Baraj indirme değil politeknik eğitim
Diplomalı değil gerçekten vasıflı, işinin detaylarına hâkim, sermaye karşısında pazarlık gücü yüksek bir birey yetiştirmek için eğitim ve iş süreçlerinin içiçe geçtiği politeknik eğitim örgütlenmesi bir zorunluluk.

Üniversite 2. ek yerleştirme başvurularında baraj puanının 180’den 170’e geri çekilmesi eğitim sistemi üzerine konuşmamız için yeni bir vesile yarattı. Şirket-devletin Saray Rejimi’nin koalisyon partileri, öğrencilerin kaderinden ziyade boş kalan vakıf üniversitelerinin kontenjanlarına ek talep yaratmayı önemseyen bu hamleleriyle kendilerini gençliğin dostu gösteren bir propaganda dilinde birleştiler. Muhalefet ise baraj puanının düşürülmesini eğitimin kalitesinin düşmesiyle paralellik kurarak ele aldı. Barajı geçebilen öğrencilerin sayısının düşmesi verilen eğitimin başarısızlığının bir göstergesi olarak değerlendirildi.
Barajın altında kalan öğrencilerin sayısının artmasının en önemli sebebi bu sene YKS sınavlarındaki matematik testlerinin ortalamadan daha zor olmasıydı. Özellikle TYT sınavındaki zaman baskısıyla birlikte ele alındığında soru zorluğundaki yükselme doğal olarak netleri ve puanları düşürdü. ÖSYM, geçtiğimiz yıl sınav tarihinin sık sık değişmesinden kaynaklanan toplumsal tepkinin etkisi altında oldukça kolay sınavlar hazırlamıştı, bu geçen sene birçok bölümün puanının yükselmesine yol açmıştı. Bu sene pandemi koşulları devam etmesine, okullar neredeyse hiç açılmamasına rağmen bambaşka bir senaryo hayata geçirildi. Geçen seneki sınavı baz alarak hazırlanan öğretmen ve öğrenciler ise ters köşeye yattı. Ne geçen sene barajı geçen öğrenci sayısı daha fazla olduğu için eğitimin niteliği artmıştı ne de bu sene her şey aniden alabora oldu. Çoğu zaman meselelerin tartışılma ve ele alınma biçimi neden çözümsüzlük içine saplanıldığını da anlatıyor.
LGS sınavlarında da Matematik ve Fen testleri ortalamanın üzerinde zordu. Bu durum özel öğretmen tutabilen zengin ailelerin çocuklarını sınav başarısında çok daha öne çıkardı. En yüksek puanla öğrenci alan özel okul olan Robert Koleji, her sene ilk 3000’e giren öğrenciler arasından seçim yaparken bu sene listesini ilk 1500’ün altına inmeden doldurdu. Bu, ilk sıralarda daha fazla özel okul öğrencisi olduğu anlamına geliyor. Yani sınavda ilk sıraları alan öğrenciler arasında zengin ailelerin çocukları geçtiğimiz yıllara göre oran olarak çok daha fazla sayıda. Robert Koleji’nin yıllık ücretinin 110 bin lira olduğunu hatırlatalım. Yaklaşık 40 asgari ücret…
Pandemi sürecinde sürdürülen uzaktan eğitim belli okullar dışında büyük bir verimsizlikle yürütüldü. Verileri dün açıklanan bir araştırmaya göre ilkokul öğrencilerinin %73,6’sı, lise öğrencilerinin ise %59,3’ü EBA’daki derslere hiç katılmadı. Derse katılanların büyük kısmı ise cep telefonları üzerinden bağlanmaya çalıştı. Ödevler yapılmadı. İşin en korkuncu da ilkokul öğrencilerinin tamamına yakını, lise öğrencilerinin de yaklaşık yarısı okullarını özlemediklerini ifade etmişler.
