80 Sonrası Önemli Bir Örgütlenme Deneyimi: “Öğrenci Dernekleri” – 4

Öğrenci Dernekleri’ni yaratanlar, “neyi istediklerini” bilerek o zorlu koşullarda yollarını yürüdü. Bugün otoriter rejimin gözünü diktiği üniversitelerde “bundan sonrası bizde” diyerek mücadelenin yolunu açanların, henüz “neyi istemedikleri” konusunda kafaları net.

Demokratik öğrenci hareketinin Öğrenci Dernekleri üzerinden 1984’te başlayan hikâyesi, 1987 Nisan’ına kadar “yasallık/izinlilik” sınırlarını fazla zorlamadan sürdü. Darbe koşullarında önemli kazanımlar elde edilen bu eylem çizgisiyle ciddi bir birikim sağlandı. Bu dönemde Öğrenci Dernekleri ülke çapına yayıldı; iller düzeyinde ve ülke çapında kampanyalar yürütebilecek bir örgütlenme seviyesi yakalandı.

87 Nisan eylemleri süreci, hareketi yeni bir evreye taşıdı. Artık demokratik öğrenci hareketi, yasallık/izinlilik sınırını zorlayacak ve hareket alanını daha da genişletecek bir çizgiye evirildi. Meşru mücadele çizgisinin ağır bastığı yeni evre, yeni gerilimleri de beraberinde getirdi. Devletin zoruna karşı öğrencilerin üniversitelerdeki kitlesel direnişi ve çatışmalar, bu yeni sayfanın rengini belirledi. Hareketin gelişimi karşısında devreye giren/sokulan ülkücü faşistlerin ve islamcı grupların saldırıları da devletin zorunun yanına eklendi.

Devlet, 90’lı yılların başında toplumsal mücadele dinamiklerinin nefesini kesmek üzere kapsamlı bir saldırı başlattı. Devletin “topyekûn savaş” konseptinde, üniversiteler de hedef tahtasındaydı…

Demokratik öğrenci hareketinin 87 sonrası girdiği yeni evreyi karakterize eden örnekler, ağırlıklı olarak İstanbul’dan seçilecektir. Kuşkusuz İstanbul dışındaki üniversiteler de o süreçte benzeri bir seyir izlemiştir.

* * *

Öğrenci Dernekleri’nde yol ayrımı

Mücadelenin yükselen temposu, öğrenci hareketi içerisinde -sürecin başlarında henüz cılız seviyede olan- iç gerilimleri büyütür. Politik ayrışmalar, “Öğrenci Derneklerinde yol ayrımı” noktasına varır; derneklerin kuruluşuna öncülük eden Yarıncıların dönemi kapanır.

Bundan sonraki süreçte Yarıncılar, öğrenci derneklerindeki etkin pozisyonlarını kaybeder; giderek demokratik öğrenci hareketinden bütünüyle silinir…

Mehmet Şirin Tekin… Seher Şahin…

3 Mayıs 87’de Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Mehmet Şirin Tekin “oruç tutmadığı” gerekçesiyle bıçaklanarak öldürülür; saldırıda beş öğrenci de ağır yaralanır. Üniversitenin karşısındaki kafeteryada otururken saldırıya uğrayan öğrencilerden biri olayı şöyle anlatır:

“Okulun karşısındaki Evin Kafe’de otururken, ellerinde bıçak ve sopa olan bir grup ‘kahrolsun Komünistler hepinizi buraya gömeceğiz’ diyerek üzerimize saldırdı. Ortalık bir anda karışırken, saldırgan gruba, 20 metre ötemizdeki karakol seyirci kaldı.” (Milliyet 7.5.87)

Bu olaydan dört yıl sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencisi Seher Şahin, 5 Eylül 91’de Fındıklı Kampüsü’nde öğrenci kayıtları sırasında açılan rehberlik ve dayanışma masasına müdahale eden sivil polisler tarafından pencereden atılır; ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede üç gün sonra 8 Eylül 91’de yaşamını yitirir.

Bu olaylar, demokratik öğrenci hareketinin karşı karşıya kalacağı şiddetin seviyesini ve boyutunu sergilemesi açısından tarihsel anlam taşır.

28 Nisan 88 İstanbul Üniversitesi rektörlük işgali

Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi bir kadın, 28 Nisan günü merkez bina ana giriş kapısından üniversiteye girdikten sonra peşine takılan sivil polisin sözlü cinsel tacizine uğrar. Sürekli yaşanan polis tacizlerinde bardağı taşıran bu olayın bilgisi SBF kantinindeki öğrenci derneği üyelerine ulaşır ulaşmaz alınacak tavır tartışılmaya başlanır. Bu sırada sivil polisler kantine gelir. Öfke patlar, öğrenciler polislere yönelir; hızlıca uzaklaşan polisler yakalanır ve dövülür.

Ardından öğrenciler, tacize uğrayan arkadaşlarını da yanlarına alarak bu olayı görüşmek üzere dekanın odasına gider. Dekanla görüşme sürerken, içlerinde tacizci polisin de bulunduğu kalabalık bir polis topluluğu kantini basar; altı öğrenciyi döverek gözaltına alan polisler fakülteden ayrılır.

