80 sonrası önemli bir örgütlenme deneyimi: “Öğrenci Dernekleri”-2
Demokratik mücadelede, yasallıkla meşruluk arasında “biri olmazsa ötekisi” denilecek kalın bir sınır yoktur. Koşullara göre ağırlıkları değişmek üzere, aynı zaman diliminde her iki zeminde de mücadele verilebilir.
80’lerin ortaları, karanlığı yırtma adına mücadele dinamiklerinin kıpırtılarına sahne olur. Kadınlar, öğrenciler, işçiler, kamu çalışanları, karşılıklı etkileşim içerisinde bu dönemde hareketlenir. Yine aynı yıllarda bir çıkış yapan Kürt hareketi, toplumsal mücadeleler tablosuna güçlü bir renk katar. 90’lara doğru yol alındıkça 12 Eylül koyu karanlığında büyük gedikler açılır; bu ilk kıpırtılar, canlı kitlesel hareketler seviyesine varır.
Kadınlar, Türkiye’nin 85 yılında imzaladığı ve 86 yılı Mart ayında yürürlüğe girecek olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin etkin bir şekilde uygulanması için harekete geçer. Ankaralı ve İstanbullu feministlerin başlattığı “Kadınlar Dilekçesi” adı verilen imza kampanyasında binlerce imza toplanır. 87 yılında dayağa karşı başlatılan kampanya çerçevesinde kadınlar Ankara ve İstanbul’da sokağa çıkar. Zor koşullarda atılan bu adımlar, giderek güçlenecek kadın hareketinin zeminini yaratır.
Kazanılmış hakları ellerinden alınan, örgütlerinin kapılarına kilit vurulan işçi sınıfı, 86’da Netaş, 87’de Derby ve Kazlıçeşme grevleriyle hız alarak 89’da başlayan “bahar eylemleri” sürecini yaşar. Zonguldak maden işçilerinin ve ailelerinin katıldığı 91 yılındaki 100 bin kişilik “büyük madenci yürüyüşü” bir zirve noktasıdır.
87-90 yılları arası, kamu çalışanları hareketinin 12 Eylül yasaklarına rağmen yaratacağı sendikal örgütlenmelerin birikim dönemidir. 89 bahar eylemlerinin ivme kattığı bu sürecin sonunda, 90’lı yıllarla birlikte kamu çalışanları sendikaları kurulmaya başlar. Sendikalaşma önündeki engellerin kaldırılması için 15 Haziran 91 tarihinde çeşitli illerden Ankara’ya yürüyen kamu çalışanları, 1 hafta süren yürüyüşün ardından 22 Haziran günü Çalışma Bakanlığı önünde 20 bin kişilik bir eylem gerçekleştirir.
Üniversite gençliğinin 84 yılında öğrenci dernekleri üzerinden başlayan örgütlenme ve hak arama mücadelesi, etkili adımlar sonucu birkaç yıl içerisinde öğrenci derneklerini ülke çapına yayar.
Omurgasını TİP’li öğrencilerin oluşturduğu Yarın dergisi çevresi, 80 sonrası süreçte demokratik öğrenci hareketinin yeniden ayağa kalkışında ve öğrenci derneklerinin kuruluşunda belirleyici bir rol oynar. Bu öncülükte, 80 öncesinin yasal partisi TİP’in darbeden görece az hasar görmüş olması, atlanmaması gereken bir gerçekliktir. 80 sonrası oluşan siyasal boşluk, Yarıncılar tarafından doldurulur.
80’lerin ortalarında mücadelenin birçok alanda canlanmasıyla birlikte farklı siyasi özneler örgütlü bir şekilde sürece dâhil olur. Bu tablo, Yarıncılarla diğer siyasi öznelerin öğrenci dernekleri içerisinde çeşitli gündemler üzerinden tartışmalarını ve giderek ayrışmalarını beraberinde getirir.
* * *
Öğrenci Dernekleri’nde tartışmalar/ayrışmalar
Tartışmalar ve ayrışmalar, atılan hemen her adımda bir seviyede kendisini gösterir. Zaman ilerledikçe bu tartışmaların harareti ve gerilim düzeyi yükselir.
