“Aklın iyimserliği, iradenin kötümserliği”
Milet İttifakı içindeki rekabet görüntüsünün güçlenmesi, Kılıçdaroğlu’nun Şenyaşar ailesi ziyaretine Akşener’in Atsız anması ile cevap vermesi devlet içindeki kaynaşmaların da bir yansıması olarak okunmalıdır.
Yeni bir kur şokları fırtınasından geçiyoruz. 3 Aralık haftasında ülkeden iki milyar dolarlık bir çıkış daha gerçekleşti ve piyasalardaki yabancı pozisyonu tarihi dip seviyesine geriledi. Ancak kur şoklarının arkasındaki temel etken zaten büyük oranda çıkmış olan yabancı sermaye hareketleri değil. Faiz indirimlerinin devam edeceği ya da en azından faiz artışının kısa vadede artmayacağı beklentisi, içerideki birikimlerin TL’den dolara dönüşmesini hızlandırıyor. Kurun geldiği bu seviye dahi dolarizasyonu yavaşlatacak bir caydırıcılığa sahip değil. Piyasada Merkez Bankası dışında neredeyse kimse satıcı değil. Son bir yılda yaşanan %100 değerlenmeye ve en az %60 reel getiriye rağmen dolar hesapları bozulmuyor, tam tersine daha da büyüyor. BAE ve Katar hamlelerinin de şimdilik göz boyama dışında bir karşılık üretmediği anlaşılınca son hafta kurdaki ivmelenme dikkat çekici noktalara ulaştı.
Bu durum enflasyon üzerindeki baskının artmasına yol açıyor. Onaylanmayan bütçe, üzerine oturduğu rakamlar itibariyle kadük hale geldi. Asgari ücrete yapılması planlanan %35 seviyesindeki zam şimdiden buhar oldu uçtu. Halk Ekmek kuyrukları giderek büyüyor ve daha da büyüyecek görünüyor.
İşçi sınıfı hareketinin varlığını güçlü bir biçimde hissettirememesi ve restorasyon projesinin Erdoğan’ın gitmesi dışında bir ekonomi modeli önerememesinin yarattığı boşluk, Erdoğan’ın derme çatma iktisadi modeliyle doldurulmuş gözüküyor. Altı ay sonra işlerin düzeleceğini bekleyen iktidarın bu zaman kazanma hamlesi özellikle umulan turizm patlamasının yaratacağı dış kaynağa bel bağlamış durumda. 200 doların altına çekilen asgari ücret ise tüm ihracatçı sektörler için muazzam bir talan imkânı sağlıyor ve bu imkanın sermayenin tüm fraksiyonları açısından göz kamaştırıcı bir fırsat yarattığı ortada. Erdoğan’ın derme çatma modeli, işçi sınıfı üzerinde hala bir seviyede koruduğu etkisi ve sınıf hareketinde yarattığı köklü zayıflatma birikiminin sağladığı olanağın üzerine oturuyor. Soldan devşirilen bir antiemperyalist sosa batırılan bu anlatı, tabanına yeni bir bekleme gerekçesi yaratırken sermaye içi savaşa da masaya sömürülen işçilerin daha fazla köleleştirilmesiyle bir sulh getirmeyi hedefliyor.
Bu model ne kadar uzun erimli sonuçlar yaratacak? Muhtemelen eser miktarda ama bunun şu aşamada çok önemi yok çünkü siyaset büyük oranda şimdiki zaman ölçeğinde gerçekleşen bir toplumsal faaliyet.