O gün, İstanbul Öğrenci Dernekleri Platformu’nun kararıyla İstanbul Üniversitesi’nde Turan Emeksiz anması yapılacaktır. İstanbul’daki tüm üniversitelerden bine yakın öğrenci, Merkez Bina’da toplanır. Siyasal Bilgiler Fakültesi içerisinde basın açıklaması yapılır; sabah yaşanan taciz olayının bilgisi paylaşılır. Bu sırada kalabalığın içerisinde bir sivil polis olduğu fark edilir; öğrencilerin kendisine yöneleceğini anlayan polis telaşla koşarak kaçar, öğrencilerin elinden kurtulur.

Öfkesi daha da bilenen öğrenciler “Üniversitede polis istemiyoruz” ve “Polis-idare iş birliğine son” sloganlarıyla rektörlüğe doğru yürüyüşe geçer. Turan Emeksiz ve katledilen tüm öğrenciler anısına rektörlük önünde gerçekleşen anma töreninin ardından öğrenciler dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Cem’i Demiroğlu ile görüşme talebinde bulunur; gelecek yanıt, rektörlük önünde oturma eylemi yapılarak beklenir.

Kısa bir süre sonra rektörün üniversitede olmadığı anlaşılır; bunun üzerine öğrenciler binaya girerek rektörlük katını işgal eder. Bina penceresinden çevik kuvvet polisinin üniversiteye girdiğini gören öğrenciler, masa ve sandalyelerle kapılara barikat kurar. Polislerin başında, dönemin Emniyet Müdürü işkenceci polis şefi Ünal Erkan da vardır.

Polisler kapıya yüklenir; kapı aralandığı sırada içeri giren bir polis öğrencilerin eline geçer. Öğrenciler, korku içerisindeki bu polise herhangi bir şiddet uygulamaz. Üç saat süren işgalin ardından tarihi binanın kapısı polislerce kırılır ve 158 öğrenci gözaltına alınır; 31’i tutuklanır.

İşgal, ülke çapında büyük etki yaratır; öğrenci eylemleri çok sayıda üniversiteye yayılır…

9 Mart 89; Çapa’da korsan gösteri: “Polis-idare işbirliğine son!”

Öğrenci derneklerinin kapatılmasına ve üniversitelerdeki polis baskısına karşı öğrencilerin öfkesi çoğalmaktadır. 89 Şubat’ında Yıldız Üniversitesi’nde polisin silah kullanması büyük tepki yaratır.

Sınav yönetmeliğinde yapılan değişikliği protesto etmek ve dilekçe vermek için rektörlüğe yürüyen öğrenciler polis tarafından kameraya alınır. Öğrenciler çekim yapan polislere müdahale eder; öğrencilerle polis arasında arbede yaşanır. Bunun üzerine polis silahını çekerek havaya ateş açar; öfke doruğa çıkar.

Bu olayın ardından İstanbul Öğrenci Dernekleri Platformu, 9 Mart günü Çapa’da korsan gösteri gerçekleştirme kararı alır.

Eylem, Çapa Tıp Fakültesi önünden başlar. Millet Caddesi’ni trafiğe kapatan ve kol kola girerek kortej oluşturan öğrenciler, “Örgütlenme, söz ve karar hakkımız engellenemez” yazılı bir pankart açarak “Polis-idare iş birliğine son” sloganıyla Şehremini’ye kadar yürür. Bu sırada eylem yerine gelen polis otosundan inen polisler, eylemin güvenliğinden sorumlu öğrenciler tarafından tartaklanarak uzaklaştırılır. Yaklaşık 2000 öğrencinin katıldığı eylemde dokuz öğrenci gözaltına alınır.

Üniversiteliler, 14 Nisan 87’deki Laleli eyleminden sonra, yeni bir izinsiz, kitlesel sokak gösterisini daha demokratik öğrenci hareketi tarihine yazmış olur.

1 Aralık 89 İÜ Basın Yayın Yüksekokulu işgali

Üniversitelerdeki polis saldırılarına ülkücü faşistlerin saldırıları da eşlik eder. Bu organize saldırılar, o dönemde sistematik hale gelir.

30 Kasım günü Basın Yayın Yüksekokulu kantinine ülkücülerin afiş asması gerilime neden olur. Önceki deneyimler, bu durumun öğrenci derneği üyelerine yönelik polis saldırısının zeminini hazırlamaya yönelik bir planın parçası olduğunu gösterir. Öğrenci derneği üyeleri ülkücü faşistlere müdahale eder ve grubu kantinden dışarı atar.

Ertesi gün 100-150 kişilik ülkücü grup tekrar afiş asmak üzere kantine gelir. Öğrenci derneği üyelerinin ülkücü faşistlere müdahalesiyle çatışma başlar. Polisin gözü önünde bıçaklı, sopalı, silahlı bir şekilde okula giren ülkücü grup okuldan atılır. Bu olayın ardından kantini basan polis, dört Öğrenci Derneği üyesini gözaltına alır.

Tüm üniversitelerdeki Öğrenci Dernekleri üyeleri Basın Yayın Yüksekokulu’na çağrılır. Yapılan değerlendirme sonucu işgal kararı alınır ve kapılara barikatlar kurulur. Eylemin talepleri belirlenir; “Gerçekleşen bu organize saldırının açığa çıkarılması ve saldırganların cezalandırılması; gözaltına alınan öğrencilerin serbest bırakılması ve hiçbir öğrencinin gözaltına alınmayacağına dair söz verilmesi; ülkücülerle birlikte hareket eden asistan Samsun Demir hakkında soruşturma açılması” istenir.

