SODAP: ‘Yaşanacak Bir Ülkeyi Birlikte Yaratacağız’
Ekonomik krizin her geçen gün derinleştiği, ülkenin faşizm politikalarıyla yönetildiğini belirten SODAP, ‘acil geçiş programı’ adını verdiği ‘Yaşanabilir Bir Ülkeyi Birlikte Yaratalım’ deklarasyonunu açıkladı.
Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP) Sözcüsü Sevtap Akdağ’ın açıkladığı deklarasyon basın toplantısında HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay, Kezban Konukçu, Fatma İnce, Sıla Öztürk ve Mehmetcan Alkan da konuşma yaptı.
“Halk seyirci değil kurucu öznedir”
Sözcü Akdağ, deklarasyonu üç temel başlık üzerinde şekillendirdiklerini söyledi: “Birincisi, birimiz değil hepimiz! Gerçek demokrasi için demokratik ekonomi, piyasa değil demokratik planlama, işsizliğe, yoksulluğa karşı güvence ve insanca yaşanacak ücret. İkincisi faşizme karşı demokrasi, tekçiliğe karşı eşit vatandaşlık, gericiliğe karşı demokratik laiklik. Üçüncüsü hetero-patriyarkaya karşı kadınlara ve LGBTİ+’lara mutlak eşitlik yaşanacak bir ülkeyi hep birlikte kurabiliriz. Halk seyirci değil kendi yaşamının kurucu öznesidir. Bu yıkımın altında kalmayacağız. Yaşanacak bir ülkeyi hep birlikte kuracağız.”
Ülkenin içine sürüklendiği buhranı, kayıtsız şartsız piyasacılık, ekolojik yıkım ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin yarattığını belirten Akdağ, “Yeni yıkımlara yol açmamak için demokratik, şeffaf, katılımcı bir planlamayı esas alan, emekçi sınıfların örgütlü şekilde kararlara katılımını, üretim süreçlerini ve sonuçlarını denetlemesini benimseyen, doğanın ihtiyaçlarıyla uyumlu, halkın varlıklarını ve kaynaklarını halka döndürmeyi esas alan demokratik ekonomiyi yaratacağız.” diye kaydetti.
“Erdoğan sonrasında yine sermaye öncelenecekse…”
Açıklamada konuşan HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay: “AKP-MHP faşist iktidarı, ülkeyi her açıdan büyük bir yıkıma sürükledi ve Türkiye’de bir avuç oligarkın bayağı çıkarları doğrultusunda emeğimiz, doğamız, suyumuz, havamız, kültür ve tarih değerlerimiz geri getirilemeyecek şekilde yok ediliyor. Bizim istediğimiz bu kritik momentte sorunlarımıza el birliğiyle kalıcı yapısal çözümler üreterek politikalar geliştirmektir. Erdoğan sonrasında yine sermaye öncelenecekse, neoliberal politikalar sürdürülecekse, sorunlarımızın temelini oluşturan Kürt sorununun demokratik çözümü kulak arkası edilecekse o zaman ne değişecektir diye sormalıyız hep birlikte. Sosyalistler olarak büyük bir sorumluluk altında olduğumuzu biliyoruz. HDP’nin faşizme karşı demokrasi mücadelesinde üstlendiği rol göz ardı edilerek Türkiye halklarının karanlıktan aydınlığa çıkarılamayacağını düşünüyoruz.”
“Güvence toplumunu yaratmanın kaynağı servet vergisidir”
Ülkenin zenginliğini yaratan işçilerin bundan faydalanamadığını ve yoksulluğa sürüklendiğini belirten Kezban Konukçu, “Devlet iş sağlayamıyorsa geliri güvence etmelidir, bu şarttır.” dedi. Konukçu, güvence toplumunu yaratmanın kaynağı olarak servet vergisini işaret etti.