Kuşkusuz, salt “tartışmak için tartışmak” ya da “kaba bir rekabet” değildir söz konusu olan. Bu çiğlikler de vardır çokça işin içinde; fakat aslolarak gençlik örgütlerinin sınıfsal ve siyasal kimliklerinin farklılığının doğal bir sonucudur yaşanan. Bir diğer önemli etken de siyasi iklimdeki değişim ve sertleşmenin mücadeleye getirdiği yeni yüklerdir. Gençlik örgütleri, sahip oldukları kimliklere göre bu yükün karşısında pozisyon alır. (Bu konuyu, çalışmamızın son bölümünde değerlendirmeye çalışacağız.)
Kampanyaların içeriği…
“Yürütülen kampanyaların içeriği” konusu, tartışma başlıklarından birisidir. Örneğin, 44. Maddeyle ilgili kampanya, bu çerçevede bir tartışmaya neden olur. Yarıncılar, atılmaların önüne geçecek şekilde bir “yasa değişikliği önerisi” üzerinden kampanyayı şekillendirir. Karşıt görüş, “doğrudan YÖK’ün hedef alınması” gerektiğini savunur.
Mesele, geniş öğrenci kitlesinin bu talebi sahiplenip sahiplenmeyeceği; bu seviyede bir mücadeleye hazır olup olmadığı üzerinden ele alınır. Bu tartışma, henüz ayrışmaların derinleşmediği bir momentte açığa çıkar; demokratik öğrenci hareketinin bütünlüğünün bozulmasına yol açmaz.
Demokratik merkeziyetçilik…
Öğrenci derneklerinin işleyişlerinde “demokratik merkeziyetçilik” konusu, en fazla tartışılan ve sağa sola çekiştirilen başlıklardan. Bir yönü, karar alma süreçlerindeki tartışmalarda örgüt üyelerinin iradelerini ortaya koyabilecekleri demokratik zeminin sağlanması; diğer bir yönü, tartışmaların sonunda çoğunluğun görüşü doğrultusunda çıkan kararın merkezi olarak tüm üyelerce uygulanması. Demokratik merkeziyetçiliğin en genel tanımı bu.
Hangi yöne gereğinden fazla çekerseniz, örgüt bütünlüğünü zedeleyecek, dolayısıyla örgütlü gücü zayıflatacak sonuçlar ortaya çıkacaktır. Karar alma süreçlerinde demokratik zemini sağlayamazsanız, farklı düşüncede olanları nesneleştirirsiniz ve dolayısıyla sürecin dışına itersiniz. Merkezi kararların bağlayıcılığını kaldırırsanız; yani üyelere aklına yatmayan karara uymama hakkı tanırsanız, örgütü örgüt olmaktan çıkartacak darmadağınık bir topluluğa dönüştürürsünüz. Dengenin tutturulması gereken bir konu bu.
O dönemde öğrenci derneklerinde demokratik merkeziyetçiliğe doğrudan itiraz eden güçlü bir eğilim yok. Bu işleyiş, Yarıncılar dâhil olmak üzere tüm gruplarca savunuluyor. Hatta en fazla Yarıncılar tarafından savunuluyor ve zaman zaman diğer gruplara “bu işleyişe uymadıkları, örgüt bütünlüğünü zedeledikleri” eleştirisi yapılıyor. Çünkü Yarıncılar o süreçte çoğunlukta. Kararlar onların istediği gibi çıkıyor; diğer gruplar bu tabloya karşı direnç geliştiriyor. Demokratik merkeziyetçi işleyiş tarzı, bir grubun kitle örgütünde hegemonya kurmasını sağlayacak şekilde bükülüyor…
Günümüzde de özellikle kitle örgütlerinde ve ortak mücadele zeminlerinde tartışmalara neden olan bir konu bu. Fakat yaşanan çeşitli deneyimlerle sağlıklı bir dengeyi tutturacak yollar yaratılmaya başlandı. Kitle örgütlerinde “ortak mücadele kültürü” ve “farklılıklarımıza rağmen birlikte güçlüyüz aklı” güçleniyor. Düne göre oldukça iyi bir noktadayız…
Eylemde birlik, ajitasyonda/propagandada serbestlik…
Öğrenci derneklerinin işleyişiyle ilgili bir başka tartışma konusu, “eylemde birlik, ajitasyonda serbestlik” ilkesi. Yarıncılar dışında diğer gençlik örtülerinin de sürece katılmaları ve öğrenci dernekleri içerisinde farklı grup kimliklerinin kendilerini var etmeleri sonucu, bu ilke tartışma konusu haline geliyor.
