Yangınların Gösterdikleri

‘99 Depremi sonrasında oluşan ruh hali ile kurulan paralellikler tesadüf değil. ‘99 Depremi, 2001 krizi öncesinde siyasi arenada yaşanan büyük temizliğin koşullarını yaratmıştı. “Devlet Baba” imgesinin çökmesinde, insanların korkunç bir felaket karşısında yapayalnız olduğunu görmelerinde Körfez Depremi çok önemli bir zihin sıçraması yaratmıştı.

Fotoğraf: Associated Press

Devletin zor aygıtları dışındaki aparatlarının neredeyse tamamen işlevsizleşmesi rejimin rıza üretme kapasitesini tarihi minimuma doğru indiriyor. ‘99 Depremi sonrasında oluşan ruh hali ile kurulan paralellikler tesadüf değil.

“Erken Devlet” tartışmalarını tetikleyen Çin tarihinde imparatorların, Göklerin Yetkesi (Mandate of Heaven) ile tescillendiğine inanılırdı. Eski tanrıların sembolü olan Gökler Alemi, imparatoru dünyayı kendisi adına yönetmekle görevlendirmişti. İmparatorun otoritesi mutlak ve sınırsızdı, ancak bütün bu yetkilerine rağmen toplumun iyi olma halini olumsuz etkileyen kimi doğal felaketler onun göklerin varisi olmadığına dair bir inancı besleyebilirdi. Konfüçyüs düşüncesinde de yerini alan İdeal İmparator Mencius’a göre sel ve kuraklık gibi felaketlerde göklerden aldığı yetkeyi halkı için yararlı bir biçimde kullanamayan bir yöneticiye karşı halkın isyan etmesi, ayaklanması ve onu devirmesi meşru bir haktı. Küçük köylülüğün kendi yaşamını yeniden üretmesini mümkün kıldığı sürece itaat ettiği ancak büyük bir nüfusu yönetecek meziyetlere sahip olamayan bir imparatora karşı da sık sık ayaklanmaktan geri kalmadığı erken Çin siyasi tarihi açısından önemli bir motifti bu.

‘99 Depremi, 2001 krizi öncesinde siyasi arenada yaşanan büyük temizliğin koşullarını yaratmıştı. “Devlet Baba” imgesinin çökmesinde, insanların korkunç bir felaket karşısında yapayalnız olduğunu görmelerinde Körfez Depremi çok önemli bir zihin sıçraması yaratmıştı.

Pandeminin başından bu yana Türkiye toplumu genel olarak yeniden aynı ruh hali içerisine girdi. Zor aygıtı dışında hiçbir kurumsal sürekliliği kalmamış, sorun çözme kapasitesini çay paketlerine ihale etmiş, birkaç zengin yaratma dışındaki tüm sosyal perspektifini kaybetmiş bir devlet var karşımızda.

İktidarın toplumun karşı karşıya kaldığı sorunları çözebilme kapasitesine sahip olmadığı her geçen gün daha geniş kesimler tarafından anlaşılabiliyor. Pandemi, süreklileşen iktisadi sorunlar ve yangınlar rejimin bekası açısından kritik önemdeki Türk-Sünni kesimlerin de bağlılıklarını sorgulamalarına yol açıyor.

Burjuva muhalefet böylesi koşullarda dahi net ve güçlü bir erken seçim çağrısı bile yapamayacak durumda.

İktidar kanadında ise ABD ile yakınlaşarak süreçten çıkma temel strateji olarak görünüyor. Biden görüşmesi sonrasında IMF’nin MB rezervlerini desteklemek için 6 milyar dolarlık kaynak aktarması yeni ABD yönetiminin Erdoğan’a net mesaj vereceğini düşünenler için hayal kırıklığı yaratmış olsa gerek. Afganistan konusunda Erdoğan’ın gösterdiği girişkenlik Washington’da belli bir karşılık görmüş olabilir. Yeni göçmen biriktirme stratejisi de bir yandan AB ile pazarlıklarda eli güçlendirirken diğer yandan KOBİ’lere köle emeği servisi olarak değerlendirilmeli.

Saray rejimi iktidarını kaybetmemek için ülkeyi çatışmalı bir sürecin içerisine sokacak mı? Bu konuda son derece hevesli kesimlerin olduğu açık. Sağın güçlü olduğu bölgelerde yangınları gerekçe göstererek ortaya çıkan silahlı köy devriyeleri hayra alamet değil. Kaybolan silahların en azından bir kısmının bu devriyeler tarafından kullanıldığı anlaşılıyor. Bu adamlar kimlik kontrolü yaparak kimleri arıyor olabilirler?

Ancak devletin tümünün bir iç savaş stratejisine ikna olmadığı da en azından şimdilik görülüyor. Perinçek, Bahçeli ve diğer derin devlet uzantılarının bu konuda çok daha hevesli olduğu düşünülmeli. Hatta İYİP içinden kimi unsurların kontrolleri altında tuttukları web siteleri aracılığıyla etnik çatışmayı tetikleyebilecek provokasyonlar peşinde oldukları görülüyor.

Soldan halka genel örgütlenme çağrıları yapılmaya devam ediliyor ancak bunların çoğu somut, güçler dengesinde uygulanabilir bir stratejiye sahip değil. Sol bir süredir halkı örgütlenmeye ve mücadeleye davet ediyor ancak bunu sürekli ve görünür bir eylemlilikle destekleyemiyor. Genel ve çoğunlukla da sosyal medyaya sıkışan bir ajitasyonun ötesine geçilememesi ise öfkenin örgütsüz kalmasına hatta daha da kötüsü düzensiz göçmenlere tepki üzerinden gerici mecralara akmasına yol veriyor.

Oysa önümüzdeki büyük hesaplaşmayı halklarımız açısından gerçek bir demokratikleşme olanağına dönüştürmek için HDP’nin ne kadar büyük bir olanağı ifade ettiği bugün çok daha iyi anlaşılıyor. HDP geniş destek gücüyle kendisi dışındaki muhalefete de belli bir programı dikte edebilecek, dolayısıyla kendi gücünün çok ötesinde bir etki yaratabilecek bir aktör haline geldi. İzmir ve Konya katliamları, yangınlar esnasında geliştirilen şoven kampanyalar bu olanağı boğmak için gündemde. Ancak iktidar bloğunun kendi iç çelişkileri de bir yandan HDP’nin manevra alanını genişletmeye devam ediyor. O yüzden şimdiye kadar mesafeli dursa da tüm devrimci-demokratik muhalefetin HDP ekseninde bir devrimci demokrasi seçeneği yaratmak için birleşmesi taşları yerinden oynatabilecek etkiler yaratmaya adaydır. Korkut Boratav’ın merkezi önem atfettiği Cumhuriyetçi muhalefetin de demokrasi zeminine yönelebilmesi HDP eksenindeki toparlanmanın gücüyle mümkün olabilir ancak.

Pervin Buldan’ın Esenyurt Meydanı’nda Demirtaş’ı Cumhurbaşkanı yapma iddiasını ortaya atması HDP yönetiminin de bu olanağı gördüğünü, halktaki ayakta kalma ve direnme kapasitesinin de bu öngörüye destek olduğunu düşündürüyor.

Tüm demokrasi güçleri olarak önümüzdeki fırtınalı döneme HDP ekseninde derlenip toparlanarak, gerçek bir devrimci demokrasi odağı yaratarak girelim. Son dönemdeki kimi etkisiz ve uzun vadeli olamayan yan yana gelişler de kimileri için kabul edilmesi oldukça zor bu gerçeğin altını çizmenin güçlü gerekçeleri olarak görülmeli.