydi, sokaklara meydanlara!
Halklar kendi çıkarlarını savunacak liderleri kendileri yaratacaklar ve iktidarda iken onunla sürekli bağ içinde sokaklarda savunacaklar. Liderleri ile sürekli diyalog içinde olacaklar ve yaptıklarını sürekli izleyip kendi görüşlerini duyuracaklar. Bunun için en önemlisi, halkların kendi taleplerini çıkarıp onlar etrafında örgütlenmesi ve adım adım onları izlemesi…
Ülkemiz bir seçim havası içinde. Ama artık seçimler eskisinden çok farklı gelişiyor. Partiler halklara programlarını, vaatlerini güzel güzel açıklamıyorlar. Partilerin birbirlerini aşağılamaları, küfürler, hakaretler ortamı kaplamış durumda. Hangisi doğru söylüyor, hangisi yalan anlaşılmıyor. Birbirlerine davalar açmalar, had bildirmeler, küfürler gırla gidiyor. Bu da toplumun kan damarlarına kadar giriyor. Tüm toplum olarak bir çürüme, bir düşmanlık, birbirinden nefret, hoşnutsuzluk havası içindeyiz. Çok kötü bir toplumsal yapı içindeyiz. Güvensizlik, korku, öfke, saldırılar, küfürler, aşağılamalar ortalığı kaplamış durumda. Yani seçim değil sanki bir iç savaş havasına girmişiz. Aile içinden akrabalara, komşulardan sokaktaki her yerde bu hava ortalığı kaplamış durumda.
Bütün bunların tek nedeni burjuva demokrasilerinin artık ömrünü tamamlamış olmasıdır. Serbest pazar kapitalizmi çoktan bitti ve şimdi de finans kapital diktatörlüğünün pislikleri tüm toplumsal ilişkilerin içine bulaşmış oluyor. Bu durum bizim ülkemize özgü bir şey değil, tüm dünyada böyle. Yakından izlemeye çalıştığımız Latin Amerika ülkelerinde de aynı şeyler yaşanıyor. İnsanların sistemlerine, geleceklerine güvenleri kalmadı. Nereye saldıracaklarını, nereden yarın bekleyeceklerini, umudun nerede olduğunu göremiyorlar. Bu ufuk burjuva düzeninde baştan yoktu ama şimdi ayyuka çıktı. Çürümüş bir toplum yapısı içinde debeleniyoruz. Ne yapmalıyız? Halklar olarak neler yapılmalı? Yazımızın amacı Latin Amerika genelinden kalkarak bir takım sonuçlar çıkartmaktır.
Kısa bakış
Seçim havası içinde olan tüm Latin Amerika ülkelerinde de durum böyle, kısa süre önce seçim yaşamış ülkeler ise bu havanın uzantısını yaşıyorlar. Bu durumu Uruguay’lı yazar, gazeteci, düşünür, aktivist Raul Zibechi “Tepeden değişimin steril illüzyonu” adını verdiği yazısında anlatmaya çalışıyor.(1) Üç ülke, Şili, Kolombiya ve Ekvador seçimlerinden yola çıkarak geleceğe yönelik sonuçlar çıkartıyor.
Birinci çıkarttığı sonuç “seçim politikaları programlardan ve önerilerden çok pazarlamaya dayanır.” Önemli olan bir partinin programının nasıl olduğundan çok onun iyi pazarlanıp pazarlanamadığıdır, diyor Zibechi. Pasolini’den alıntı yaparak nasıl tüketim antropolojik mutasyon ise seçim pazarlaması da tepeden aşağıya politik haritayı belirliyor. Çok kötü, hiç de halktan yana olmayan bir program halklara onların çıkarına gibi pazarlanabilir. Günümüz teknolojik özellikleri buna izin veriyor. Sosyal medya, fake haberler, büyük medya kurumları, tarafsızlığı kalmamış bir adalet sistemi vs. vs ile bu başarılabilir. Halklara hiç onları düşünmeyen, sömürülerine dayalı bir program tam tersi bir şekilde satılıp seçimler kazanılabilir. Belki de bu halkların cahil olup olmadığı tartışmalarına da ışık tutar. Pazarlama böyle bir şey. Hiç işimize yaramayacak bir şeyi aldığımız olmuyor mu? O nedenle de seçimlerde gerici iktidarlar tüm soygunlarına, yolsuzluklarına rağmen tekrar seçilebiliyorlar.
