İrade üzerine
1 Mayıs tartışmalarına dönersek, irade tartışmaları ne anlama gelebilir? Belli ki nesnel ortamın akışı artık kesin bir dönüm noktasına yaklaşıyor. Bu kesin dönüşü kavrayamayanlar işleri akışına bırakıp, iktidarın kendiliğinden gideceğini savunuyor.
1 Mayısta yaşananlar bu konuda bir tartışmaya yol açtı. Konunun felsefi ve siyasal alandaki kökleri çok derinlerdedir. Niteliğinden dolayı bir yanıyla sonu gelmeyecek, tükenmeyecek bir tartışmadır. Bu yönüyle tartışmaları sonlandıracak bir formül henüz bulunamamıştır. Her somut tarihsel dönemde bu tartışma ya da sorun o dönemin renklerine bürünür. Günümüzdeki tartışma görünürde oldukça sınırlı kalan 1 Mayıs eylemliliklerinden kaynak aldı. Konunun gündeme gelmesi ne anlama geliyor? Ya da gerçekten bir anlama geliyor mu? Gelgeç, uçup gidecek ve hatta rastgele bir tartışma mı?
“İradecilik (voluntarizm) ile determinizm arasındaki ilişki, bizim sosyalist düşünce ve pratik geçmişimizde sık olmasa bile zaman zaman tartışılmıştır.” (Metin Çulhaoğlu, İleri Haber, 08.05.2021)
Kimi tartışmaları hatırlamıyor olabilirim, ancak Devrimci Hareketin geçmişinde bu konu çok kapsamlı bir biçimde 1960’ların sonlarında tartışıldı. Mahir Çayan’ın “Kesintisiz Devrim” eserinde “volantarizm” ve “determinizm” detaylıca tartışılmıştır. Bu tartışmalar ne anlama geliyordu? Devrimci Hareket çok önemli bir dönüm noktasının eşiğinde, hatta içindeydi. Mücadelenin şiddeti ve hızı artıyordu; farklı devrimci güçler kendi stratejik duruşlarını oluşturup, artık bu tasarlanmış öngörü yönünde davranma hazırlıkları içindeydiler. Tam böyle bir dönüm noktasında “irade sorunu” kaçınılmaz olarak gündeme girdi.
Bir diğer önemli tartışma momenti 1984’de PKK’nin çıkış eylemleri ile birlikte yaşanmıştır. 12 Eylül faşizminin en karanlık günlerinde bu çıkış “erken miydi?” yoksa karanlığı yırtan bir umuda çağrı mıydı? Bu çıkış ne kadar süreceği belli olmayan karanlık günlerden önemli bir dönüşe işaretti. Adeta nesnel koşulları yırtan iradi bir çığlıktı. Yok olmadı, devamı geldi ve çığlık büyüdü. 1984 çıkışının PKK içinde ne zorlu tartışmalardan sonra çıkageldiği artık yeterince biliniyor.
Son tartışma devrimci hareketin ikinci döneminin kapandığı 90’lı yıllarda yaşandı. 1980 darbesinin yüküne bir de Sosyalist sistemin yıkılışının yükü binmişti. Stratejiler erozyona uğramış, yeni yollar aranıyordu. Ancak bu tartışmalardan devrimci hareketi taşıyacak ve yükseltecek yeterince irade çıkmadı. Kürt Özgürlük Hareketi büyürken Türkiye Devrimci Hareketi gitgelli sancılar içinde kaldı. Bu kadar tarih yeter!
Sorunun biraz daha derinine girersek: “Temel görüşümüz şu: İradecilik, durup dururken şapkadan tavşan çıkaran bir eylemlilik değildir; kendi başına, verili nesnel koşulların dışında ayrı bir nesnellik yaratmaz; iradecilik, nesnel koşulların seyrini belirli bir yöne, doğrultuya itmek üzere devreye sokulur. Başka türlü söylersek, iradeciliğin kendi dünyası yoktur; var olan dünyanın kendi içinde barındırdığı farklı eğilimlerden birini zorlamanın, buraya yüklenmenin yoludur.” (M. Çulhaoğlu, a.y.)