Pandeminin egemen ve sömürülen sınıflar arasında eşitsizliği en uç ölçüde artırdığı alan hiç kuşku yok ki eğitim. Bu durumda emekçi örgütlerinin çok net bir biçimde okulların açık tutulması yönünde tutum alması gerekmez miydi? Okulların mutlaka açılması yönündeki kampanya çağrılarımız sudan gerekçelerle görmezden gelindi. Maalesef geçtiğimiz sene Eğitim-Sen dahil olmak üzere bu konuda çok iyi bir sınav veremedik. Ne devlet üzerinde okulların açık tutulmasına dair bir basınç üretebildik ne de emekçi çocukların yaşadığı geri kalmayı telafi edebilecek bir dayanışma örgütleyebildik. Ortada böylesi büyük bir boşluk oluşmuşken bu boşluğu karşı-hegemonya yaratmak amacıyla değerlendiremedik.
Bu sene okulların açık olmamasının açıklaması olamaz. Aşılama yaşının düşürülmesi, öğretmenlere aşı zorunluluğu getirilmesi, okullarda gerekli hijyen ve havalandırma koşullarının yaratılması için gerekli hazırlıkların yapılması, sınıf mevcutlarının azaltılması yönünde baskının artırılması gerekiyor. Mahalli veli inisiyatiflerinin çocuklarının gittikleri okulları baskı altına alacak örgütlenmeler gerçekleştirmesi son derece faydalı olacaktır. “Okulları devlet açık tutamayacaksa bize devretsin” iradesini ortaya koyabilmemiz, halkın kurucu iradesini sergilememiz yeni örgütlenme kanalları yaratabilir. Çocuklarımızın geleceğimizin bu kadar fütursuzlukla çöpe atılmasına artık kayıtsız kalamayız.
Bu arada kontenjanları boş kalan İmam Hatip Liseleri’nin de düz liseye dönüştürülmesi talebi son derece gerçekçi. Sınavla veya not ortalamasıyla bir okula yerleşemeyen öğrenciler fiilen İmam Hatiplere zorlanmış oluyorlar ki bu yüzden birçok öğrenci örgün eğitim dışında kalıyor, açık öğretime yöneliyor.
Burjuva eğitim sisteminin krizinin en önemli sebebi diplomalı insan yetiştirmeyi vasıflı insan yetiştirmenin yerine ikame etmiş olması. Ekonomik yapı üretkenlik artışlarına değil de ucuz emek sömürüsüne dayalı bir yapıya sahip olduğu için eğitim sistemi de vasıfsızlık üretiyor, eğitimli gençleri de sermaye karşısında korumasız halde bırakıyor. Sayısı artan üniversitelerden hesapsız kitapsız bir biçimde mezun edilen öğretmenler, mühendisler sermayenin vasıflı emeğe ayırdığı değişmeyen sermayenin boyutlarını kontrol etmesini sağlıyor, yeni mezun mühendisler de asgari ücret ile işe başlatılıyor. Dershaneleri de atanamayan öğretmenlerin aşırı sömürüsü ayakta tutuyor.
Merkezi ve demokratik planlamanın özellikle eğitim kapasitesinin planlanması açısından son derece önemli olduğunun altı çizilmeli. Diplomalı değil gerçekten vasıflı, işinin detaylarına hâkim, sermaye karşısında pazarlık gücü yüksek bir birey yetiştirmek için eğitim ve iş süreçlerinin içiçe geçtiği politeknik eğitim örgütlenmesi bir zorunluluk. Rant ve inşaat ekonomisinin hâkim olduğu bir ekonomide böylesi bir dönüşümü gerçekleştirmek neredeyse imkansızdır. Dolayısıyla ekolojik krizin sınırlarını çizdiği, yaşam koşullarını sadece insan için değil tüm ekosistem için geliştirmeyi hedef alan bir üretkenlikle hareket eden, eşit paylaşımı üretkenliğin zorunlu bir koşulu olarak gören sosyalist bir iktidar diplomalı değil vasıflı birey yetiştiren politeknik eğitimin hayata geçirilmesinin koşuludur.
Milliyetçi ve piyasacı bir cehaleti kutsayan şirket-devlet ve Saray Rejimi her alanda olduğu gibi eğitimde de ancak bir devrimle çözülebilecek devasa bir sorunlar yumağı yarattı.