Panzerler eşliğinde okulu kuşatan polisin işgali sonlandırma çağrılarına sloganlarla, marşlarla karşılık verilir. Akşam saatlerinde polis saldırısı başlar; panzerlerden bina içine basınçlı su sıkılır, gaz bombaları atılır. Direnişçi öğrenciler binanın üst katlarına çekilir; gaz bombaları üst katlara da yönelir.

Binaya giren polis, öğrencilere tekrar işgali sonlandırma çağrısı yapar. Öğrencilerin kısa süre içerisinde yaptığı değerlendirme sonucu, “gözaltına alınmama, slogan ve marşlarla binadan ayrılma” taleplerinin kabulü şartıyla işgali sonlandırma kararı alınır. Polis, öğrencilerin taleplerini kabul eder.

Altı saat süren işgalin ardından öğrenciler kol kola girip Gündoğdu Marşı’nı söyleyerek polis kordonu içerisinde binadan çıkar. Polis kordonunun sonunda çevik kuvvet polisinin otobüsleri öğrencileri beklemektedir. Durumu fark eden öğrenciler, bir anda hep birlikte etraflarını çevreleyen polis kordonuna yüklenir ve polisi dağıtır. Çok sayıda öğrenci ara sokaklara dağılarak yakalanmamayı başarır; 200’e yakın öğrenci gözaltına alınır, 76’sı tutuklanır.

İstanbul Üniversitesi’nde polisle çatışmalar

Yaşanan gelişmeler, üniversitelerdeki polisin varlığına karşı bir eylem çizgisini öne çıkartır. İstanbul Üniversitesi Merkez Binası, 89-90 yıllarında Öğrenci Dernekleri’nin polise karşı geliştirecekleri eylemlerin de merkezi haline gelir.

Okul bahçesinde toplanan öğrenciler, polisin üzerine yürür; polis okuldan çıkartılır; okul girişlerindeki polis kulübeleri tahrip edilir. Öğrencilerin taş ve molotof kokteyli kullandığı çatışmalar okul dışına kadar taşar; Beyazıt Meydanı’nda panzerler eşliğinde yığınak yapan polislere karşı da devam eder.

O dönemde benzeri eylemler farklı üniversitelerde de yaşanır. Öğrenci Dernekleri, polise karşı geliştirdikleri meşru mücadele çizgisiyle üniversitelerdeki özgürlük alanlarını -bir süreliğine de olsa- genişletir.

1 Mart 90 Yıldız Üniversitesi işgali

1 Mart’ta Yıldız Üniversitesi’nde etkinlik düzenleyen bir sosyalist öğrenci grubu, kendilerini izleyen sivil polisi dövüp silahını alır. Bu olayın ardından fakülte ve yemekhane polislerce basılır, çok sayıda öğrenci gözaltına alınır. Aynı günün akşamı Feriköy Öğrenci Yurdu’na baskın düzenlenir ve yurtta da gözaltılar yaşanır.

Üniversitelerdeki ve öğrenci yurtlarındaki polis saldırılarını protesto etmek amacıyla 2 Mart günü öğrenci derneklerinin çağrısıyla forum düzenlenir. Polis, foruma saldırır; öğrenciler saldırıya taşlarla ve molotof kokteylleriyle cevap verir. Polis şiddetine karşı güçlü bir ses çıkartmak üzere kitle rektörlüğe yönelir; rektörlük binası işgal edilir; koltuk ve masalarla kapılara barikatlar kurulur; binanın balkonuna Yıldız Üniversitesi Öğrenci Derneği (Yıldız-Der) imzalı “Faşist teröre karşı demokrasi mücadelesini yükseltelim” yazılı pankart asılır. İşgal sırasında dönemin rektörü Prof. Dr. Süha Toner, rektör yardımcıları ve bazı öğretim görevlileri öğrenciler tarafından binada alıkonulur.

Yaklaşık dört saat sonra polis gaz bombalarıyla öğrencilere saldırır; itfaiye yangın merdivenlerini de kullanarak çeşitli noktalardan binaya girer.

Bina içerisinden polis araçlarına kadar oluşturulan polis koridorundan coplarla dövülerek geçirilen öğrencilerden birçoğu yaralanır. Eylemi görüntülemeye çalışan Günaydın ve Güneş gazetelerinin muhabirleri de polislerce dövülür. 234 öğrenci gözaltına alınır; 84’ü tutuklanır.

Aynı gün Marmara Üniversitesi’nde ve İstanbul Üniversitesi’nde de öğrenciler eylemdedir. Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü’nde “Polis üniversitelere giremez” yazılı pankart asan öğrencilere engel olmak isteyen polisler taşlanır. İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen forumun ardından yürüyüşe geçen öğrencilere polis saldırır; 30 öğrenci gözaltına alınır.

İşgalden dört gün sonra 5 Mart günü, Yıldız Üniversitesi’nde yaşanan polis saldırısını protesto etmek amacıyla yine İstanbul Öğrenci Dernekleri Platformu’nun çağrısıyla İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nda yaklaşık 1000 öğrenci buluşur. Forumla başlayan eylem, Beyazıt Meydanı’na yürüyüşle devam eder. Meydandaki polislere ve polis panzerlerine taş ve molotof kokteylleri atılmasının ardından başlayan çatışma uzunca bir süre devam eder.