“Bakım emeği kamusallıştırılmalı”
Toplumsal buhran içerisinde kadın sömürüsünün son bulmasına yönelik politikaların acil olarak savunulması gerektiğini söyleyen Fatma İnce, “Feminist mücadele hem Türkiye’de hem de dünyada önümüzü açıyor. Kadın emeğinin sömürülmesinin son bulmasının, bakım emeğinin kamusallaşmasına, bakım emeğinin erkekler tarafından paylaşılmasına yönelip politikalar hayata geçirilmelidir.” dedi.
“Demokratik üniversitelere ihtiyacımız var”
Üniversite öğrencisi Sıla Öztürk: “Bir tek adamın ya da onun atadığı çeşitli kayyumların üniversitelilerin hayatına bir anda düşerek bizleri şekillendirme çabaları ve bizlerin kendi yaşam alanlarımızda, kampüslerimizde söz hakkına sahip olamıyor oluşumuz, sınavlarımızda, sosyalleşme ortamlarımızda söz ve karar hakkına kavuşamıyor oluşumuz demokratik üniversitelerin ihtiyacını çok net bir şekilde gösteriyor.”
Demokratik laiklik vurgusu
Açıklamada konuşan Mehmetcan Alkan, son dönemde gündeme gelen 20. Milli Eğitim Şurası’nda alınan 4-6 yaşındaki çocuklara din dersi verilmesi tavsiye kararını eleştirerek zorunlu din derslerinin kaldırılmasını; demokratik, laik, parasız, bilimsel, anadilinde eğitimin hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı.
Sosyalist Dayanışma Platformu’nun açıkladığı deklarasyonun tam metni:
Yaşanacak Bir Ülkeyi Birlikte Yaratacağız!
Gezi ve Kobane direnişlerinin dengesini bozduğu AKP iktidarı, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında geliştirdiği yeni ittifaklar ve inşa edilen yeni iktidar bloğuyla geleceğe kaçmayı başardı ancak artık rejim için yolun sonu görünüyor. İstikrara kavuşturulamayan ekonominin tetiklediği yoksulluk ve hayat pahalılığı geniş emekçi kesimleri iktidarın karşısında konumlandırıyor. Faşizmin kurumsallaşması açısından son konak olacak 2023 hesaplaşmasının iktidar bloğu için tarihsel bir hezimete dönüşmesi büyük olasılık. Ancak iktidarın kaybı olasılığını ortadan kaldırmak için her türlü siyasi adımı atabilecek bir faşist blok karşısında olduğumuzu unutmamamız gerekiyor.
Buna karşılık rejimin muhalefetinin sınırları da sermayenin çıkarları tarafından çiziliyor. Eski rejimin restorasyonu peşindeki güçler, işsizlik ve yoksulluğu üreten neoliberal politikaların devamından yanalar. Kürt sorunu başta olmak üzere eşit vatandaşlığın uygulanmamasından kaynaklanan sorunların çözümüne dair ise iktidardan farklı bir plana sahip değiller. Halkın tribünlerden inmemesi ve sükûnetle sandığın beklenmesi düzen muhalefetinin en önemli paydası. Bu hassasiyet büyük oranda faşizmin yenilgisini gerçek demokrasiye dönüştürecek halk güçlerinin etkinlik kazanmasının önlenmesi kararlılığından doğuyor. Sermayenin ve devletin 100 yıllık ezberlerinin bozulmaması için halkın ve demokrasi güçlerinin izleyici ve kurtarıcı bekleyen bir konuma sıkıştırılması bir zorunluluk olarak görülüyor.
Oysa önümüzde yaklaşanbüyük bir hesaplaşma var ve bu hesaplaşma, sonrasında oluşacak dengeler içinde yaşadığımız toplumun işleyiş mekanizmalarının, parametrelerinin mimarisini şekillendirecek. Bugün yaşanan toplumsal buhran, rezonansa geldiği devlet kriziyle birlikte organik bir nitelik kazanmıştır. Bugünkü kriz, AKP’yi iktidara getiren, rejim içi güç dengelerinin alt üst oluşuna yol verecek gelişmeleri tetikleyen 2001 krizinden daha köklü sonuçlar yaratmaya gebedir. Küresel jeopolitik içerisinde yaşanan kırılma eğilimleri ve güç dengelerindeki değişimler, bu sonuçların çok daha çarpıcı görünümler kazanabileceğini akla getiriyor. Cumhuriyetin 100. yılının, yakın tarihin en uzun yılı olacağı açıktır.