Ekvador’da öyle oldu. Sol görüşlü halklar, gerçek sol olan aday yerine, kendileri gibi yerli olan aday Yaku Perez’e inanıp, bizi düşünür diyerek, oy verince sol oylar bölündü ve seçimleri düzenin adayı Guillermo Lasso kazanıverdi. Yerli gerici aday hem kendini güzel pazarladı hem de gericilik sol oylar bölünsün diye ona destek verdi. Ondan önceki liderleri Lenin Moreno da seçildikten sonra giyindiği sol postunu çıkarıp kurtluğunu göstermişti. Şimdi Kolombiya’da iktidar yanlısı R. Hernandez ilerici G. Petro karşısında kendini yolsuzluk karşıtı olarak pazarlayarak başkanlık seçimlerini kazanma durumunda. Medyası, Tiktok mesajları ile değişim isteyen halklara kendini çok iyi satıyor. Boyalı medya da zaten Petro’yu karalamaktan hiç utanmıyor.
Zibechi’nin çıkarttığı ikinci sonuç: “gerçek iktidar gücü seçim sandığından çıkmadığı gibi ne parlamento da ne de iktidarın elindedir. Halkların görebilmelerinden çok uzak bu %1, dünyayı yeniden şekillendirmek için medyayı, silahlı kuvvetleri, polisi, her düzeyde iktidar kademelerini ve hepsinin ötesinde narko-paramiliter grupları kontrol ederler.” (2)
Yani kendimizden yana birini seçsek bile o iktidar koltuğuna oturmuş bir süs gibidir. Var olan devlet yapısı onun ülkeyi yönetmesine izin vermez. Biraz erken ama Şili lideri Boric’in böyle elinin kolunun bağlı olduğu düşünülüyor. Başkan olalı iki ay içinde halktaki desteği %43’e düşmüş durumda. Pek çok kesimde güvenirliliğini kaybetti. Kendinden önceki Pinera’nın yürüttüğü politikaları çoğu alanda yürütüyor.
Aynı şekilde, Peru yoksul halk lideri Castillo da seçmenlerinin güvenini kaybetti. İktidar güçleri onun iş yapmasını engelliyorlar. Kaçıncıdır kendisine ve 15’e yakın bakanına güvensizlik oyu verildi. Kaç bakanını değiştirmeye zorlandı. O artık açık açık iktidar olamıyor. Var olan eski yapının bir kuklasıdır. Yeni seçim olsa halklardan çok az oy alabilecektir.
Kolombiya’da ilerici Petro diyelim başkan oldu, o dibine kadar silahlı devlet yapısı içinde süs olmaktan kurtulabilecek midir? Biz bu Finans-Kapital güçlerini kendi eski siyasi liderlerimizin yazılarından okuduk ama bunlar güncel örnekler olması açısından hatırlatıcı.
Zibechi’nin üçüncü çıkarttığı sonuç bu: “seçilmiş iktidarlar, denediklerini varsaysak bile, gerçek güçler ve güçlülerin çıkarlarına dokunamazlar.” Aslında Ekvador ilerici eski lideri Rafael Ortega da iktidarda iken ülke para birimini geri getirip dolardan kurtarmayı beceremedi. Müthiş baskılar yaşadı ve aynı sonucu çıkartmıştı. Lula ve Dilma Brezilya’da halkçı politikaları nedeniyle darbe ve sahte yolsuzluk suçlamaları ile tutuklanıp içeri atıldılar. Zibechi sonuç olarak “başka bir yol bulmalıdır” diyor. Onların iktidar süreçlerini, sağlık sistemini, eğitim sistemini ya da şurada burada yaptıkları yanlışlar gibi konuları tartışmayın diyor. “Kendinizinkini yaratın ve savunun.” Yani boşuna dil dökmekle, ona kafa yormakla uğraşıp vakit kaybetmeyin, kendi işinize bakın. Kısaca kendi adayınızı bulup yaratın diyor.