6 Kasım ders boykotları, 16 Mart katliamı protestoları, 1 Mayıs’lar, öğrenci şenlikleri…

Kuruluş yıldönümü olan 6 Kasım’da YÖK’ün protesto edilmesi, Öğrenci Dernekleri’nin önemli bir gündemidir. 90’dan itibaren protestonun biçimi “ders boykotu” halini alır. Eylem, -polisin yoğun saldırısının da etkisiyle- ülke gündeminde ses getirmesine rağmen, boykota katılım genel olarak sınırlı kalır.

16 Mart katliamı protestoları da yine öğrenci derneklerinin süreklileşen gündemlerindendir. 88 yılından itibaren başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere ülke çapında “forumlar, yürüyüşler, polisle çatışmalar” biçiminde kitlesel protesto eylemleri gerçekleştirilir.

Öğrenci dernekleri, öğrencilerin 1 Mayıs eylemlerine katılımının da örgütleyicisidir. Özellikle 1 Mayıs kutlamalarının yasaklı olduğu dönemde İstanbul’da polis ve jandarma kuşatmasındaki Taksim Meydanı’nın zorlanmasında Öğrenci Dernekleri önemli rol oynar. 90 yılındaki 1 Mayıs eyleminde İTÜ Elektronik Fakültesi öğrencisi Gülay Beceren, Dolapdere’de polis kurşunuyla vurularak felç olur.

Öğretim yılı sonunda gerçekleştirilen öğrenci şenlikleri de, Öğrenci Dernekleri’nin gelenekselleşen etkinlikleri arasındadır. Polis kuşatması altında yapılan şenliklerde zaman zaman polis saldırıları ve gözaltılar da yaşanır.

Dönemin eylem biçimleri

Korsan gösteriler ve işgaller, bu dönemin öne çıkan eylem biçimleridir. 14 Nisan 87 Laleli eylemiyle açılan yeni sayfanın eylem çizgisini ifade etmesi açısından bu eylem biçimleri önemli bir yere sahiptir.

Forumlar, o dönemin en sık gerçekleştirilen üniversite eylemidir; öğrenciler “forum” kavramına yeni bir anlam kazandırmıştır. Söz konusu olan bir “tartışma platformu” değildir; “kalabalık bir topluluk içerisinden bir ya da birkaç kişinin buluşmanın gündemiyle ilgili ajitasyon çektiği” bir eylem biçimidir.

Dönemi karakterize eden bir başka önemli eylem biçimi de okullardaki polis varlığına son vermek için polisle girilen çatışmalardır. İstanbul Üniversitesi bu konuda merkez olmakla birlikte ülke çapında birçok üniversitede çatışmalar yaşanır. Öğrenciler çatışmalarda sıklıkla taş ve molotof kokteyli kullanır.

Öğrenci şenlikleri, ders boykotları, -genellikle ders sırasında sınıfa girilerek yapılan- sınıf konuşmaları, dönemin diğer eylem biçimleridir.

Topyekûn savaş

91’de iktidara gelen Demirel-İnönü koalisyonu döneminde devletin “topyekûn savaş” konsepti uygulamaya sokulur. Canlanan mücadele dinamikleri kapsamlı bir saldırı planıyla kuşatılacak ve ezilecektir. 93’te iktidara gelen Çiller hükümeti, bu saldırıları “kirli savaş” boyutuna tırmandırır. Ülkedeki hukuk kurallarının yanı sıra uluslararası kamu hukukunun bir parçası olan “savaş hukuku” kurallarının sistematik olarak çiğnendiği karanlık bir dönemdir bu yaşanan. Ev baskınlarında ve sokak ortalarında yaşanan yargısız infazlar… Gözaltında kayıplar… “Faili meçhul” cinayetler… Kürt illerinde köy yakmalar; Kürt siyasetçilerinin, iş insanlarının, aydınlarının öldürülmesi; gazetelerinin kapatılması… Bu zincirlerinden boşanan şiddet, devletin rutini haline gelir.

Çalışmamızın bir önceki bölümünde, öğrencilerin 14 Nisan 87’deki Laleli eyleminde, eyleme saldıran polislerin başında Emniyet Müdürü Ünal Erkan ve Yardımcısı Mehmet Ağar’ın da bulunduğunu söylemiştik. Ünal Erkan bu karanlık dönemde, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Olağanüstü Hal Bölge Valiliği görevlerine getirilir. Mehmet Ağar’ın “parlak” kariyeri de Emniyet Genel Müdürlüğünden İçişleri Bakanlığı’na doğru yükselen bir seyir izler. Süleyman Soylu’nun Mehmet Ağar ekibinden olduğunu ve AKP içerisinde bu ekibi temsil ettiğini buraya not olarak düşelim; Boğaziçi Üniversitesi direnişi sürecinde “İstanbul ve Ankara’da gençlerin polisler tarafından kaçırılıp işkence yapılması” olaylarına bu açıdan da bakalım…

Demokratik öğrenci hareketi de doğal olarak bu saldırı dalgasından payına düşeni alır. Öğrenci Derneği üyeleri, üniversitelerini işgal eden polisle sürekli gerilim içerisindedir. Tırmanan devlet terörüne, ülkücü ve cihatçı grupların saldırıları da eklenir…

Kronikleşen bir tartışma başlığı: “Kitleselleşme”

