Cinnet günlerinde siyaset

Sıcaklarla birlikte içinden geçilen cinnet konjonktürü daha da derinleşiyor. Yaşanan politik momentin, yıllardır ülkeyi av sahasına çevirmiş karanlık devlet aktörlerinin hesap vereceği bir gerçek demokratikleşme olanağına dönüşmemesi için can havliyle rol almış birçok aktör aktif halde.

Küresel iklim krizinin yansımaları her ülkeyi kendi politik konjonktürünün parametrelerince kırılarak etkiliyor.

Almanya’da sellerde 180 kişinin daha bir hafta önce öldüğü, Sibirya’da sıcaklıkların 40 dereceye ulaştığı ve ormanların yandığı, Finlandiya’nın tarihinin en sıcak yazını yaşadığı, Brezilya’ya yağan karın kahve ağaçlarının donmasına yol açtığı, Avustralya’da kıta çapında yaşanan ve kontrol altına alınamayan yangınların Asya’yı etkileyerek belki de pandemiyi tetiklediği düşünülmeden “aynı anda bu kadar yangın çıkması mümkün mü?” paranoyası ile faşizmin zemini güçlendirilmek isteniyor.

Kapitalizm dünyayı hızla tükenişin sınırına doğru yakınlaştırıyor. Sıcaklık artışlarının bu hızla devam etmesi durumunda Kuzey Kutbu 2040 yılında tamamen erimiş olacak. Okyanuslardaki sıcaklık atışları canlı çeşitliliğini giderek azaltıyor. Havaların ısınması sonrasında atmosferin nem tutma kapasitesi artığı için yağışların şiddeti de o oranda artıyor. Son birkaç yazdır Kaliforniya’da da Akdeniz’dekine benzeyen yangınlar haftalarca kontrol altına alınamıyor, her türden birçok can kaybına yol açıyordu. Felaket artık gelecekte değil şu an o cehennemin içindeyiz.

HDP’nin Deniz Poyraz’ın katli sonrasında kendisi dışındaki muhalefeti Kürt Sorunu konusunda daha net tutum almaya zorlayan çıkışları, bu hamleyi boşa çıkarmak isteyen ve Millet İttifakı’nın daha demokratik bir zemine çekilmesine direnç gösteren ulusalcı ve milliyetçi unsurlar tarafından göçmenlere karşı yükseltilen bir kampanya ile karşılandı. Bu kampanya daha sonrasında HDP-CHP etkileşimine zemin sağlayan kimi haber platformlarının “fonlanma” gerekçesiyle itibarsızlaştırılmasına dönük bir hamleyle daha da ilerletildi. Bir süre önce kendi içinde bir ayrışma yaşayan ve tamamen Soner Yalçın’ın denetimine giren OdaTv’nin bu süreçteki özel rolü not edilmelidir. Perinçek kanadının operasyonel bir aracı olarak bu mecranın önümüzdeki günlerdeki olası manevralarda da etkin bir araç olarak kullanılacağı açıktır.

Göçmenler meselesi bütün dünyada olduğu gibi sol açısından oldukça zorlu bir sınav anlamına gelecektir. Türkiye özelinde AKP’nin göçmen politikasındaki başarısızlığını yeterince teşhir edemeyen, gündelik ekonomik sorunlarla boğuşan işçiler için göçmenlerin ne kadar kolayca günah keçisi haline getirilebileceğini anlayamayan, meseleye sadece ahlaki ve yukarıdan bir söylemle yaklaşan bir sosyalist hareketin işçiler içerisinde bu tutumundan dolayı hızlıca izole edilebilmesi kaçınılmazdır. Göçmen işçilerin asgari ücretin altında çalıştırılmasına karşı bir mücadeleyi sendikalarımızın ve işçi örgütlerimizin ortak bir biçimde yükseltmesi hayati önemdedir. Birkaç yıl önce saya işçilerinin göçmen-yerli işçi çelişkisini aşarak ve ortak örgütlenme ile elde ettikleri kazanımlar sürekli akılda tutulmalı ve hatırlanmalıdır. Göçmen düşmanlığı işçi sınıfının içebileceği en tehlikeli zehirdir, örgütsüzlük ve yaşam koşullarının ağırlığı ise bu zehri çok cazip hale getirmektedir.

Aptalca ve gerçek dışı bir akıl yürütme sonrasında orman yangınlarının Kürtlere saldırı için bir gerekçeye dönüştürülmesi göçmen karşıtlığının çılgınlık seviyesine daha da yaklaştırdığı kitleler açısından oldukça kolay olmuştur. Faşizmin kamusal tartışma zeminlerini kapatmış olması aynı günde onlarca yangın çıkmasının Temmuz-Ağustos aylarında hiç de anormal bir gelişme olmadığını geniş kesimlerin öğrenebilmesini daha da zorlaştırmıştır. Perşembe akşamı itibariyle yine OdaTv ve Yeni Şafak başta olmak üzere yangınları PKK’ye ihale etmek için büyük bir çaba yürütüldü. Sinyali alan kontra unsurların Konya’da Dedeoğlu Ailesine dönük katliam gerçekleştirmelerini ise İzmir HDP saldırısının arkasındaki güçlerin hala aktif olduğunu gösterdi. Katliamın oldukça profesyonel bir biçimde gerçekleştirilmiş olması da aileler arasındaki tartışma sonucu yaşanan bir kırımla karşı karşıya olmadığımızı gösteriyor.

Devletin sergilediği her alandaki basiretsizlik ve dağılma görüntüsü, birtakım fraksiyonların Kürt-Türk, Alevi-Sünni çatışması üzerinden inisiyatif almaya kararlı hamleleri ile destekleniyor. Sözüm ona polis tarafından koruma altındaki bir ailenin güpegündüz evlerinin basılarak katledilmeleri nasıl bir anlama geliyor bunu önümüzdeki günlerde çok daha iyi anlayacağız. Hrant Dink’in katli sürecinde İstihbarat Daire Başkanı olan kişinin şu anda Konya Emniyet Müdürü olduğu da not edilmesi gereken önemli bir veridir.

Sıcaklarla birlikte içinden geçilen cinnet konjonktürü daha da derinleşiyor. Yaşanan politik momentin, yıllardır ülkeyi av sahasına çevirmiş karanlık devlet aktörlerinin hesap vereceği bir gerçek demokratikleşme olanağına dönüşmemesi için can havliyle rol almış birçok aktör aktif halde. Bu kontrolden her çıkmanın eşiğindeki cinnet konjonktüründe ayakta kalabilmek, çok yönlü direniş kapasiteleri geliştirmek, halkı koruma yeteneği kazanacak örgütlenmeler oluşturmak, süreci bir demokratik devrim yönünde geliştirmek için kolektif bir anti-faşist aktör inşası için çabaları yoğunlaştırmak dönemin acil görevleri olarak öne çıkıyor.