Zibechi’nin yazısı böyle bitiyor ama bu konu derindir. Halkların kendi liderlerini yaratması ve onu savunmasının bir Bolivya örneği var. Evo Morales’in yardımcısı ünlü düşünür Linera kendi iktidar dönemlerinden dersler çıkarırken halk örgütlenmelerini bu doğrultuda nasıl yarattıklarını ve onları nasıl iktidara taşımaya çalıştıklarını ve bunları yaparken karşılarına çıkan sorunları anlatıyor ve öneriler getiriyor. Sonra da her zaman onlarla iç içe olunmalı sürekli onlar dinlenmelidir diyor. Bunu Yol yazımızda yazmıştık.
Sonuçta halklar kendi çıkarlarını savunacak liderleri kendileri yaratacaklar ve iktidarda iken onunla sürekli bağ içinde sokaklarda savunacaklar. Liderleri ile sürekli diyalog içinde olacaklar ve yaptıklarını sürekli izleyip kendi görüşlerini duyuracaklar. Bunun için en önemlisi, halkların kendi taleplerini çıkarıp onlar etrafında örgütlenmesi ve adım adım onları izlemesi gerekiyor.
Bu konuda iki ülke ve liderlerinin yaptıklarına bakalım.
Birinci örnek: Arjantin
Alberto Fernandez ve yardımcısı Cristina Kirchner Hepimizin Cephesi koalisyonu olarak 2019’dan beri baştalar. Bu iki lider halklarla bağlarını ilk ara seçimlere kadar pek sıkı tutmadılar ama sonra seçimlerde başarı sağlayamayınca buna önem vermeye başladılar. Partilerinin her bir bölgede, kentte halk örgütlenmeleri var ve diğer parti ve halk örgütlenmeleri ile bağlantıdalar. Birlikte sokaklarda eylemler yapıyorlar.
Arjantin’de 2001’de yaşanan olaylarla halklar talepleri, çıkarları doğrultusunda sokaklara çıkmanın kaçınılmazlığını çok iyi öğrendiler, hatta tüm dünyaya büyük deneyler gösterdiler. Ekonomi neoliberal politikalar ile iflas edip yere çakılınca (şimdi sanki biz böyle bir döneme doğru gidiyoruz) milyonlarca işçi, işsiz, orta sınıftan insan kendiliğinden, hem de bir liderleri, bir örgütlenmeleri, bir partileri olmadan sokaklara döküldüler. Politikacıların hiç birine inanmadıklarını söylediler. Herkesin söz sahibi olduğu eşit bir sosyal yönetim yapısı kurdular ve adına da o zamanlar horizontalizm (yatay yönetim) dendi. Ekonominin çökmesi, banka hesaplarının dondurulması, para birimlerinin erimesi ve enflasyona karşı öfkelerini gösteren eylemler yaptılar. Sayısız fabrika işgal edildi, işçiler buraların yönetimini ellerine aldılar. Bankaların kapatılmasına karşı banka duvarlarını parçaladılar. Yollar kapandı ve o zamanların çok ünlü sloganı gelişti: “Başka bir dünya mümkündür!” Oradan da tüm dünyaya yayılmış ve Sosyal Forumlar düzenlenerek tüm dünya sol güçleri bir araya gelip deneyler paylaşmaya başlamışlardı. Venezuella’da Hugo Chaves ve 21.yy Sosyalizmi de buralardan doğmuştu.