Sevgili Demirtaş çok yoğun bir konsantrasyonla ve HDP Merkez yönetimini de aşan bir iştahla politik ortamı etkilemeye devam ediyor ancak ürettiği söylem, önümüzdeki en önemli görevlerden birini ıskalamamıza yol açabilir: Antifaşist yapı sökümü. Ekonomik söylemin iktidar tabanında yeni bir direnme iştahı yaratacağı açık, krize yönelik öfkenin daha doğmadan boğulması için paramiliter faşist çetelerin devlet güçleri yanında seferber edileceği de anlaşılıyor. “Ekonomik Kurtuluş Savaşı”nın zaten fiilen devam etmekte olan OHAL’i yeniden hukukileştirmek için kullanılabileceğinin zihinlerden geçtiği ortada. Bu durumda iktidarın ömrünün tükendiği, sömürü modelinin üç vadede çökeceğine dair bir ekonomik katastrofizm, girişteki Bloch alıntısını anımsatır biçimde, toplumsal güçlerin kendileri harekete geçmeden yaşanabilecek bir kurtuluş inancını beslemeye devam ediyor. Böylesi bir iyimserlik yarardan çok zarar getiriyor, toplumsal hareketlenmeyi yaratması beklenen güçlerde bir olağanüstülük ruh halinin oluşmasına engel oluyor, alışkanlıkların kafesinin kilidinin bir kez daha güçlüce döndürülmesine sebep oluyor. Mitinglerde çekilen fotoğraflarla kortej uzunluğu yarıştırmanın 1990’lardan bu yana değişmeyen cezbesinden henüz hiçbir şey kazanmış değiliz.
Ülkenin kaderi işçi sınıfının elindedir. Kendisine dayatılan çarmıha sessizce gerilmeye devam ederse faşizmin konsolidasyonu önünde çok büyük engeller yoktur. İşçi sınıfının direncinin bu kadar merkezi bir politik önem kazanmasıysa doğal olarak sosyalistlerin sürece nasıl yaklaştığını o oranda önemli kılmaktadır. Sosyalistler kendi dağınıklıklarına hızla çeki düzen vererek ve sınıf hareketinin ihtiyaç duyduğu zihin açıklığı ve eylem kararlılığını ortaya koyabilirse ışık hızıyla ilerlemenin olanaklarına sahiptir. Burada henüz farkında olamadığımız, o yüzden de kendimizi yeniden organize etmekte fazlasıyla ağır ve temposuz kaldığımız bir gerçek olanaklar deryası bulunuyor. Milet İttifakı içindeki rekabet görüntüsünün güçlenmesi, Kılıçdaroğlu’nun Şenyaşar ailesi ziyaretine Akşener’in Atsız anması ile cevap vermesi devlet içindeki kaynaşmaların da bir yansıması olarak okunmalıdır. Sınıf harekete geçirilemediği ölçüde HDP ile yakınlaşma eğilimini giderek daha belirgin ortaya koyan CHP merkezine dönük yeni geriletici hamlelere tanık olabiliriz.
Sosyalistler önümüzdeki iki görevin ilk bakışta birbirine alternatif gibi görünen ancak birbirleriyle diyalektik bir bağa sahip bileşimine uygun bir taktiksel ittifak ağı ile hareket etmelidir. Birinci ölçekte işçi sınıf havzalarında ve varoşlarda antifaşist mücadelenin yükünü de omuzlama kapasitesine sahip, yerelden başlayarak merkezileşmeye doğru ilerleyen, öncelikle işçi sınıfının yoksulluk ve pahalılığa öfkesine görünürlük kazandıracak devrimci bir güç birliğini inşa ederek krize devrimci demokrasi yönünde verilecek somut karşılığın aktörünü inşaya soyunmak. Diğer yandan da daha esnek ancak geniş, kapatılma saldırısına karşı HDP’nin etrafına bir siper ören CHP’nin soluyla da yan yana durmayı hedefleyen solun en geniş meclisini yaratmak. Bu meclis, sosyalistlerin tüm kesimleri arasındaki iletişimi tesis etmek ve güven artırmayı hedeflemek yönünde bir işlev görebilir. Aynı zamanda güçlü bir antifaşist mücadelenin desteğinde yeni dönemin kurucu rolünü oynayacak ölçekte bir toplumsal desteği de seferber edebilir.
İçinde bulunulan “aklın iyimserliği, iradenin kötümserliği” durumundan derhal çıkmak ve hedeflerimizi somutlaştırmak zorundayız.