Yarıncılar dışındaki bazı gruplar, “öğrenci dernekleri içerisinde ve derneklerin eylemlerinde kendi grup düşüncelerini ifade etme olanağına sahip olma” anlayışıyla konuya yaklaşıyor. Yarıncılar, “bu ilkenin öğrenci derneklerinde değil, siyasi grupların oluşturduğu birliklerde söz konusu olabileceğini” ifade ediyor.
Tartışmanın arka planında yine “ortak mücadele zeminlerinde çoğunluk olanın karşısında azınlıkta kalanın kendisini nasıl ifade edeceği” meselesi var. “Bu ilke derneklerde olmasın” diyen Yarıncılar o süreçte halen çoğunlukta ve derneklerin sözünde/eyleminde belirleyici. “Olsun” diyen gruplar da kendi düşüncelerini derneklerde etkin kılabilme çabasında; dolayısıyla Yarıncıların baskınlığıyla çatışma halinde.
Aynı sözcüklerle ifade edilmese de bu ilke günümüzün de tartışma konusu. Birçok ortak mücadele zemininde farklı gruplar grup kimlikleriyle var oluyor. Ortak eylemlerde, etkinliklerde, ortaklaşılan düşüncenin yanı sıra gruplar kendi grup düşüncelerini de ifade edebilir mi? Edebilirlerse, bunun bir sınırı var mı ve bu sınır nasıl belirlenecek?
Bu soruları yanıtlamak için öncelikle başka bir sorunun yanıtını bulmak gerekiyor: “Nasıl bir zeminde, nasıl bir hukukla ve hangi hedefe/hedeflere dönük olarak ortak mücadele yürütülecek?”
Evet, öğrenci dernekleri tarzında demokratik kitle örgütlerinde gruplar var olabilir; grupların kendilerini grup kimlikleriyle de ifade etmeleri gayet doğaldır. Fakat kuşkusuz bunun bir sınırı olmalı. Bu sınırı da ortak zeminin çerçevesi belirler. Bu çerçevenin dışına çıkış, ortak zemini zorlar, bozar.
Bütün bu soruların yanıtlarının net olarak ortaya konulması da meselelerin hallolmasının gerek şartıdır; fakat yeterli değildir. Sonrası, “ortak mücadele kültürü” konusudur. Bu kültür ortak mücadele zemininin dokularına işlemezse, ortak kurallar birileri tarafından çekiştirilip durulur ve sürekli aşındırılır.
Günümüzde bu konuda da epeyce yol alınmış durumda. Geçmişin birlikte mücadele etme zeminini zorlayan çiğlikleri bugün de görülüyor; fakat artık ortamda yadırganıyor, çok sırıtıyor ve çok çabuk aşılıyor. Birbiriyle yarışan, yan yana durduklarıyla hegemonik ilişki geliştirme derdine düşen, birbirini değersizleştiren değil; birlikte güçlü olunduğuna inanan ve birbirine güç veren bir anlayış gelişiyor.
İlkeler… Antifaşist, antiemperyalist, anti…
Öğrenci derneklerinin mücadele zeminini tarif etmek üzere “ilkeler” başlığı da dönemin bir başka tartışma konusu. Tartışmaktan de öteye, üzerinde fırtınalar kopartılan…
Yarıncılar, öğrenci derneğine üyeliği “ilkeler” üzerinden bir takım koşullara bağlamayı doğru bulmuyor. İşçi sendikalarını örnek gösteriyor ve öğrenci derneklerinin “öğrencilerin sendikaları” olduğunu, bu sendikal öğrenci örgütlerine tüm öğrencilerin üye olabileceğini ifade ediyor.
Yarıncılar dışındaki gruplar, öğrenci derneklerinin “antifaşist, antiemperyalist” ilkeler doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini; bu ilkeleri benimsemeyen öğrencilerin derneklere üye olamayacaklarını savunuyor.
Bugünden bakıldığında bir bardak suda fırtına kopartılan ilkeler tartışmasının pratik bir karşılığının olmadığını söyleyebiliriz. Elbette anlamlı ve politik bir tartışma. Bir önceki başlıkta da belirttiğimiz gibi, ortak mücadele zemininin çerçevesi çizilmeli. Fakat kâğıt üzerine ilkeler yazılsa da yazılmasa da öğrenci derneklerine sol-sosyalist kimlikte öğrenciler üye oluyor. “İlkeler olmasın” diyen Yarıncılar da kuşkusuz bu ilkeler doğrultusunda düşünce ve davranış sergiliyor; etkin oldukları dernekleri bu zemin üzerinde hareket ettiriyor.