Faşizmin seçim sandığını halkın önüne koymamakta direndiği, işbirlikçi çeteler eliyle faşist zorbalığı dakikleştirdiği ve bunlar yaşanırken de toplumsal buhranın yıkıcılığının kontrol altına alınamadığı koşullarda ilk sinyallerini güçlü bir biçimde veren sınıf hareketi ve ezilen halklarımızın eşit vatandaşlık arayışlarının birlikte davranma kapasitesini kazanmasını sağlayacak bir politik odak, köklü bir demokratik dönüşümü gerçekleştirecek bir devrimci momenti yaratabilir.
Bileşeni olduğumuz HDP’nin bu dönemde gösterdiği kararlı varoluş mücadelesi, faşizmin konsolide olması önündeki en büyük engel ve halk için demokrasinin inşası açısından büyük bir olanaktır. Bir devrimci momentin açığa çıkmadığı ve seçimlerin normal bir biçimde gerçekleştiği koşulda HDP ve yan yana gelen demokrasi güçleri, gerçekleşecek restorasyonu, demokrasi mücadelesinin içinde bütünlüklü olarak gelişebileceği bir şekillenmeye doğru iterek yeniden biçimlendirebilir. Yükselen sınıf hareketinin iktidar bloğunun etki alanından kopuşu, kalıcı kazanımlara yönelmesi ve kendisini demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir bileşeni olarak yapılandırabilmesi durumunda emekçi ve ezilen halklarımız belirleyici bir politik özneye dönüşme olanağını yakalayabilecektir. Dolayısıyla iki farklı kanaldan akıyormuş görünen eşitlik ve özgürlük mücadelelerinin kendi güncel taktik hedeflerini kaybetmeksizin ortak bir mücadele gündemine kilitlenebilmesi mümkündür ve gerçek bir demokratik dönüşüm için de önkoşuldur.
Bu koşullarda kendisini ezilen halklarımızın ve işçi sınıfının mücadelesinin tam da kesişme noktasına konumlandıran SODAP’ın üzerine çok önemli görevler düştüğünün farkındayız. Bizler uzun yıllardır politik doğrularımızın ve stratejik duruşumuzun kararlı takipçisi olduk. Sınıf hareketini ayağa kaldırma ana görevimizin mücadelesini yürütürken kendimizi ekonomik çerçeveye hapsetmedik. Aynı zamanda sömürgeciliğe karşı Kürt halkının özgürlük mücadelesinin de kararlı bir müttefiki olduk. Kürt halkının eşit vatandaşlık mücadelesine dost bir işçi hareketi yükselmedikçe, gerçek bir demokrasi mücadelesinin sınıf mücadelesinden bağımsız olarak ele alınamayacağı anlaşılamadıkça faşizm köklü bir biçimde yol kavşağına itilmeyecek, aşılamayacaktır. Bu politik zeminimizde ısrarcı olmaya devam edeceğiz.
7 Haziran 2015 seçimlerinde yenilen ancak yenilgiyi kabul etmeyerek Gezi ve Kobane direnişleri sonrasında halk güçlerinin kazanımlarını yok etmek için yeni ittifaklarıyla faşizmi inşaya soyunan AKP, ülkeye her açıdan büyük bir yıkımı yaşattı. Tek adam rejiminin inşası sonrasında kurumsal altyapı çöktü. Geçtiğimiz yaz yaşanan orman yangınlarında açıkça görüldüğü gibi piyasalaşma ve tek adam rejiminin dinamikleri birleşince felaketlere her açıdan seyirci kalan bir devlet var ortada. Pandemiyle mücadelenin tüm yükünü halkın sırtına yükleyen de aynı devlet oldu. Uygulanan ekonomi politikalarıyla neredeyse kışkırtılan kur şokları ülkeyi akıl almaz bir yaşam pahalılığının içerisine sürükledi. Eğitim, özellikle pandemiyle birlikte neredeyse tamamen askıya alındı. Sağlık emekçileri hem ekonomik koşullar hem de adeta teşvik edilen saldırılar dolayısıyla ülkeyi terk etmenin yollarını arıyorlar. Kadın cinayetleri, tarikatlar koalisyonunun arzusu üzerine İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması sonrasında daha da arttı. İşçiler örgütsüzlük ve güvencesizlikten dolayı çalışırken ölmeye devam ediyorlar. Sadece Ocak ayında 111 işçi yaşanan iş cinayetlerinde hayatlarını kaybettiler. Sermayeye sağlanan teşvikler ve madencilik talanında çok yönlü ısrar ekolojik yıkımın çapını her geçen gün daha da büyütüyor.
