Emeğin sabırsızlık zamanı

Saray’ın tüm maliyetleri emeğin sırtına yükleyerek zafere yürüme projesi aslında işçi sınıfının tüm fraksiyonlarının tek bir esnek çatı altında toplanması ve bunun yukarıdan aşağıya bir sınıf politikası ekseniyle kurulması için büyük olanaklar sunuyor.

Asgari Ücret Komisyonu 1 Aralık Çarşamba günü ilk toplantısının yapacak. Hem devlet hem de işveren temsilcisi TİSK görüşmelerin hızla tamamlanmasını istiyor. Bu yüzden muhtemelen Aralık ayının ilk 15 günü içinde bir rakam açıklanabilir. DİSK, Türk-İş ve Hak-İş “işçi tarafı” olarak 30 Kasım’da bir açıklama yaptılar ancak komik bile denemeyecek bir içeriğe sahip, dönemin özel koşullarına hiçbir değinmesi olmayan daha çok vergilerin düşürülmesini murat eden ve sermayeyi sıkıştırmayan talepler manzumesinden oluşan bir açıklamacık bu.

Oysa 30 Kasım’da açıklanan büyüme rakamları Türkiye ekonomisinin değil kriz içinde olmak şaha kalktığını gösteriyor. 2020’de dünyanın büyüyebilen 3 ekonomisinden (diğer ikisi Çin ve Vietnam) birisi olan Türkiye bu çeyrek elde edilen büyüme rakamlarıyla da G-20’nin zirvesine oturmuş durumda. Türkiye’nin %7,4 büyümesi İngiltere (%6,6) ve Çin (%4,9) ile takip ediliyor. Büyümenin motoru tahmin edilebileceği gibi ihracat. 7,4 puanlık büyümenin 6,8’i ihracattaki büyümeden kaynaklanıyor. İç talep özellikle belli kalemlerde yüksek enflasyon ve düşük alım gücüyle gerilerken ihracat artmaya devam ediyor. İç talebin baskılanması sonucu beyaz eşya üretimindeki büyüme tek hanelere düşmüş durumda. Bu faiz indirim döneminin öncekilerden en önemli farkı, geniş halk yığınları için düşük faizli tüketici kredilerine ulaşımı kolaylaştırmıyor oluşu. Bankalar tüketici kredilerini artırmak istemiyor, iktidar da uyguladığı “makro ihtiyat tedbirleri”yle bu eğilimi destekliyor. Düşük krediler daha ziyade şirketlerin borçlarını döndürmesi için hayata geçiriliyor. Aynı zamanda bu büyüme rakamlarına da yansıyan, inşaat sektöründeki küçülmeyi yavaşlatacak kadar konut kredilerinde düşük faiz uygulanması. Onun da ağırlıklı olarak kamu bankalarından sağlanması öngörülüyor. Politika faizi %15’e düşmüşken devlet tahvili faizlerinin %21’lere çıkması da bankaların tüketici kredilerinden uzak durmasının gerekçesini bir oranda ortaya koyuyor.

Her an görevden alınabileceği konuşulan Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan’ın büyüme haberini paylaşan tweetine yaptığı ek oldukça anlamlı: “Ücretli kesimin milli gelirden aldığı payı artırmak için gerekli adımlar atılacaktır. Vatandaşlarımız müsterih olsun, herkesin büyümeden en iyi şekilde faydalanması temel önceliğimizdir”. Koltuğu kaybetmeye yakın herkesin böyle duyarlı sözlerine artık aşinayız ve bunların hiçbir anlam ifade etmediğinin de farkındayız. DİSK-AR’ın yaptığı açıklama büyümenin emekçilerin milli gelirden aldığı payı giderek azalttığını açık biçimde gösteriyor: 2019 yılı 3. çeyreğinde GSYH içinde %32,9 olan emeğin payı 2021 yılı 3. çeyrekte %29,8’e geriledi. Her ülke için işsizlik ve enflasyon oranları toplamıyla ifade edilen Sefalet İndeksi sıralamasında Türkiye artık hiçbir inandırıcılığı kalmamış TÜİK verilerine göre dahi birinci sırada. %31,39 ile ilk sıradaki Türkiye’yi %23,87 ile Brezilya takip ediyor. Oysa 2020 yılında Türkiye’nin ilk 500 kuruluşunun karları %55 artmış durumda. Devlet, ceza ve harçlar için yeniden değerlenme oranını %36,2 olarak açıklayarak aslında enflasyon verilerine kendisinin de inanmadığını açıkça ilan etti.