Yani Arjantin halklarının yakın geçmişinde böyle bir isyan geleneği vardır. Şimdi de ülke bizimkine benzer bir enflasyon ve işsizlik sorunu ile karşı karşıya iken, bir de bir önceki iktidarın aldığı tarihin en büyük IMF borcunu ödemek ile yüzyüzeler. 18 milyon insan yoksul, 11 milyon yiyecek bulamıyor, 5 milyon evsiz insan var ve zenginler hala hem pandemi hem de Ukrayna savaşından yararlanarak halkları soymaya devam ediyorlar. Halkların yeniden patlaması, isyan etmesi her an gerçekleşebilir.
İktidar elinden geldiğince halklarla bağlarını sıkı tutmaya çalışıyor. Protestolarına öyle diğer ülkelerdeki gibi polis saldırıları olmadığı gibi öfkelerini göstermelerine, taleplerini dile getirmelerine izin veriliyor. Örneğin 1996 yıllarında kurulmuş güvencesiz işçiler ve işsizlerin örgütlenmesi Piquetera çok geniş bir örgütlenme ağına sahip. IMF ile anlaşmanın imzalanma yolunda olduğu Mart ayından beri sokaktalar. 1 Mayıs’ta sendikalar ve tüm ülke halk örgütlenmelerinin 3 günlük eylemlerinden sonra 13 Mayıs’ta Federal Yürüyüş başlattılar. Ülkenin dört bir köşesinden 100’den fazla traktör ve kamyonla başkente yürümeye başladılar. Yol üstünde geçtikleri kentlerin içine girip taleplerini açıklayıp yollarına devam ettiler. Sendikaları, halkı, partileri her türden örgütlerini sokaklara, ulusal grevlere çağırıyorlar. Sokaklarda “Herkese iş, aş, dam!” sloganları atıyorlar.
Halkın gerçekten çok zor durumda olması ve patlama işaretleri vermesi iktidar güçlerini korkuttu. Hatta Fernandez 1 Mayıs konuşmasında halka iş, aş ve dam vermelerinin aslında görevleri olduğunu söyledi. Meclisteki iktidar parti milletvekillerinden iki grup ayrı ayrı iki öneri verdiler. Birincisi IMF borçlarının iş çevrelerinin dışardaki paralarından ödenmesidir. IMF’nin bir önceki Macri iktidarı döneminde açtığı kredilerin bir kısmının zengin iş çevrelerinin dış bankalardaki hesaplarına yatırıldığı ortaya çıkmıştı ve şimdi IMF’ye olan borcun bu hesaplardan alınarak oluşturulacak fondan ödenmesi önerisi hazırlandı. Ayrıca iş çevrelerinin savaş ve pandemi nedeniyle “beklenmedik” fazla gelir edenlerinden %15 oranında ek vergi alınarak IMF borç ödeme fonuna yatırılacak. Borcun böylece halktan değil zenginlerden alınma adaletinin sağlanması düşünülüyor.
Halk protestolarının ikinci kazancı denebilecek şey de evrensel gelir konusudur. İktidarın ilerici kanat üyeleri herkese böyle bir gelir verilmesini de öneriyorlar. İki karar da mecliste önümüzdeki günlerde oylanacaktır. Muhalefet elbette bu önlemlere karşıdır ve yasalaşması zor görünüyor. Ama hiç şüphe yok ki örgütlü halkların gözü kulağı bu kararların oylanmasında olacaktır. Gerici çevrelerin ensesinde duracaklardır. Her an gene sokaklara çıkabilecek şekilde bekliyorlar. Fernandez iktidarı da ekonomiyi elinde koz olarak kullanan güçlere karşı halktan yana politika yapmayı böyle halk protestoları ile sağlamaya çalışıyor.
Belki akıllardadır Kirschner 2007 yılındaki iktidarı döneminde IMF borçlarını ödememe kararı almıştı. Ama bu döneminde bu kararı alamadı. Bunun gericilikle ilgili olduğu kesindir. Ve son günlerdeki protestolar sırasında da evi bazı gerici güçler tarafından saldırıya uğradı. Gericilik elbette onların halk desteğinin farkında ama artık biraz geç kaldılar diyelim.