Saray rejimi canlı yaşamının tüm formları için bir tehdit haline gelmiş durumda. Faşizm ülkeyi yaşanılamaz bir harabe haline getirmeyi başardı.
Ancak bu duruma seyirci kalmayan da milyonlar var. Tüm baskılara rağmen faşizmin bütünlüklü bir istikrar kazanmasını engelleyen toplumsal mücadeleler ve direnişler ardı arkası kesilmeden devam diyor. Bu tablo, “Yaşanacak bir ülkeyi birlikte yaratacağız” iddiamızı güçlendiriyor. Ancak bu birlikte yaratma çabasının, burjuvazinin çeşitli fraksiyonlarına umut bağlamaya son vermeye ve halkın kendi güçlerini devrimci demokratik bir dönüşüm için birleştirme iradesini ortaya koymaya bağlı olduğu açıktır.
Biz SODAP olarak tüm devrimci demokrasi güçlerini ve halkımızı “Yaşanacak bir Ülkeyi Birlikte Yaratacağız” mücadelesine katılmaya, desteklemeye ve güç vermeye davet ediyoruz.
Yaşanacak Bir Ülkeyi Birlikte Kurmanın yolu, aşağıda ana başlıklarını ortaya koyduğumuz programı hayata geçirecek bir iktidar seçeneğini yaratmaktan geçiyor. Programı, bu iktidar seçeneğini yaratmak için bir araya gelebileceğimiz bir mücadele ortaklığının çerçevesi olarak öneriyoruz. Biz buna, bizlere yaşatılan bu cehennemden, yaşanacak bir ülkenin asgari koşullarına ulaşmayı hedefleyen Acil Geçiş Programı diyoruz.
Yaşanacak bir ülke kurmak için kaybedecek bir saniyemiz yok. Yaşadığımız bu yıkıma, bu büyük çöküşe, içine sürüklendiğimiz bu felakete sessiz kalmayacağız, kafamızı kuzu kuzu giyotine uzatmayacağız. Seçimleri bekleyerek değil gerekirse sandığı da halkın önüne getirecek ve halkın iradesini koruyacak bir mücadeleyi birlikte büyüterek yaşamı savunacağız.
ACİL GEÇİŞ PROGRAMI
Birimiz değil Hepimiz! Piyasa değil demokratik planlama:
Türkiye siyasi tarihi, finans-kapitali yaratmak ve onun birikim krizlerine çözüm üretmek için halkın büyük soygunlarla varına yoğuna el konulmasının tarihidir. Emekçi halkın alın teri, kadınların görünmeyen yeniden üretim emeği yıllardır finans kapitalin ve burjuvazinin diğer fraksiyonlarının av sahasıdır. Bizlerden çalınanlar egemenlerin göz kamaştırıcı servetlerinin temel kaynağıdır. Sermaye birikiminin yaşadığı her birikim krizi, halkın daha da fazla soyulur hale getirilmesiyle aşılmak istenmektedir. Oysa finans kapitalin tefeci bezirgân geleneğinden beslenen yağmacı, tekelci kârlara fazlasıyla müptela yapısı sermaye birikim krizlerinden her çıkış sonrasında vakit geçirmeksizin yenisini davet etmektedir. Ucuz emek sömürüsünün kolaycılığından vazgeçemeyen egemen sınıflar, üretim altyapısının teknik yenilenmesinden, üretkenlikte uluslararası düzeye ayak uydurulması için gerekli yatırımlardansa kısa vadeli rantlardan, okkalı devlet ihalelerinden, ucuz ihracat için asgari ücret toplumu yaratmaktan vazgeçemiyorlar.