Ülke çapında merkezi birlik…
“İller düzeyinde ve ülke çapında örgütlenme” konusu da bir diğer tartışma başlığı. 84 yılında başlayan dernekleşme çalışmalarında oldukça hızlı bir şekilde yol alınıyor; dernekler 1-2 sene içerisinde çok sayıda kente yayılıyor. 85 yılı sonlarında bu konu gündeme geliyor. Tartışmayı yine Yarıncılar başlatıyor. Bir süre sonra da diğer gruplar tartışmaya dâhil oluyor; meseleye yaklaşımda farklılıklar ortaya çıkıyor.
Yarıncılar, “öğrenci derneklerinin ülke düzeyinde merkezi-federatif bir yapıya kavuşması” gerektiğini savunuyor. Bu merkezileşme sürecinde ortak bir yayının temel araç olabileceğini dile getiriyor. Bir süre sonra da 86 yılında “Öğrenci Postası” dergisi bu amaçla yayınlanmaya başlıyor.
Diğer gruplarla Yarıncılar arasında meselenin esası üzerinden bir ayrılık yok. Tüm gruplar, güçlü bir demokratik öğrenci hareketi için iller ve ülke düzeyinde eşgüdümü sağlayacak bir merkezi örgütlenmenin gerekliliği konusunda hemfikir. Farklı görüşler, “sürecin nasıl işletileceği, merkezi yapının nasıl olacağı, merkezle yerellerdeki birimler arasında ilişkinin nasıl kurulacağı” üzerinden gelişiyor.
Yarıncılar “ülke düzeyinde merkezi yetkileri güçlü federatif bir birliğin oluşumu” konusunda süreci hızlandırmak üzere basınç yapıyor. Buna çeşitli başlıklarda itirazlar geliyor. “Birim derneklerini henüz bir kitleselliğe kavuşturmadan ileri seviyede bir merkezileşmenin altının boş kalacağı” ifade ediliyor. “Birimlerin ve il platformlarının yetkilerinin, ülke çapındaki merkezi yapının yetkilerinin gölgesinde kalmaması gerektiği” savunuluyor. Bu anlayışın taban inisiyatifini güçlendirecek demokratik bir tutum olacağı değerlendiriliyor. “Güçlü bir merkezi yetki” vurgusu antidemokratik bir yaklaşım olarak görülüp eleştiriliyor. Yarıncılar, “il platformlarının yetkilerinin güçlendirilmesinin, öğrenci hareketinin bütünlüğünü bozarak onu zayıflatacağını” söylüyor; “bölgecilik” olarak adlandırdığı bu tutumu eleştiriyor.
Kabaca özetlemek gerekirse, Yarıncılar merkezileşmeyi ve merkezi işleyişi “yukarıdan aşağıya”; karşıt görüş ise “aşağıdan yukarıya” işleyecek bir süreç olarak ele alıyor.
Bir süre sonra Yarıncıların etkin olduğu dernekler, çizdikleri çerçeve doğrultusunda yol almaya başlıyor. Diğer dernekler zamanla bu süreçten kopuyor. Öğrenci Postası dergisi de yalnızca Yarıncıların etkin oldukları derneklerin yayın organı olarak kalıyor. Sonuç olarak, demokratik öğrenci hareketinin iller ve ülke düzeyinde bütünlüğü sağlanamıyor.
Kitleselleşme…
O dönem üniversite öğrencilerinin en yakıcı sorunu olan okuldan atılmalara karşı öğrenci derneklerinin 86 yılında düzenlediği 44. Madde kampanyası büyük etki yaratmıştı. Dernekler, kendi üye sayılarını aşan kitleyi çeşitli biçimlerde sürecin içerisine katabilmişti.
Öğrenci derneklerinin etkinliğinin artmasına karşın üye sayısı bir sınırı aşamıyordu. Derneklerin kuruluşundan kısa bir süre sonra başlayan “kitleselleşme” tartışması, derneklerin son günlerine kadar bir daha gündemden hiç düşmeyecekti.
Yarıncılar, diğer grupları “öğrenci derneklerini akademik sorunlardan kopuk bir çizgiye zorladıkları ve daralttıkları” gerekçesiyle eleştiriyordu. Diğer gruplar da Yarıncıların “pasif bir mücadele çizgisi izlediğini ve ülkenin genel politik meselelerine kayıtsız kaldığını” söylüyordu.