84’te kurulmaya başlanan Öğrenci Dernekleri, 87’ye kadar yasal sınırlar içerisinde çalışmalar yürüttü. 87’den itibaren yasal sınırlar aşıldı; eylemlerde, etkinliklerde meşru mücadele çizgisi ağır bastı. Dönemin koşullarının gerekli kıldığı her iki evrede de büyük etki yaratan ve çok sayıda kazanımla sonuçlanan işler yapıldı. Fakat kuruluşundan kısa bir süre sonra gündeme gelen “kitleselleşememe” sorunu, Öğrenci Dernekleri döneminin son gününe kadar gündemden hiç düşmedi. Kapsayabildiği öğrenci kitlesi bir sınırı aşamadı; yarattığı güçlü politik etkiye rağmen genel toplamın içerisinde Öğrenci Dernekleri üyeleri hep azınlıkta kaldı. 90’ların ilk yıllarından itibaren de bu sorun ciddi bir “politik sıkışma ve tıkanıklık” noktasına vardı; genel öğrenci kitlesiyle mesafe giderek açılmaya başladı…

Platformdan federasyona: İstanbul Öğrenci Dernekleri Federasyonu (İÖDF)

“Öğrenci Dernekleri’nin merkezileşmesi” konusunun, 85 yılı sonlarında o dönem derneklerde etkin olan Yarıncılar grubu tarafından gündeme getirildiğini belirtmiştik. Yarıncılar, “Öğrenci Dernekleri’nin ülke düzeyinde merkezi-federatif bir yapıya kavuşması” gerektiğini savunuyordu. Merkezileşme sürecinde, demokratik öğrenci hareketindeki ayrımlar etkisini gösterdi; Yarıncıların etkin olduğu derneklerle diğer dernekler bu konuda farklı yollar izledi.

İstanbul Öğrenci Dernekleri Platformu’nun (İÖDP) “il düzeyindeki merkezi yapısını daha ileri bir seviyede kurumsallaşmaya taşıması” konusu 90’da gündeme geldi. Bu anlayışla, 90 yılı aralık ayında İstanbul Öğrenci Dernekleri Federasyonu kuruldu. İÖDF’nin 1. Olağan Genel Kurulu, 25 Aralık 91’de Boğaziçi Üniversitesi’nde geçekleşti.

90’lı yıllara doğru Yarıncılar dışındaki sol-sosyalist öğrenci örgütlerinin demokratik öğrenci hareketindeki etkinliği arttı. Giderek Öğrenci Dernekleri’nde “grup kimliği üzerinden varoluş” ağırlık kazanmaya başladı; bir süre sonra Öğrenci Dernekleri sol-sosyalist öğrenci örgütlerinin ortak mücadele zeminine dönüştü. İÖDF sürecinde de bu varoluş tarzı belirleyici oldu.

85 yılında “merkezileşme” konusu Yarıncılar üzerinden gündeme getirildiğinde Öğrenci Dernekleri yükseliş süreci içerisindeydi. 90 sonunda İÖDF kurulduğunda, demokratik öğrenci hareketi ciddi bir tıkanma ve daralma yaşıyordu. İÖDF’nin 1. Olağan Genel Kurulu’na da bu sorun damgasını vurdu.

Öğrenci Dernekleri döneminin kapanışı

İÖDF Genel Kurulu, Öğrenci Dernekleri’nin yaşadığı sorunun çözümüne dair ortaya kolektif bir akıl ve irade çıkarmayı başaramadı; negatif gidiş tersine çevrilemedi. 92 yılı başlarından itibaren Öğrenci Dernekleri giderek eridi; bir süre sonra da 84 yılında başlayan Öğrenci Dernekleri dönemi kapandı.

* * *

Sonuç olarak…

Demokratik öğrenci hareketinin yakın tarihinde yaşanmış önemli bir örgütlenme deneyimidir Öğrenci Dernekleri. Yaklaşık 10 yıla yakın sürmüş zengin bir deneyim. Bugün üniversite gençliği, özellikle Boğaziçi Üniversitesi direnişinin de etkisiyle “üniversite dayanışmaları” üzerinden bir örgütlenme çabası içerisinde. “Bugünün örgütlenme çabalarını güçlendirme” anlayışıyla Öğrenci Dernekleri tarihine bakmak; oradan “günümüz için anlam taşıyan” noktaları yakalamak önemli. Çalışmamızın bu sonuç bölümünde bunu yapmaya çalışacağız. Öğrenci Dernekleri tarihinden çıkarttığımız sonuçları belli başlıklar altında tartışacağız.

Ortak demokratik mücadele zemini olarak Öğrenci Dernekleri

Öğrenci Dernekleri, akademik-demokratik mücadele zemininde hareket eden birer demokratik kitle örgütü. Genel hedefi, demokratik hak ve özgürlükler alanını genişletmek. 12 Eylül askeri faşist darbesinin yarattığı boğucu politik iklim düşünüldüğünde, bu hedefe yürüyüş oldukça önemli ve zorlu.

Sosyalist gençlik örgütlerinin mücadele zemini ve genel hedefleri -çakışan yanlar olsa da- Öğrenci Dernekleri’nden farklı. Kabaca ifade etmek gerekirse, genel hedef köklü bir toplumsal düzen değişikliği; yani devrim ve sosyalizm.