Tüm kaynaklar birkaç zengin yaratmak için heba ediliyor, çalışırken ölen insanlarımızın cansız bedenleri üzerinde rantiye hanedanları oluşuyor. Artık görülmelidir ki “yapısal dönüşüm”de tıkanma noktası finans kapitalin kendi özünde yatmaktadır. Türkiye kapitalizminin 100 yıldır çözemediği kalkınma sorunu köklü bir kırılmayla, ancak bir devrimle başarılabilir. Çünkü toplumsal zenginliklerin üreticisi olan emekçi sınıfların, stratejik sektörlerin belirlenmesi, toplumsal kaynakların kalkınmayı sağlayacak yatırımlara yönlendirilmesi konusundaki söz ve karar hakkı, ne finans kapitale ne de Saray’ın yörüngesindeki bürokrasiye devredemeyeceği temel bir hakkıdır. Bu hakkın hayata geçirilmesiyse demokratik bir planlama ile mümkündür. Kayıtsız şartsız piyasacılık, ekolojik yıkım ve gelir dağılımı eşitsizliği başta olmak üzere sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde yıkıma yol açtı.
Yeni yıkımlara yol açmamak için demokratik, şeffaf, katılımcı bir planlamayı esas alan, emekçi sınıfların örgütlü şekilde kararlara katılımını, üretim süreçlerini ve sonuçlarını denetlemesini benimseyen, doğanın ihtiyaçları ile uyumlu, halkın varlıklarını ve kaynaklarını halka döndürmeyi esas alan demokratik ekonomiyi yaratacağız.
İşsizliğe, Yoksulluğa Karşı Güvence ve İnsanca Yaşanacak Ücret:
İktidarın ekonomi politikası içeride işçi ücretlerinin düşürülmesine dönük bir enflasyonu kalıcı hale getireceği için pahalılık ve ücretler noktasında yaşanacak gerilimler, sınıf çatışmasının en merkezî konuları olmaya devam edecektir. Gelir güvencesi, toplumun bir parçası olmaktan kaynaklanan bir haktır. Toplumun varlığı bireyin emeğine muhtaç olduğu sürece, çalışma koşullarının ortadan kalktığı durumlarda bile bireyin birikmiş toplumsal zenginlikten pay alma hakkı askıya alınamaz. İnsan açlıkla ve yoklukla terbiye edilemez. Açlığı ve yoksulluğu verimliliğin, üretkenliğin koşulu olarak görenler sömürücülerin sözcüleridir. Yaşamı kutsal görenler açısından gelir güvencesine sahip olma hakkı sorgulanamaz.
Herkes için güvenceli iş, insanca yaşanacak ücret yaklaşımına uygun olarak iş saatleri düşürülmeli, güvencesiz ve kötü çalışma koşulları yasaklanmalıdır. Bununla birlikte 18 yaşını geçen her birey, aylık rant ve faiz geliri ortalama işçi ücretini geçmediği sürece, asgari ücretin %75’i oranında bir gelir güvencesine sahip olmalı. Bu rakamlar toplumsal ve yaşamsal ihtiyaç ve olanaklar doğrultusunda geniş toplumsal yığınların çıkarına olacak biçimde güncellenmelidir. Bu ilkelerden hareket ederek güvence toplumunu inşa edeceğiz.
Gelir güvencesi, toplumsal servetin yeniden dağıtımını içermelidir.
Gelir güvencesi, sosyal devlet uygulamalarından geriye kalanların tasfiyesinin gerekçesi olarak savunulamaz. Evrensel temel gelirin (ETG) neoliberal ve muhafazakâr savunucuları bu amaçla savunmaktadırlar. “Kazanılmış hakları alıp yerine gelir güvencesi koyuyorum” demek sinsi bir neoliberalizmdir. Binbir mücadeleyle elde edilmiş kamusal kazanımlar vazgeçilmezdir. Temel gelir güvencesi, toplumsal servetin yeniden dağıtımını da içermelidir, aksi takdirde fiilen uygulanabilmesi zaten mümkün değildir.