İkinci örnek: Brezilya
Halk örgütlenmelerinin en güçlü olduğu ülkelerden diğeri de kıtanın en büyük ülkelerinin başında gelen Brezilyadır. Gericiliği ve pandemide aşının gereksizliğini savunmasıyla bilinen liderleri Bolsonaro bizim de günlük hayatımızda yabancı olmadığımız özellikler taşıyor. Tüm ülke sık sık “Defol Bolsonaro” çığlıkları ile çalkalanıyor. Kamuoyu araştırmaları Kasım başındaki seçimlerde Lula’nın hem de ilk turda seçileceğini gösteriyor.
Ordu’dan gelen partisiz Bolsonaro bir önceki liderler Lula ve Dilma’yı darbe ile indirmiş ve yolsuzluk suçlamaları ile içeri attırmıştı. Ülkesini iç ve dış finans kapital güçlerine peşkeş çekti ve hala çekiyor. Giderayak da kıtanın en büyük elektrik şirketi Eletrobras’ı özelleştiriverdi. “Karnı aç olan 30 milyon insan şimdi karnını doyurmak ve elektrik parası ödemek arasında tercihe zorlanacak” dedi Lula. Artık halklar onun ne olduğunu çok iyi anladılar. Seçimler, eğer ki hilesiz ve şeffaflık içinde yapılırsa Bolsonaro kaybedecektir. Bolsonaro da bizim yakından tanıdığımız oyunlarla iktidarda kalma çırpınışları içinde.
Seçimlerin elektronik değil manuel yapılması girişimi boşa çıkarıldı. Şimdi de Lula’ya karşı bir darbe hazırlığı içinde olunduğu söyleniyor. Bolsonaro’nun içinden geldiği Silahlı kuvvetler yetkilileri kendilerinin yapmayacağını açıkladılar. Bolsonaro şu aralar digital milisler, fake haberler ile diğer taraftarlarını silahlandırıyor ve onlar savaş çığlıkları atıyorlar. Kaybedeceğini gördüğü için kelleyi koltuğa almış görünüyor. İktidarı kaybederlerse yolsuzluklarının ortaya çıkacağını ve tutuklanacaklarını bildiklerinden her ne pahasına olursa olsun koltuğa sarılıyorlar.
Lula ve halk hareketi
Halk cephesi de örgütlü ve onlar da seçimlere hazırlanıyor. Girişte anlattığımız gibi başkanlık seçimleri bir savaş havası ortamında geçiyor.
İki tane güçlü halk örgütlenme bloğu var: Demokrat Cephe ve Halk Mücadele Komiteleridir. Bu halk komiteleri sokaklarda, evlerde, okullarda, kiliselerde örgütlüler. Politik partilerce de destekleniyorlar. Topraksız Köylü Hareketi, Merkezi İşçiler Birliği vs. açık açık Lula’yı engelleyecek darbeye karşı hazırlık yaptıklarını söylüyorlar.
100 üzerinde Halk Hareketi krizin üstesinden gelebilmek, ülkeyi düzlüğe çıkartmak için neler yapılabileceği ve yoksul, çalışan halkların taleplerinin neler olabileceği üzerinde iki aydır toplantı üzerine toplantılar yaptılar. Toplantılara kentten kırsal alanlardan kadın, genç, çevreci, yerli halk hareketlerinden binlerce sosyal örgüt temsilcisi katılıyor. Toplantı sonuçları Merkezi Ulusal Koordinatör’e iletildi. Mayıs sonunda talepler 80 liderin imzası ile 10 talep olarak Lula’ya gene büyük bir toplantı ile sunuldu.