86-87 yıllarından itibaren sol-sosyalist gençlik örgütlerinin sürece aktif olarak dâhil olduğunu belirtmiştik. Öğrenci Dernekleri içerisinde bu örgütlerin grup kimlikleriyle var oluşu giderek ağırlık kazanmaya başladığında iki farklı mücadele zemini birbirine çokça karıştırılıyor. Özellikle 87 sonrasındaki yeni evrede Öğrenci Dernekleri, rolünün ötesinde bir seviyeye zorlanıyor. Giderek dernekler ve İÖDF, sol-sosyalist gençlik örgütlerinin çatısı haline eviriliyor.

Bu zorlama, demokrasi mücadelesinin çeşitli kesimlerini yan yana getiren ortak demokratik mücadele zemininin daralmasının da nedenlerinden birisi haline geliyor.

87’ye kadar Yarıncıların etkinliğindeki ilk evrede, akademik-demokratik mücadele zemininde başarılı kampanyaların örgütlendiğini görüyoruz. 87 sonrası süreçte, üniversitelerin özgün gündemlerinden uzaklaşılarak ülkenin genel politik gündemlerine hızlı bir sıçrama yaşanıyor. Bu sıçramada genel öğrenci kitlesiyle mesafe giderek açılıyor. Akademinin özgün gündemleriyle ülkenin genel politik gündemleri arasındaki ilişki başarılı bir şekilde işlenemiyor.

Öğrenci Dernekleri’nin kuruluşundan 87’ye kadar süren birikim döneminin ardından 87’de mücadelenin yeni bir evreye taşınması doğru bir adımdı. Artık “yasallık-izinlilik” sınırlarına sığmayacak bir birikim yakalanmıştı. Yarıncılar gelişen mücadelenin getirdiği politik yükü taşıyamadı ve öncülük pozisyonlarını yitirdi. Diğer gruplar bu yükü sırtlandı; fakat genel öğrenci kitlesiyle bağı güçlendirecek bir stratejik akıl ve taktik ustalık ortaya koyamadı; adeta bir “devrim durumu” havasında çubuğu Yarıncıların tersi yönünde büktükçe büktü; bir süre sonra da çubuk kırılıp ellerinde kaldı…

Bugün yine boğucu bir iklimde yol alıyoruz. Yaşamlarımızın her alanına çökmüş otoriter bir rejim söz konusu. Demokratik mücadele zemininin güçlendirilmesi bugün de dünkü kadar önemli. Kapitalizmin yarattığı çok yönlü yıkım ve mücadelenin getirdiği bilinç düzeyleri, yeni mücadele dinamiklerini de sürece kattı. Dünden farklı olarak bugün çok daha zengin bir bileşim söz konusu. Bu zenginliği ortak demokratik talepler ekseninde yan yana tutabilecek kapsayıcı bir anlayışı ortaya koyabilmek son derece önemli.

Öğrenci Dernekleri’nde yol ayrımı kaçınılmaz bir durum muydu?

Demokratik mücadele zemini, ortak demokratik talepler ekseninde geniş kesimleri buluşturabilecek genişlikte bir alandır. 12 Eylül darbesi koşullarında Öğrenci Dernekleri içerisinde Yarıncılarla diğer sol-sosyalist gençlik örgütlerinin keskin bir yol ayrımını kaçınılmaz görmek doğru değildir. Aynı mantık, Yarıncılar kopuşmasının ardından bir süre sonra diğer gruplar arasında da yol ayrımları yaratmıştır. Öğrenci Dernekleri, demokrasi mücadelesinin farklı renklerini -belli dönemleri dışında- ortak mücadele paydasında bir arada tutmayı başaramamıştır.

Orhan Dinçok 86 Mart’ında yaptığı değerlendirmede, 68 öğrenci hareketinin dersleri üzerinden Öğrenci Dernekleri sürecine yaklaşıyor. Dinçok’un “yol ayrımları” konusunda tarihten çıkarttığı sonuç şöyle:

12 Mart 71 öncesinin öğrenci hareketlerinde belli bir birlik havasını görüyoruz. Ama bu birlik bizce yetkin-modern bir önderliğin politikası sonucu sağlanmış değil. Henüz siyasi ayrışma döneminde olan hareketler tam bir kopuşma yaşamamışlardı. Kopuşmalar derinleştikçe 12 Mart muhtırasına yakın günlerde gençlik hareketinde de dağılmalar oluşuyordu. Ancak yine de Dev-Genç henüz bütün gençliği temsil eden yarı-efsanevi bir örgüt olma karakterini kaybetmemişti.

12 Mart karanlıklarında yaşananlar ve 14 Ekim 1973 seçimleri sonrasındaki 1-2 yılda gençlik hareketi, artık tam bir netlik arz eden politik kopuşmalara paralel olarak dağılmaya uğradı. İlk aşamada sağlanan birlikler kâğıttan şatolar gibi dağılıverdi. Sonrası 12 Eylül’e dek bir kaos gibiydi.

Şimdi yeniden canlanan öğrenci hareketi bir dağılmaya uğramadı. İller düzeyinde ve Türkiye çapında ortak bir platform yaratma çabası var. Ama henüz çabalar sonuca ulaşamadan dağılma emareleri de görülmeye başladı. Birliği sağlamlaştırmak gerekiyor. İpuçlarını geçmişten bulup çıkarabiliriz.