İşçilerin emek gücü en büyük toplumsal zenginliktir!
İşçilerin emek gücü yaratılan tüm zenginliğin kaynağıdır. Kapitalizm, kendisinden önceki tüm üretim tarzlarından farklı olarak üretimi sosyalleştirir ve neredeyse her bireyi toplumsal iş bölümünün parçası haline getirir. İnsanlığın giderek daha büyük bir kısmı, başta toprak olmak üzere üretim araçlarından koparak farklı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması için çalışır hale geldiler. Meta üretimine dayalı bir ekonomi aslında başkası için, toplumun diğer bileşenleri için kullanım değeri üretimi anlamına gelmektedir. Bu sebeple emek gücünün yeniden üretimi de toplumsal bir yükümlülük haline gelmelidir. Emek gücünün yeniden üretimi için gereken koşulların toplumsallaştırılması, yaşamın yeniden üretilmesi için gereken ihtiyaçların meta olmaktan çıkmasını gerektirir.
Temel ihtiyaçlar ücretsiz olmalı
İnsanların elektrik faturasını ödeyemediği için intihar ettiği bir ülkede temel hizmetler güvencesi en acil önlemlerin başında gelmelidir. 2019 yılında 4 milyon kişinin elektriği, faturası ödenmediği için kesildi. Elektrik, su, doğalgaz, barınma ve ulaşım gibi temel hizmetler her yurttaşın hakkıdır. Temel ihtiyaçlar herkese kotalar dâhilinde ücretsiz olmalıdır. Kotayı aşan aşırı kullanımlarda ise artan oranlarda ücretlendirilmelidir. Ekolojik kriz gerçektir,tüketimin ve üretimin aşırı veçhelerinin sınırlanması doğamızın korunması, yaşamın savunulması açısından bir zorunluluktur. Güvence toplumunu yaratmanın bir diğer gereği olarak elektrik, su, doğalgaz, internet gibi temel hizmetleri kota dâhilinde ücretsiz hale getireceğiz.
2153 dolar milyarderinin 4.6 milyar insandan daha fazla servete sahip olduğunu biliyoruz. Dünyanın en zengin 22 erkeği, Afrika’daki tüm kadınların toplamından daha fazla servete sahip. Eğer en zengin % 1’in serveti önümüzdeki 10 yıl boyunca % 0.5 oranında daha fazla vergilendirilirse elde edilen parayla eğitim, sağlık, yaşlı bakımı ve diğer sektörlerde 117 milyon yeni istihdam üretilebilecek ve bakım ihtiyacı aile içinde özelleştirilmeyecek, kadınların özgürleşme olanaklarını artıracaktır.
Her şeyi kâr ve sermaye için düzenleyen sistem insanlığın yaşadığı acıların kaynağıdır. Buna hep birlikte son verebiliriz. Bunun için emeği, insanı, doğayı, toplumsal cinsiyet eşitliğini önceleyen politikaları bugünden yarına hayata geçireceğiz.
Kaynak Servet Vergisidir
Gelir güvencesi talebimizin “kaynak yok” gerekçesiyle inkârı mümkün değildir. Kaynaklar birikmiş servetlerde fazlasıyla mevcuttur. Kaynakların toplumsal ihtiyaçlara değil de nerelere aktarıldığı lüks otomobillerdeki kokain partileriyle görünür hâle gelmektedir. Üretimin toplumsallaştığı koşullarda bir kişinin, harcaması mümkün bile olamayacak kadar büyük servetlere sahip olması açık bir hırsızlığın ürünü olabilir ancak ve hiçbir açıdan meşru değildir. Teknoloji şirketleri, vergilerle finanse edilen kamusal yatırımların sağladığı zeminde, “fikrî mülkiyet hakları” adı verilen bir saçmalık tarafından kendilerine sağlanan tekel nimetleri sayesinde hızla büyümektedir. İlaç firmaları benzer biçimde kamusal araştırmaların sonuçlarından elde ettikleri olanaklarla geliştirdikleri aşıların patentlerini gizleyerek tekelci karlarını korumak adına milyonlarca insanı ölüme sevk etmektedir.
