Yıkıma doğru
İnşaat ve rant ile iktidar fırsatını en hızlı yoldan sermaye devşirmeye yönelten Saray bu yolda her şeyi yaparak, keyfi, otokrat bir düzen yarattı. Hem neoliberalizme Özal ile başlayan yoldan koştura koştura gireceksin, bu gidişin kaçınılmaz risklerine karşı hiçbir hazırlık yapmayacaksın, sonra da “büyüyen Türkiye’ye” komplo kurulduğu söyleyip dizlerini döveceksin.
Gidiş o kadar belirgin şekilde yıkıma gidiyor ki, insan ister istemez “bunu yapanların acaba başka bir bildiği mi var?” sorusunu sormadan edemiyor. Aslında bir bildikleri yok. Eğer becerebilirlerse siyasi ve ekonomik manevralarla iktidarda kalmayı başaracak zamanı kazanmak tek amaçları. Sonrası: sonrası gerçekten kıyamet!
Artık herkesin bildiği gerçekleri kısaca tekrar edelim. Düzen siyasal ve ekonomik olarak köklü ve çoklu bir krizin içindedir.
Ekonomik olarak inşaat odaklı gidiş uçurumun kenarına kadar gelmiştir. Bu konuda Saray’ın “dış mihrakların komplosu” vurgusu tümüyle haksız değildir. Çünkü uluslararası ekonomik gidiş neoliberalizm bayrağı ile yaptığı koşusunda 2008’de tık nefes olup yere kapaklandı. Ayağa kalkmaya çalışıyor, ancak hala kapitalist merkezler bir çıkış yolu bulamadı. İki binlerin ilk on yılında gelişmekte olan ülkelere oluk oluk akan sermaye mucizeler yarattı. Bu nimetten Saray iktidarı da yeterince yararlandı. Ancak bu gidiş artık sona erdi. Para akmıyor. Ya da akmak için daha yüksek faiz ve yeni koşullar dayatıyor. Bu gerçekliğe Saray “uluslararası komplo” diyor.
Bu noktada Sarayın tümüyle hatalı olduğu nokta, gelen sermaye ile bir gün tıkanacağı ve yere kapaklanacağı belli olan ekonomik yapıyı değiştirmeyi göze alamamasıdır. Dünya sanayi 4.0 üzerinden yeni yollar ararken, inşaat ve rant ile iktidar fırsatını en hızlı yoldan sermaye devşirmeye yönelten Saray bu yolda her şeyi yaparak, keyfi, otokrat bir düzen yarattı. Hem neoliberalizme Özal ile başlayan yoldan koştura koştura gireceksin, bu gidişin kaçınılmaz risklerine karşı hiçbir hazırlık yapmayacaksın, sonra da “büyüyen Türkiye’ye” komplo kurulduğu söyleyip dizlerini döveceksin.
Türkiye her onbeş yirmi yılda bir, uluslararası kapitalist sistemin gidişine bağlı olarak girdiği yapısal krizlerden birisiyle karşı karşıyadır. Ancak bu kez dünya kapitalizminin durumu da göz önüne alınırsa kriz çok daha derindir. 60’lı yılların “ithal ikamesine” dayalı ekonomi modelinden 12 Eylül ve Özal’la “ihracata dayalı ekonomi modeline” geçildi. Bunun devamında ise tepeden tırnağa her şeyin özelleştirildiği, sermaye spekülasyonlarının önünden her türlü engelin kaldırıldığı küreselleşmeye geçildi. Özal işi bu noktaya kadar getiremedi. Ekonomiyi neoliberalizme boylu boyunca sokan Erdoğan iktidar oldu. Her şey satıldı, sermaye ranta, taşa toprağa yatırıldı. Türkiye ekonomisi dünya piyasalarında belli ölçülerde rekabet gücüne sahip olabilecek bir yapısal dönüşüme giremedi. Girmeyi denemedi bile. “İnşaat ya resullah” yolundan bugünlere gelindi. Şimdi kalan son mallar kelepir fiyata satış için Ortadoğu’nun petrol milyarderlerine sunuluyor.