“Talepler sosyal eşitsizliği azaltıcı olarak iş, istihdam ve gelir konularını içeriyor: Devlet ve sosyal hizmetler; kentlerde reform; vatandaş ve kamu güvenliği; plebisitler ve referandumlar ile sosyal kontrolü sağlayıcı demokratik konular; çevre konusu; aile çiftçiliği, gıda bağımsızlığı; eşitlik ve farklılık konuları; kadınlar ve gençler için kamu politikaları; ve uluslararası egemenlik gibi konuları kapsıyor.” (3)
Taleplerin Lula’ya sunumundaki konuşmalarında sosyal liderler taleplerinin Lula iktidar programında olamayacağını bildiklerini söylediler. Ülkede buna karşı başka güçlerin işin içinde olduğunu bildiklerinden Lula’nın bir imza ile bu talepleri yerine getiremeyeceğini bildiklerini söylediler. Zamanla gerçekleştirileceği düşüncesindeler. Bu talepler kent ve kırsal alanda kitlelerin politik eğitimi ve örgütlenmesinde de kullanılacaktır. Bunları tabandaki halklar ile tartışacak onları bilinçlendirip örgütleyecekler.
Lula talepleri aldıktan sonra ilginç bir açıklamada bulundu. İktidar olduğunda sosyal halk hareketlerinin kendisinin aldığı kararları sürekli değerlendirmelerini istedi. “Beni yaptıklarımla yargılayın.” Lula ilk iktidar deneyinden dersler çıkardığını daha önceki konuşmalarında da açıklamıştı. Halklarla bağını olması gerektiği gibi sıkı tutmadığını ve bunun yanlış olduğunu söylemişti. Yeniden iktidar olunca sürekli onlarla bağlantı içinde olacak ve karşılıklı olarak hangi kararı ne için aldığını anlatacak, tartışacaktır. Bu bize Fidel Castro’nun hafta sonu raporlarını hatırlattı. Rahmetli de her Pazar günü radyo ve televizyondan halka seslenirdi. O hafta içinde hükümette alınan kararları ve gerekçelerini açıklardı. Böylece halkları aydınlatır, politikleştirirdi. Halklar da saatlerce onu dinlerlerdi. Lula da böyle mi yapacak bilmiyoruz ama halkla sürekli iletişim içinde olacaktır. Garcia Linera’nın halkla ilerici iktidarların sürekli bağlantılı olmaları önerisini Lula gerçekleştirecektir. Kulağı sürekli halkın sesine açık olacaktır.
Sonuç
Bütün buradan bizim çıkarttığımız sonuç şudur. Halklar ilerici iktidarları seçerek sorunlarına nihai sonuçları elde edemezler. Tepedekiler hem ulusal hem de bağlantılı oldukları uluslararası güçler mutlak kendi çıkarlarını görünmeden halklara dayatacaklardır. O nedenle halklar bunun bilincinde çok iyi örgütlenmeli, çıkarlarını çok iyi belirlemeli, görmeli ve her gün sokaklarda meydanlarda uyanık bir şekilde kendilerini dayatmalıdır. İktidarların başka yollara sapmasının önü alınmalıdır. Onların, iyi niyetli olsalar bile tepeden sanki birer kukla gibi oynatılmakta olduğunu bilmeliyiz. Tek yol kendi iktidarlarımızı kurmaktır. Bunun da yolu mahallelerimizde, tüm alanlarda halk örgütlerini kurmaktır.
O nedenle örgütlenme dışında, kendi seçtiğimiz iktidarlar da olsa politikalarını izlemeli, sürekli sokaklarda, meydanlarda düşüncelerimizi gücümüzü göstermeli, sesimizi duyurmalıyız. Bu işin başka çözümü yok. Şu seçime girdiğimiz dönemde de buna çok büyük ihtiyacımız var. Haydi, meydanlara sokaklara! İşte o zaman hâkim medya ve kendilerini göstermeyen, devlet gücünü elinde tutan finans kapital güçlerine karşı da gücümüzü dayatabileceğiz. Halkların sömürülmesi, soyulması, aldatılması, uyutulmasına karşı elimizdeki tek silah bu örgütlü mücadelemiz olacaktır.
1. https://www.nodal.am/2022/06/la-esteril-ilusion-del-cambio-por-arriba-por-raul-zibechi/
2. Ay