“Kimlik” politikalarına dönüş mü?
İşçi sınıfı tüm ezilenlerin sorunlarına sahip çıkabildiği ölçüde gerçek bir sınıf bilincine sahip olabilir. Düzen bunu engellemek için hemen her yolu denedi ve denemeye devam ediyor. Özellikle 1990’lı yıllarda “topyekûn savaşla” başlayan ve sürekli derinleştirilen şovenizm ve milliyetçilik ile işçi sınıfını büyük ölçüde kuşatmayı başarmıştır. Halklar ve yoksullar arasına örülen bu duvar her zayıfladığında düzen onu yeniden güçlendirmek için gözü kara davranmayı biliyor.
Zap Avaşin operasyonu politikayı çok bildik günlere döndürdü. Tüm kanallarda “şehitlerin” cenazesinin verilmesiyle haberlere başlaması ve TSK tarafından imha edilen “PKK gerillası” sayılarının açıklanması…
Böyle haberler bu ülke insanlarının yaşamlarının bir parçası haline gelmiştir. Şubat 2021’deki Gare operasyonu bu alışıldık gidişi belli ölçüde kırmıştı; ancak Cumhur ittifakı bir kez daha bu eski yöntemi politikanın gündemine taşıyor.
Taşımakla kalmadı, Erdoğan amacını son grup toplantısında çok açık bir şekilde açıkladı:
“ Kandil diye bir yer kalmayınca bu parti görünümlü terör örgütü payandasının da varlık sebebi ortadan kalkacaktır.”
Seçime giderken hem Kandil’den hem de HDP’den kurtulmak Sarayın hayali olsa da, nelerin gerçekleşeceğini çok geçmeden herkes görecek.
Aynı grup konuşmasında Erdoğan bir de uyarı yapıyor: “Yaşadığımız sıkıntılar şükürsüzlüğe, manevi isyana sürüklerse asıl felaketimiz işte o zaman başlar.” Baş edilemeyen ekonomik sıkıntılar, her gün artan fiyatlar Siyasal İslamın temellerini iyice aşındırırsa o zaman “felaket” başlayacaktır. “Şükürsüzlük” ve “manevi isyan” yani yaşanan dayanılmaz maddi sorunların inancın zeminini süpürüp götürmesi olasılık dâhilindedir. Sarayın böyle bir korkusu vardır.
Bugüne kadar beslenen inşaat ve hizmet sektörlerinden, büyük bunalım nedeniyle yeni bir işsizlik dalgasının gelme olasılığı oldukça fazladır.
Bu tablodan bir çıkış yolu bulamayan Saray politikanın eksenini bir kez daha savaş üzerinden milliyetçiliğe çevirdi. Bir yandan “pençe-kilit” operasyonu, öte yandan Suriyeli göçmenler sorunu siyasal gündemin öncelikli maddeleri haline getirildi. Oysa yakın zaman önce, yükselen işçi hareketinden ve 8 Martta bir kez daha meydanları dolduran kadın hareketinin gücünden söz ediliyordu. Elbette bu genel havanın her yerinde dayanılmaz zamlara karşı yükselen tepkiler vardı. Hala da var olmaya devam ediyor. Ancak Saray bu havayı değiştirmek için çok eskimiş de olsa elindeki en bildik politik yöntemi yeniden devreye soktu.
Geçtiğimiz aylarda uzun yıllar politik ortamı işgal eden “kimlik politikalarından” “sınıf siyasetine” bir dönüş başladığı üzerine tartışmalar yoğunlaşmıştı. Sarayın yeni operasyonlarla 2015 Haziran ve Kasım arasında başarabildiklerinin bir benzerini önümüzdeki süreçte yeniden elde etmesi mümkün müdür? Bunalımın etkilerini yeni operasyon taktikleriyle görünmez hale getirebilir mi?
İşçi sınıfı tüm ezilenlerin sorunlarına sahip çıkabildiği ölçüde gerçek bir sınıf bilincine sahip olabilir. Düzen bunu engellemek için hemen her yolu denedi ve denemeye devam ediyor. Özellikle 1990’lı yıllarda “topyekûn savaşla” başlayan ve sürekli derinleştirilen şovenizm ve milliyetçilik ile işçi sınıfını büyük ölçüde kuşatmayı başarmıştır. Halklar ve yoksullar arasına örülen bu duvar her zayıfladığında düzen onu yeniden güçlendirmek için gözü kara davranmayı biliyor.
Garo Paylan Ermeni soykırımının tanınması ile ilgili her yıl önerge verdiğini söyleyerek, bu seferki değişimi şöyle açıklıyor: “Sadece yılı güncelliyorum. 7 yıldır böyle bir lince maruz kalmadım. Bu meseleler konuşulabiliyordu.” Bu günlerde neden konuşulamadığı yeterince açık.
Konu 90’lı yıllardan beri her seferinde aynı duvara çarpıyor. İşçi sınıfı bilincini yükselterek sorunu aşabilecekken, kimi sol örgütlenmeler ve tüm sözde sosyal demokratlar bu duvarın önünde durup daha öteye gitmeyi göze alamadığı için iktidar da her seferinde aynı oyunu oynama şansını kendisinde görüyor.
Sadece zamlara, yoksullaşmaya karşı çıkmakla yetinmek sınıf bilincini güçlendirmez, ezilenlerin tümünün sorunlarına sahip çıkmakla saflar güçlenip genişleyebilir. Sınıf mücadelesi Kürt, Ermeni Alevi sorunlarını kapsayamadığı ölçüde, her seferinde kendi yoksulluğundan da kurtulamayacaktır. Saray bildik yoldan bu çok özel süreçte yeniden yürümeye başladı. Aslında başka bir yolu da zaten yok! Onun bu hesaplı tekrarını işçi sınıfı bu kez bozmak zorundadır, yoksa yolun sonu çok iyi biliniyor.