Halkın sırtındaki maliyetin daha da artacağı günlerdeyiz. Ancak bu sorunlardan yola çıkarak sınıf hareketinin bağımsız mücadele hattını kitlesel bir biçimde örebilecek bir çıkışı nasıl örgütleyeceğiz? Korkut Boratav, son açıklamasında sosyalistleri bir kez daha göreve davet ediyor: “Bu nedenle orta döneme, düzen-içi seçeneklerden radikal bir kopuş perspektifi ile bakmalıyız.

Kısa dönemde emekçilerin toplumsal bunalıma karşı günü gününe savunulması temel sorundur. 2021 kayıplarının telafisinde bu yıl için doğrudan doğruya Saray’ın belirlediği, yüzde 36,2’lik “yeniden değerlendirme oranı” hareket noktası alınmalı; bu alt-sınıra yine Saray’ın öngördüğü yüzde 9’luk büyüme (refah payı) eklenmelidir. 2022 için aynı gelir türleri aylık enflasyon verilerine göre her ay yeniden düzenlemelidir. Bu tür bir savunma yöntemi, özel sektördeki toplu sözleşme görüşmelerinde hareket noktası olabilir. İhracata dönük sanayi kollarında ve tarım ürünlerinde işçiler ve çiftçiler, döviz artışlarından pay talep etmelidir.” Son yaşanan gelişmeleri değerlendiren Hayri Kozanoğlu ise “O nedenle sadece uygun bir ekonomik programla, asgari ücretin yükseltilmesiyle düze çıkamayız. Bu ülkenin toptan bir yenilenmeye ihtiyacı bulunduğunu düşünüp, sadece ekonomik taleplerle yetinmeyen, topyekün bir mücadeleden, köklü bir değişim talebinden başka çare görünmüyor.” değerlendirmesinde bulunuyor.

Şu dönemin mücadelesinin ana halkasının ekonomiyle ilgili talepler olduğu çok açık iken Kozanoğlu’nun son değerlendirmesi solun kafa karışıklığını örneklemesi açısından önemli. Saray’ın tüm maliyetleri emeğin sırtına yükleyerek zafere yürüme projesi aslında işçi sınıfının tüm fraksiyonlarının tek bir esnek çatı altında toplanması ve bunun yukarıdan aşağıya bir sınıf politikası ekseniyle kurulması için büyük olanaklar sunuyor. Sınıfsal olanın belirleyiciliğinin çok daha görünür hale geldiği bir dönemi hem sınıf hareketinin hem de sosyalist hareketin yeniden uyanışı haline getirmek fazlasıyla mümkün. Ancak bunun için sokaklarda kalabilecek bir güç konsolidasyonuna ihtiyacımız var. Geçtiğimiz hafta Salı-Çarşamba yaşanan çıkışlar son derece önemli olmasına rağmen sürekliliğe kavuşamadıkları sürece dengeleri değiştirme şansları yok, daha ziyade öfkeyi soğurma ve bir şeyler yapılamayacağına dair inancı büyütme etkisi yaratıyorlar. Bu görev sosyalistlerin tek bir bileşeninin tek başına altından kalkamayacağı bir görevdir.

Vakit kaybetmeden, lafı dolandırmadan merkezi eylemleri zorlayan, yerel direniş bloklarını inşa eden ancak halkın acılarını ülkenin temel gündemi haline getirmeyi başaran bir süreklilikte bir yığınağı oluşturabilmek durumundayız.

Trifonov’un Sabırsızlık Zamanı’nı raflardan indirmenin ve yeniden okumanın zamanı gelmedi mi?