Türkiye’de beka rejimi olarak savunulan baskıcı yönetim, bir avuç şirketi ihale kanunlarını askıya alarak zengin etme üzerine bir programı hayata geçirmektedir. Varlık Fonu adı verilen hayalet yapı, tüm kamusal hesaplar üzerinde sorgulanamaz ve incelenemez bir otorite kurmuştur. Devletin tüm kamusal fonları bir aile şirketi mantığıyla harcanmaktadır. Halkın bütçe hakkı hukuki ve en yüzeysel anlamıyla dahi askıya alınmıştır.
Servet, işçilerin bugünkü ve geçmişteki atalarının ödenmemiş toplam emekleri olan artı değerlerinin bir birikimidir. Servet vergisi; artan oranlı bir gelir, kurumlar ve servet vergisi olarak aslında topluma ait olanın yeniden toplumsallaşmasının bir aracıdır. Güvence toplumunu yaratmak için kaynağı servet vergisiyle yaratacağız.,
Faşizme karşı Demokrasi!
Tekçiliğe Karşı Eşit Vatandaşlık! Gericiliğe Karşı Demokratik Laiklik: Türkiye’de demokrasi sorununun önemli bir diğer boyutuysa toplumun makbul vatandaş olarak görülmeyen kesimlerinin temel vatandaşlık haklarının askıya alınmasıdır. Sünni, Türk ve erkek olmayanların temel hakları güvence altında değildir. Kürt halkının siyasi iradesinin tanınmaması, seçtiği belediye başkanları ve meclis üyelerinin hukuksuzca görevden alınıp yerine kayyım atanması; Kürtçenin eğitim dili olamaması, gündelik hayatta yazılı ve sözlü biçimde rahatlıkla kullanılamaması, eğitim süreçlerinde toplumun etnik çoğunluğunun bahis konusu edilmemesi, kimi renklerin dahi yasaklı olarak görülmesi bu anlayışın en görünen boyutlarıdır.
Diyanet adı verilen ve devasa bir kamusal bütçeye sahip olan kurum sadece Sünnilik mezhebini esas alan bir faaliyet yürütme, dini biçimlendirme ve toplumu kontrol etme aracı olarak görev yapmaktadır. Eğitimin son yıllarda giderek dinselleşmesi Sünni mezhebinden olmayan ailelerin çocuklarına zorunlu din dersinin dayatılması, devlet kurumlarının neredeyse tarikatlar tarafından parsellenmesi demokratik bir laiklik düzenlemesini zorunluluk haline getirmektedir. Türkiye toplumu, siyasal İslamcılığın ve Türkçü ırkçılığın zihinsel kalıplarına göre yeniden yapılandırılamaz.
Toplumun bütün farklılıkları ve bütün renkleriyle din, dil, etnisite, cinsiyet ve cinsel yönelim farkları gözetilmeksizin eşit yurttaşlar olarak bir arada yaşayabileceği koşulların gereği olacak bütün hukuki ve siyasi düzenlemeleri yapacağız.
Yerel demokrasi ve yerinden yönetimleri güçlendireceğiz. Yerel yönetimlere yetki ve kaynak devrini güvence altına alacak, yerel katılım mekanizmalarının ve doğrudan demokrasi kanallarının önünü açacak demokratik dönüşümleri gerçekleştireceğiz.
Alevilerin inançlarını özgürce yaşamasının tüm koşullarını kamusal olarak güvence altına alacağız.
Anadil eksenli çok dilli eğitim herkes için eşit ve ulaşılabilir bir hak olarak hayata geçirilecek.
Din dersleri yeniden seçmeli hale getirilecek.