Zaman ilerledikçe Yarıncılar dışındaki grupların etkin olduğu dernek sayısı arttı. Fakat ne Yarıncıların etkin olduğu öğrenci dernekleri, ne de diğerleri kitleselleşme sorununu aşamadı…
“Akademik-demokratik mücadele” ve “politik mücadele” ilişkisi…
Bir önceki tartışmanın içeriğiyle bağlantılı bir konu bu. Çalışma yürütülen alanda açığa çıkan sorunları yakalamak; onların toplumsal düzenle ve ülkenin genel politik durumuyla bağını kurmak… Özelden genele gitmek; akademik-demokratik mücadeleyi politik mücadele seviyesine taşımak…
Önceki tartışma başlığındaki karşıtlaşma, aynı içerikle burada da geçerli. Yarıncılar, diğer grupları “akademik-demokratik mücadeleyle politik mücadelenin ilişkisini doğru bir şekilde kuramamakla”; diğer gruplar da Yarıncıları “mücadelenin gerektirdiği politik seviyenin gerisinde kalmakla” eleştiriyor. Tartışma, sosyalist mücadele literatüründe yer alan “devrimci çizgi-reformist çizgi” konusu bağlamında sürüp gidiyor…
“Demokratik kitle örgütü” ve “politik örgüt” ilişkisi…
Yine önceki konularla bağlantılı bir tartışma başlığı. Öğrenci dernekleri birer demokratik kitle örgütü. O dönem dernekler içerisinde yer alan gruplar sol-sosyalist çizgideki politik gençlik örgütleri. Birçok yönden farklı iki zemin.
Konu her yönüyle ele alınabilir; fakat bugünkü tartışmalara ışık tutacak noktalar üzerinde durmak yeterli.
Sosyalist gençlik örgütleri, doğrudan kapitalist düzeni hedef alan, sosyalizmin savunusunu yapan politik yapılardır. O yapının sosyalizm anlayışını ve sosyalizm hedefine gidiş yolunu savunan gençlerin bir toplamıdır. Dolayısıyla politik bir çizgide yürür ve belirtilen niteliklerin gerektirdiği homojenliktedir.
Demokratik kitle örgütleri, demokrasi mücadelesini temel alan yapılardır ve seslendikleri alandaki ekonomik-akademik-demokratik haklar ve özgürlükler alanını genişletmeye çalışır. Dolayısıyla örgütün mücadele çizgisi, daha geniş bir kesimi içerisine alacak biçimde tariflenir. Görece heterojen bir yapıdadır; farklı kişi ve grupların ortak mücadele zeminidir.
İki zemin birbirine karıştırıldığında; sosyalist örgütler, kitle örgütlerini kendi mücadele çizgilerine çekmeye zorladıklarında; ortak mücadele zeminini bu örgütlerin hegemonya yarışı sahasına döndüğünde bütünüyle mücadele zarar görür. O dönemde bu hata bolca yapılır; çok sayıda grup bir seviyede bu hataya ortak olur; mücadelede ortaklaşma başarılamasa da hatada ortaklaşılır…
Yasallık mı, meşruluk mu?…
O dönem Yarıncılar grubuna en fazla getirilen eleştirilerden birisi de “yasallık sınırına hapsolmak” konusu. Bu eleştiriyi getirenler “demokratik öğrenci hareketinin meşruluğu esas alması gerektiğini” savunur. “Yasalcılık” eleştirisine maruz kalan Yarıncılar da meşru zeminde mücadele anlayışını reddetmez. Fakat konu düşünceden davranışa aktarıldığında, Yarıncıların pratik duruşları bu eleştirileri beraberinde getirir.
Yasaların yorumlanışı ve uygulanışında tartışmalar olsa da yasallığın ölçütü görece objektiftir; yürürlükteki mevcut yasalardır. Meşruluk, konunun muhatabı olan kitlenin o konuyu “kabullenmesi” ve/veya “desteklemesi” anlamını taşır. Dolayısıyla meşruluğun ölçütü oldukça sübjektiftir; bu nedenle de çokça tartışmalıdır. Öğrenci dernekleri döneminde de bu mesele, hararetli tartışmaların konu başlıklarından birisi olmuştur.
Demokratik mücadelede, yasallıkla meşruluk arasında “biri olmazsa ötekisi” denilecek kalın bir sınır yoktur. Koşullara göre ağırlıkları değişmek üzere, aynı zaman diliminde her iki zeminde de mücadele verilebilir.