Bu “temel görüş”ten sonra ortada bir irade sorunu kalıyor mu? “…verili nesnel koşulların dışında ayrı bir nesnellik yaratmaz; iradecilik, nesnel koşulların seyrini belirli bir yöne, doğrultuya itmek üzere devreye sokulur.” İradi müdahale elbette “şapkadan çıkmaz”, ancak kendi nesnelliğini yaratır. Bu olmazsa ortada bir müdahale yok demektir. Lenin’in Nisan Tezleri Şubat Devrimi sonrası sürece iradi müdahalenin başlangıcıdır. Ve kendi nesnel koşullarını yaratmıştır. 1905 devrimi “kendiliğinden çıkıp gelmiştir”. Ancak Ekim devrimi Bolşevik Partisi’nin çok güçlü iradi müdahaleleriyle gerçekleşmiştir ya da yapılmıştır. Bolşeviklerin, Nisanla birlikte şekillenen iradesi olmasaydı Ekim devrimi gerçekleşemezdi. İradi müdahale mevcut nesnelliği bozmak için yapılır; yerine ulaşırsa kendi nesnelliğini yaratır.
Aslında Devrimci Hareketin 1970’lerdeki müdahalesi de kendi nesnelliğini yaratmıştı. Ancak “olumsuz” yönde. Fakat bu olumsuzluk mutlak değil, geçiciydi. Kahramanca çıkışlar 1974’ler sonrası mücadelenin yükselişine yol açtı. 1984 PKK çıkışı hedefini bulduğu için kendi nesnelliği yaratmıştır. “İradeciliğin kendi dünyası vardır.” Verili nesnel koşulları değiştirme, yani stratejik ve taktik müdahalelerle yaratmak istediği bir dünyası vardır. “Savaşa atılınca” kendi nesnelliğini yaratır.
“Asıl konuya gel” denirse, asıl konu şudur: Bugünün Türkiye’sinde başka her şeyi önceleyen görev, mevcut rejime karşı “savaşa atılmaktır”; bu görevin, “ama savaş şöyle verilmeli” gibi bir önkoşula bağlanması “iradecilikle” ilgisi olmayan siyaset dışı bir duruş sayılmalıdır. Eğer iradecilikse, bunun sergileneceği ortam, tüm karmaşıklığı ve çelişik yanlarıyla birlikte mevcut rejim karşıtı birikimdir ve iradecilik adına yapılması gereken de savaşı kendi seyrine bırakmayıp belirli mecralara yöneltmektir.
“Lenin’e dönersek; kendisinin de beklemediği 1917 Şubat’ından Ekim’ine kadar geçen 8 ayda tam da bunu yapmamış mıdır?”(M. Çulhaoğlu, a.y.)
Rejime karşı savaşa katılmak, ama nasıl? Bugünün Türkiye’sinde esas görevin “rejime karşı savaşa katılmak” olduğunu söylemek bir anlam ifade ediyor mu? Bu, hani şu ünlü “lapalisin hakikatidir”. Savaşa nasıl katılınacaktır? Daha somut konuşulduğunda hangi strateji ve taktiklerle? Tam da bu konuların yani mücadele yol ve yöntemlerinin konuşulduğu noktada ortaya “irade sorunu” çıkar. Hiç bir siyasal yapı diğerine elbette mücadele yolunu dikte ettiremez. Ancak yürünen yolların eleştirisinden de kaçınılamaz.
Lenin’in Nisan Tezleri partisinde sansürlenmiştir. O müthiş sekiz ayda Lenin istifa noktasına kadar gelmiştir. Bunlar “savaşı kendi seyrine bırakmayıp belirli mecralara” yöneltmek için yapılmış irade savaşlarıdır. Lenin’in karşısındaki “eski Bolşevikler”, burjuva devrimi koşullarında -nesnel koşullar tam da buydu- görevimiz bu devrimi desteklemektir, diyerek Lenin’in “iradi” çıkışına karşı direnç göstermişlerdi.
1 Mayıs tartışmalarına dönersek, irade tartışmaları ne anlama gelebilir? Belli ki nesnel ortamın akışı artık kesin bir dönüm noktasına yaklaşıyor. Bu kesin dönüşü kavrayamayanlar işleri akışına bırakıp, iktidarın kendiliğinden gideceğini savunuyor. Bir başkaları kesin dönüşü görüyor, ancak nasıl müdahale edileceği konusunda kararlı bir tavır içine giremiyor. Bir de bu dönüşe alışılanın dışında müdahale çabasında olanlar bunun taktik yollarını arayıp, bulup davranıyorlar.
Bugünün irade tartışmalarının altında yatan gerçek budur. Pratikte sorun bine yakın devrimcinin iktidarın zoruna rağmen alanlara çıkması gibi görünse de, içinde gelecek mücadelenin ruhunu ve taktiklerini barındırıyor. Kıvılcım yangına dönüşür mü? Göreceğiz! Ancak kıvılcım olmadan yangın çıkmaz, bu kadarı kesindir.