Dinsel inancın başkasına dayatılmasını engellemek dışında devlet, inançla ilgili işlere karışmamalı. Diyanet kapatılıp, devletin din işlerinden eli mutlak anlamda çekilecek.
Tarih derslerinde ülkede yaşayan diğer halkların tarihleri de öğretilecek.
Gayrimüslimlerin bürokraside görev almalarının önündeki engeller kaldırılacak.
Üniversiteler, karar mekanizmalarında üniversite bileşenlerinin yer aldığı, bilimsel bilginin meta olmadığı, herkesin ulaşabildiği, cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı eşitsizliklerin yer almadığı eğitim ortamlarının güvence altına alındığı; insanlığın ve doğanın yararına bilimsel bilginin üretileceği demokratik, özgür kurumlara dönüştürülecek.
Okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar her düzeyde eğitim, parasız, bilimsel, anadilinde ve demokratik olacak. Hiçbir genç ve çocuk eğitime ulaşma, okurken barınma ve beslenme sorunu yaşamayacak.
Hetero-Patriyarkaya karşı kadınlara ve LGBTİ+’lara mutlak eşitlik
Dünyada ve Türkiye’de feminist hareket tüm toplumsal dinamiklerin önünü açarak ilerliyor. Değişim ve dönüşümün önemli adımlarını atıyor. Kadınların patriyarkaya karşı eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yanındayız.
Patriyarkal sistemde kadınların ezilmesinin temel nedeni emeklerinin görünmezleştirilmesidir. Ev içindeki işlerin, çocuk, hasta, yaşlı bakımı için gereken emeğin kadınlar tarafından karşılıksız sağlanması üzerinden erkeklerin güç kazanmasına ve kapitalistlerin bu işleri bedavaya sağlayıp kârlarını artırmasına karşı duruyoruz. Kadınları aileye/erkeğe/kocaya muhtaç eden, bağımsız bir hayat kurmalarına izin vermeyen şiddet, yoksulluk ve güvencesizlik dayatan bu hayata son vereceğiz.
Bakım hizmetlerinin ‘bedava’ diye kadınların üzerine yıkılması yerine kamulaştırıldığı ve ortak sorumluluk haline getirildiği uygulamaları hayata geçireceğiz.
Her kadının ulaşabileceği ücretsiz kreşler açılacak.
Yaşlılara, hastalara ve engellilere yönelik bakım hizmetlerinin kamusal alanda ücretsiz, sağlıklı, güvenilir şekilde karşılanması sağlanacak.
Kadınların yüzde 63’ü hijyenik pede ulaşamıyor. Pandemiyle birlikte bu oran yüzde 82’ye ulaştı. Her 10 kız öğrenciden biri hijyenik pede ulaşamadığından okula devam edemiyor. Pedlerin ücretsiz ve kamusal alanlarda ulaşılabilir olmasını sağlayacağız.
Sosyal hakları olmayan bütün kadınlara bütün sosyal hakları sağlanacak. 50 yaşında bütün kadınlara emeklilik hakkı verilecek.
Güvenceli çalışma ve eşdeğer işe eşit ücret, çalışma yaşamında kadınların vazgeçilmez hakları olacak.
Evde, işte, sokakta erkek şiddetini engelleyici etkin önlemler hayata geçirilecek.
LGBTİ+ hareketi hetero-patriyarkanın baskıcı politikalarını sorgulayan ve temellerini sarsan önemli dinamiklerden birisidir. Homofobiye, transfobiye, ayrımcılığa, ezilmeye ve militarizme karşı LGBTİ+ mücadelesinin yanında olacağız; bütün bu ayrımcılıklara karşı etkin önlemler hayata geçireceğiz.
**
Yaşanacak Bir Ülkeyi Hep Birlikte Kurabiliriz!
Hep Birlikte Kuracağız!
Halk seyirci değil kendi yaşamının kurucu öznesidir.
Patronlara, uzmanlara, koltuk meraklısı burjuva politikacılara muhtaç değiliz.
Yaşam bizim, gelecek bizim!
Bu yıkımın altında kalmayacağız!
Yaşanacak Bir Ülkeyi Hep Birlikte Kuracağız!