Geçmişin genel rotası ne? En kaba hatlarıyla şu: Siyasi ayrılıklar henüz tam netleşmemişken veya mevcut farklı siyasi görüşler zayıfken birlik olunabiliyor. Ayrılıklar netleşince ve farklı görüşler nispi olarak güçlendikçe bir arada durmak imkânsızlaşıyor ve öğrenci hareketi atomlarına dek dağılıyor.

Öğrenci hareketi bu zeminden bir üst zemine sıçramak zorundadır.” (Çağdaş Yol, Mart 86, 1. Sayı)

80 sonrası gelişen demokratik öğrenci hareketi, kendi tarihinden öğrenerek bir üst zemine sıçrayamamış; yeniden bir dağılma süreci yaşamıştır.

Ortak mücadele zemininin hukuku ve ortak mücadele kültürü

Bizi buluşturan ortak payda ne? Hangi hedefe/hedeflere varmak için yan yanayız? Öncelikle bu soruların yanıtlarının verilmesi gerekli; kurulan ortaklığın sözleşmesi bu. İlk başlıkta belirttik; farklı zeminlerin birbirine karıştırılması ve birinin diğerini zorlaması, bu sözleşmenin ihlaline yol açıyor.

Bu sorular yanıtlandıktan sonra ortak yürüyüşün kurallarının belirlenmesi şart. Karar alma süreçlerinde ve alınan kararların uygulanmasında Öğrenci Dernekleri’nde belirlenen işleyiş tarzı “demokratik merkeziyetçilik” ilkesine dayanıyor. Bir örgütlü yapının güçlü hamleler yapabilmesi için dünden bugüne bulunabilmiş en iyi yöntem.

Demokratik merkeziyetçiliğin tanımı kolay; fakat hakkının verilmesi oldukça sancılı bir süreç. Örgüt bütünlüğünü sağlayacak ve farklı olanları yan yana tutabilecek başarılı bir işleyiş için, ortamda “ortak mücadele kültürü”nün baskın olması gerekiyor. Hegemonik ilişki tarzı, bu kültürün tam zıddı. Hegemonya kurma zorlamaları, bu anlamdaki kıran kırana rekabet, ortak mücadele zeminini dağıtıcı bir etki yaratıyor. Birçok başarılı ortak çalışma yürütülmüş olmasına rağmen, öğrenci derneklerinin bu konuda pek başarılı bir sınav verdiğini söyleyemeyiz.

Hegemonya kurma adına sergilenen çiğlikler/kurnazlıklar/zorlamalar, ortak mücadele zeminini zayıflatmaktan ve dolayısıyla otoriter rejimin elini güçlendirmekten başka sonuç yaratmıyor. Öncülük iddiasının bu karikatürize hali, giderek “dünya yansa bile küçük olsun ama benim olsun” noktasında bir apolitik saçmalığa varıyor.

Mücadele taktiklerinde esneklik, zenginlik

Politik taktikler, içerisinde bulunulan koşulların nefes nefese derinlemesine okunmasını gerektirir. Düz bir çizgi izlemez; katılaşma kabul etmez. İleri atılışlar kadar geri çekilişleri; gerilimi yükseltmek kadar düşürmeyi ve yeri geldiğinde yakmak kadar yanmayı da göze almayı gerektirir.

“Devrim yolu, gerçekte bir demiryolundan çok hava yoluna benzer. Trenin geçtiği yol şaşmaz ve değişmez çelik bir düz çizgidir. Demiryolu insan denetimi altında saptanan belirli bir yoldur. Her tren şu istasyondan kalkar, diğerine gitmek için -yol insan tarafından değiştirilmedikçe- her zaman santimi santimine ve aynı çizgi üzerinden geçer.

Uçak için iki şehir arasında ortalama ve belli bir yol bulunur. Ancak bu yol bir çelik kalıba dökülmüş değildir. Rüzgârların biçimi, doğrultusu, hava boşlukları vb. insan tarafından peşin peşin, harfi harfine belirlenip denetlenemez. Onun için, aynı yoldan geçen başka başka pilotlar, hatta aynı pilot, başka başka zamanlara ve durumlara göre, şu kadar yüksekten ya da alçaktan ve bu çabuklukta ya da yavaşlıkta belli manevraları yaparak ya da yapmayarak aşar. Bizim yolumuz devrim yolu da böyledir.” (Hikmet Kıvılcımlı, Yol, Genel Düşünceler)

87 sonrası süreç, adeta Yarıncıların öncülüğündeki dönemin kaba bir anti tezi niteliğinde, dümeni kilitlenmiş bir gemi ya da freni patlamış bir kamyon misali dümdüz ve hız kesmeden kat edilmiştir.

Özellikle devletin canlanan mücadele dinamiklerine yönelik 90 sonrası başlattığı “topyekûn savaş” sürecinde, taktik esneklik ve ustalık sergilenememiş; hiçbir şey değişmemiş gibi yola devam edilmeye çalışılmıştır.

