“Barınamayanlar” sokakta
Hayat pahalılığının her geçen gün daha da artması, gideri karşılayamayan gelirler nedeniyle borçluluğun tavan yapması, gençlerin “geleceğim ne olacak” kaygısı gütmesi, barınmamız için zorunlu temel bir ihtiyaç olan konutların kapitalizmde ulaşılması gittikçe zorlaşan metaya dönüşmesi, serbest piyasacı politikaların sonucu olarak kira artışlarının mülk sahiplerinin insafına bırakılması eşitsizliği daha da derinleştirdi.
İktidar için eğitim ne anlama geliyor? Ne gibi bir işlevi var?
Pandemi nedeniyle 1,5 yıldır kapalı olan okullar 6 Eylül’den itibaren açılmış oldu. Ders zilleri çalmaya başladı, sokaklar, caddeler, parklar ve meydanlar cıvıl cıvıl.
Ziller çaldı ama… Gel gelelim buna öğrenciler ve eğitim emekçileri ne diyor? Eğitim meselesi toplumun en önemli sorunlarından bir tanesi haline gelmiş durumda. Ne geçtiğimiz dönemde ne de şimdi eğitimde yaşanan sorunlara çözüm geliştirilmiş değil. Çözüm geliştirilebilmesi için sanırım özel okulların sahibi olan bir eğitim bakanı olmamalıydı. Fakat yanlış anlaşılmasın, elbette özel okullar da olmamalı.
Öğrenciler haklı olarak geçtiğimiz dönem “Biz sizin oyuncağınız değiliz!” dediler. Örgütlenerek, sosyal medyada ve sokaklarda birçok protesto gerçekleştirdiler.
Ziya Selçuk’un baş aşağı düşmesinde önemli katkıları olduğunu ifade etmek yanıltıcı olmayacaktır. 2021/2022 eğitim yılına ZİYA-sız girilmiş oldu.
Fakat sorunun kendisi Ziya Selçuk’tan öte, AKP‘nin eğitim politikalarıdır.
AKP iktidarı ile kamu hizmetlerinin ve kamusal alanların özelleştirmelerle sermayeye peşkeş çekilmesi hızlandırıldı. Sağlık ve barınma ile birlikte eğitim bu konuda ilk sıralarda yer aldı. Öğrencileri ve velileri özel okullara yönlendirmek için devlet okullarında eğitimi niteliksizleştirdiler, bu kurumların içlerini boşalttılar. Hem kamusal eğitim sorumluluğunu fiili olarak ortadan kaldırma hem de bu alanlardan kar sağlama hedefleri eğitim politikalarının iki temel motivasyonundan biriydi.
İdeolojik hegemonyasını kurmak için eğitim süreçlerini “dindar-kindar nesil yetiştirme” diye kodladığı militan yetiştirme anlayışıyla biçimlendirme çabası bir diğer temel politikasıydı. Seçme ve yerleştirme sınavları sonrasında öğrencileri İmam Hatip okullarını seçmek zorunda bırakması… Kendisine yakın vakıflarla ve diyanetle MEB arasında protokoller yaparak eğitim sürecini dinselleştirmeye çalışması… Kurtuluş Anadolu Lisesi’nde olduğu gibi Cuma namazı için öğle teneffüsünün saatinin değiştirilmesi… İstinye Anadolu Lisesi vb. liselerde cuma günleri mikrofondan ezan okutulması… Saymakla bitirilemeyecek uygulamalardan sadece birkaç tanesi.
Hayat pahalılığının her geçen gün daha da artması, gideri karşılayamayan gelirler nedeniyle borçluluğun tavan yapması, gençlerin “geleceğim ne olacak” kaygısı gütmesi, barınmamız için zorunlu temel bir ihtiyaç olan konutların kapitalizmde ulaşılması gittikçe zorlaşan metaya dönüşmesi, serbest piyasacı politikaların sonucu olarak kira artışlarının mülk sahiplerinin insafına bırakılması eşitsizliği daha da derinleştirdi.
Kiraların asgari ücreti geçmesi, son bir yıl içerisinde “kiralarda yüzde 66 artış” olması, ihtiyacı karşılayabilecek kadar KYK yurdunun açılmaması öğrencileri özel yurtlara veya kendisine yakın cemaat yurtlarına mecbur bırakıyor.
MEB’e göre her şey yolunda, eğitimde başarılıyız(!)
Devlet okullarında öğretmen eksikliğinin gerekli atamaların yapılarak giderilmemesi, özel okullarda ucuz iş gücü olarak görülen, açıkta bırakılan öğretmenlerin güvencesiz koşullarda çalıştırılması, öğrencilerin müşteri olarak görülmesi, okul giderlerinin bel bükmesi, bağış adı altında zorunlu kayıt parası dayatması çok açıkken… Okullarda bulunan kantin fiyatları dudak uçuklatırken… Korona virüse karşı gerekli önlemler alınmayıp yaklaşık altı yüz sınıfın karantinaya alınmasına yol açılırken… Sınıf kapılarına “Sınıflarımız 20 kişiliktir” diye yazılsa da bu gerçek dışı kalırken… Bazı okullarda ise tamamen uzaktan eğitime gidilirken… Ve henüz okulların açılmasının daha üçüncü haftası yeni dolmuşken gerçekten b-a-ş-a-r-ı-l-ı m-ı-s-ı-n-ı-z-?
NARKO AKP’nin hala “başarılıyız” hikâyelerini hanesine yazmaya çalışabilmesi, toplumsal dinamiklerin pozisyon alamamasıyla mümkün olmaktadır. (Sendikaların, sivil toplum örgütlerinin vs.) Analizler ve raporların yayınlanmasının yanı sıra biriken öfkenin özgün taktiklerle örgütlenmesine ve konsolide edilmesine ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı karşılamanın zorunluluk olduğu kavranıp her geçen gün artmakta olan güvencesizlerin talepleri kavranarak kalıcı örgütlenmelere dönüştürebilirse faşizmin yenilmesi açısında önemli bir dayanak noktası olacaktır.
Kapitalist hegemonyanın her geçen gün zemin kaybettiği, yaşamış olduğu çoklu krizlere çözüm üretmekte zorlandığı, fakat ömrünü uzatma şansını öfkenin örgütlenemeyişinden yararlanarak sürdürmekte olduğu gerçeği bilince çıkarılarak, eğitim, barınma, beslenme, ulaşım ve sağlık gibi temel ihtiyaçların kamusal hak olarak sağlanmasını, liselerde ve üniversitelerde demokratik işleyişin güvence altına alınmasını talep etmek için direnişin geliştirilmesinin önemi her geçen gün daha da artmaktadır.
Farklı dinamiklerin, liselilerin, üniversitelilerin tek adam rejimine karşı biriktirmiş olduğu öfkenin örgütlenerek pozitif enerjiye ve reaksiyona dönüşmesi kuşkusuz demokratikleşme mücadelesinde de ileri atılış görevi görecektir.
Son olarak Hüseyin Umutcan Ay’ın İTÜ mezuniyet töreninde yapmış olduğu konuşmasıyla bitirelim:
“… Yozlaşmış bu sistemi değiştireceğiz, değiştirmeliyiz.”