Sermaye aktığı zamanlarda sanayi 4.0’a yönelmek elbette inşaat kadar hızlı kar sağlamayacaktı. Hatta pek çok zorluğun aşılması için sıkıntılı süreçlerden geçilecekti. Bunu o günlerde hiç aklına getirmeyen Saray şimdi “Çin modeli”nden söz ediyor. Ne demeli! Bunu söyleyenler ya Çin modelinin ne olduğunu hiç bilmiyorlar ya da yıkımın, yoksullaşma ve çürümenin içinde yüzülürken Çin modeliyle acıları uyuşturmayı deniyorlar. Çin modelinin arkasında en az 25 yıllık bir hazırlık ve zorlu bir süreç yatar. Öte yandan Çin modelinde tüm sanayinin devlet mülkiyetinde olduğu ve sıkı bir merkezi planlamanın uygulandığı bir yoldan yürünerek bugünlere gelinmiştir. Saray Çin modeline acaba hangi yoldan gidecektir? Tümüyle propagandadan ibaret bir hayal ticareti. Sarayın Çin gibi yüksek teknikli bir ekonomi kurma gibi ne amacı olabilir, ne de bunu başarabilir. Sarayın istediği tedarik zincirine katılıp Çin gibi olmaktır. Ancak bu bile güçlü bir alt yapıyı gerektirir. Bir kaç gemicikle bu işler yürümez.
Sarayın bugün yapabildiği BAE ve Katar’dan bir kaç milyar alabilmektir. Alırsa acaba seçime kadar yıkıcı gidişe bir soluk aldırabilir mi? Bütün sorun bundan ibarettir.
Saray tam bir açmaz içindedir. Uluslararası piyasaların bugünkü durumuna uyum yapma yolunu seçerse sermayeyi çekmek için faizleri yükseltmek zorundadır. Yüksek faiz ekonomiyi iyice daraltacağı için, ekonominin motoru haline getirdiği inşaat sektörü çöker. Zaten şu anda suni teneffüsle ayakta duruyor.
Diğer yol ise, 2017 ve 2020’de denediği, faizi düşük tutup, kredi bolluğu yaratarak inşaat sektörünü ve genel olarak iç piyasayı canlı tutmaya çalışmaktır. Ancak iki denemenin arkasından da çöküşler geldi. Üstelik 2019-2020 canlanması, dolar kurunu dengeleyebilmek için 128 milyara mal oldu. Bu oyunun da artık sonuna gelindi. Merkez bankasının kasası boş, artık dolar kurunu denetlemek gibi bir şans yoktur. Uluslararası piyasalara göre sudan ucuz hale gelen Türkiye ekonomisinin varlıklarını yok pahasına satmak tek yoldur. En son bunu Mevlüt Çavuşoğlu’nun yüzüne Katar dış işleri yetkilisi açıkça söyledi.
Değnek iki ucundan da tutulamayacak ölçüde pisliğe batmış. İlk yoldan gidilip faizler yükseltilirse, Türkiye uluslararası piyasalara yeniden dönebilir. Elbette yeni koşullarda; yani artık sermaye eskisi gibi bol ve ucuz olmadığı için, el yakacak ölçüde pahalı olacaktır.
Diğeri, Ankara uluslararası piyasalardan kısmen ya da belli bir süreliğine uzaklaşacak, Körfezin petrol şeyhlerinin gözlerinin içine bakarak, rant ve inşaata dayanan ekonomiyi en fazla bir yıllığına kurtarmayı deneyecektir. Ancak ülkenin geleceğini uçurumun eşeğine getirecektir.
Saray seçim stratejisini Suriye’ye yeni saldırı üzerine kurmayı planlamıştı. Ne Rusya ne de ABD bu yolda ışık yakmadı. Stratejiyi “ekonomik kurtuluş savaşı” ilan ederek değiştirmek zorunda kaldı. Faize karşı savaş açarak ve Çin modeli ile insanların gözünü boyamayı deniyor. Asgari ücret ve maaşlarda yapılması olası artırımlar stratejinin parçalarıdır.
Fakat seçim stratejisi bunlardan ibaret olamaz. HDP’ye açılan kapatma davası, Deva Partisi’ne hazırlanan kumpaslar, Erdoğan’ın mitingi sırasında bir araçta bomba bulunması olayların nereye sürüklenmek istendiğini gösteriyor. Ekonominin 1980’lerde geldiği çöküşten çıkışı ancak 12 Eylül askeri darbesi ile uygulanacak acı reçetelerle mümkün olmuştu. Bugün halkları daha acı reçeteler bekliyor. 12 Eylül’ün üstlendiği rolü bu kez Saray mı üstlenecektir? Bunun için yeterli güce sahipmiş gibi görünüyor. Ancak görüntünün ötesine bakılınca Saray bu zorlu günleri aşmak için ne rıza yaratacak bir meşruiyete sahiptir; ne de gücünü uygulayacak itibara sahiptir.