Kapitalizmde yaşanan köklü değişimlerin mücadele hattına tercümesi

Demokratik mücadele ve devrimci-sosyalist mücadele zeminlerini birbirine karıştırmak… Ortak mücadele kültüründen yoksunluk… Ortak mücadele zemininde farklıların birbirine güç vermesi değil, birbirini iteklemesi/didiklemesi… 90’lı yıllarda tırmanan devlet zoru… Taktikte katılaşma… Bütün bunlar, yaşanan sıkışmayı/tıkanmayı ve giderek dönemin kapanışını açıklamak ve bugüne dair dersler çıkarmak açısından anlamlı. Fakat mesele bunlardan ibaret değil; çok daha derin ve kapsamlı…

Kapitalizmde yaşanan yapısal dönüşüm ve sosyalist ülkelerin çöküşü, yeryüzünü yepyeni bir sayfaya taşımıştır. Bugün bu yeni sayfada yol almaya çalışıyoruz. Yenilikleri deneyimledikçe daha fazla bilince çıkartıyoruz. O günlerde sorunların bu derinliğini kavramak mümkün olabilir miydi? Kaba determinizme düşmeyeceksek, o gün için bunun mümkün olduğunu fakat başarılamadığını söylemeliyiz. Mümkün fakat zor olan bu konuyu başaramayan yalnızca bu ülkenin sosyalistleri değildi; tüm dünyada sosyalistler benzeri bir sürecin içerisine girdi. Sosyalist ülkelerin bir bir çöküşüyle, gelecek ufkunu yitiren insanlık güne teslim oldu; postmodern ideolojinin bataklığına saplanıp kaldı…

Öğrenci Dernekleri’nin vardığı nokta, sosyalistlerin krizinden bağımsız ele alınamaz. Başlı başına bir değerlendirmenin konusu bütün bunlar; fakat biz tartışmamızın bağlamından uzaklaşmadan yaşanan değişimlere ana hatlarıyla kısaca değinelim.

84’te ilk Öğrenci Dernekleri’ni kuranlar, 80 öncesinin canlı mücadele atmosferinde ortaokul-lise çağlarındaydı ve o dönem örgütlü mücadele bu yaş grubuna kadar inmişti. Dolayısıyla 80 öncesinin havasını ve mücadele birikimini taşıyorlardı. Zaman ilerledikçe, üniversitelere gelen gençlerin düşünce ve davranış özellikleri değişti; bir parça abartarak söyleyecek olursak, dernekçi öğrencilerle genel kitle ayrı dünyalarda yaşamaya başladı.

Bunun bir nedeni, politik birikimi dünden bugüne aktaracak zincirin halkalarının 12 Eylül darbesiyle birlikte kopması; darbe öncesi mücadele tarihinin çok uzağında bir gençlik profilinin şekillenmesidir. Diğer bir neden de kapitalizmin gelişiminin yarattığı “kentleşme/metropolleşme” olgusudur. Önceki süreçte gençlik içerisinde köy/kasaba kültürü oldukça etkin durumdayken artık kentli/metropollü bir gençlik söz konusudur.

Bir diğer yandan kentler de bölünmüş haldedir. Bekir Ağırdır’ın belirttiği gibi; “Metropolleri de, ‘varoşlar-standart kentsel alanlar-siteler ve lüks alanlar’ olarak ayırmak gerekiyor. Çünkü varoşlar ile lüks alanlar arasındaki kültürel ve ahlaki kodlar kır ile metropoller arasındaki fark kadar büyük.

Kapitalizmin gelişiminin yarattığı sonuçlardan bir başkası da sınıflar kompozisyonundaki değişim ve işçi sınıfının değişen yapısıdır. Bu değişim kavranamamakta; işçi sınıfıyla bağ kurulamamaktadır. Devrimin öznesi, sınıflar savaşından kaybolmuş ve sosyalist mücadele pusulasını yitirmiş gibidir.

Kapitalizmin gelişimi yeni teknolojileri toplumsal yaşama sokmuştur. İnternet, muazzam sonuçlar yaratan bir teknolojidir. Dün köy/kasaba kültürü baskınken, bugün dünya “küresel bir köye” dönmüştür ve gençlik artık bu köye gözlerini açmaktadır.

Kapitalizm, tüm zamanlarından daha derin bir biçimde gençliğin geleceğini karartmış; gelecek güvencesini sıfırlamıştır. Üniversitelilerin aldığı en parlak diplomalar bile onları rahatlatacak bir konfor sağlamamaktadır.

Sınıflar savaşı tablosuna, “kurtuluşu kapitalizmin sınırları dışında gören” mücadele dinamikleri eklenmiştir. Kadın hareketi ve ekoloji hareketi içerisinden güçlü bir sosyalist damar gelişmektedir.

Bütün bu yenilikler, bilince çıkartılabildiği ölçüde mücadele hattına tercüme edilmelidir.

* * *

80 sonrası üniversitelerde mücadeleyi büyütenler, 80 öncesinin mücadele birikiminden beslendi. Bugün üniversitelere fetih harekâtı düzenleyen otoriter rejime direnenler, Gezi isyanından besleniyor.

Öğrenci Dernekleri’ni yaratanlar, “neyi istediklerini” bilerek o zorlu koşullarda yollarını yürüdü. Bugün otoriter rejimin gözünü diktiği üniversitelerde “bundan sonrası bizde” diyerek mücadelenin yolunu açanların, henüz “neyi istemedikleri” konusunda kafaları net.

Açılan yolda adımlar atıldıkça, postmodern karanlık yırtılıyor; yeryüzünü kapitalizmin yıkımından kurtaracak gelecek ufku zihinlerde beliriyor. Üniversiteliler coşkusuyla, direnciyle, aklıyla, umut olma rolünü oynamaya devam ediyor.