Öğrenci dernekleri, darbe Anayasasının ve yasalarının olanaklarından faydalanılarak kurulmuş yasal örgütlerdir. Gerçekten de o zor dönemin başarılı bir örgütlenme taktiğidir. Devlet, kendi yasalarını da çiğneyerek bu alanı daraltır; öğrenci derneklerinin kuruluş süreçlerinden başlayarak her adımında keyfi engeller çıkartır. Demokratik mücadele, bu durumlarda -bir yandan yasallık zeminini zorlamayı sürdürse de- meşruluğu esas alarak yoluna devam eder.
Yarıncılar bu noktada, “yasalcılıkla, abartılı temkinlilikle, pasiflikle” eleştirilir. Yarıncılar da bu yaklaşımı, “öğrencilerin sahiplenemeyeceği -dolayısıyla meşru olmayan- radikal çıkışlarla demokratik öğrenci hareketini daraltacak zorlamalar” olarak değerlendirir.
Örneğin, 80’lerin sonlarına doğru yaklaşıldıkça dönemin eylem biçimlerinden birisi olarak ortaya çıkan “korsan gösteriler” konusundaki tartışmalar, bu çerçevede yaşanır. Yarıncılar, “açık çağrısı yapılmadan gerçekleştirilen böylesi eylemlerin kitlelerden kopuk kalacağını, hareketi daraltacağını, dolayısıyla meşru olmadığını” savunur. Açık çağrısı yapılmadan gerçekleştirilen izinsiz sokak eylemlerini savunan gruplar; yasallık alanının alabildiğine daraltıldığı, sokak gösterilerinin yoğun bir devlet şiddetiyle karşılık bulduğu o dönemde “korsan gösteri” tarzındaki eylemlerin kitlelerde pozitif karşılığının olduğunu” ifade eder.
“Yasallık mı, meşruluk mu” konusuna bugün nasıl yaklaşılmalı? Geçmişin monarşilerine taş çıkartacak bir otoriter rejimi yaşıyoruz. Anayasa, yasalar kenara atılmış durumda; cumhuriyet tarihinin belki de en keyfi dönemindeyiz. Yasal alanın olağanüstü daraltıldığı, bu alanın dışına çıkanın teröristlikle suçlandığı bir dönem.
Bir kulüp kurmanın bin bir engele takıldığı; bilimden, özgürlükten yana akademisyenlerin ihraç edildiği; rektörünün seçimle belirlenmesini isteyen öğrencilerin evlerine balyozla duvarları yıkılarak girildiği “kelepçeli üniversiteler” de bu tablonun tam orta yerinde.
Bu koşullarda mücadele, ağırlıklı olarak meşruluk zemininde akmak durumunda ve öyle de yaşanıyor. Yaşamlarının her alanına çöken, geleceklerini çalan otoriter rejime karşı gençliğin biriken tepkisi, kendisini ifade edecek kanallar arıyor; yasal alan daraltılırken meşruluk zemini genişliyor. İşte bu noktada geniş kitlelerle bağ kurma adına meşruluğun iyi ölçülüp tartılması gerekiyor; bugün bu konuda da üniversiteliler başarılı ve çok zengin deneyimler ortaya koyuyor…
* * *
Baskılar artıyor
44. Madde kampanyası, demokratik öğrenci hareketinin yarattığı birikimler üzerinden ilk sıçrama noktasıydı. Maddenin bütünüyle kaldırılması seviyesinde bir kazanımla sonuçlanmasa da bu kampanyanın etkisi büyük oldu. Yine üniversiteliler, ülkenin siyasi tablosunda etkili bir mücadele dinamiğiydi.
Canlanan mücadelenin 12 Eylül faşizminin duvarlarında açtığı gedikler, devlet tarafından hızla onarılma yoluna koyuldu. Baskılar günden güne tırmanmaya başladı.
Demokratik öğrenci hareketi bu saldırıların hedef tahtasındaydı. Öğrenci derneklerinin yöneticileri ve aktif üyeleri evlerinden, okullarından, kaldıkları yurtlardan gözaltına alınıyordu. Uzun gözaltı sürelerinde işkenceli sorgular devletin bir rutiniydi. Gözaltı süreçleri tutuklamalarla son buluyordu.
Öğrenci dernekleri devletin sürekli takibi altına alındı. Dernek merkezlerine dinleme cihazları yerleştirildi. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrenci Derneği lokalinde bulunan dinleme cihazı, öğrenciler tarafından kamuoyuna sergilendi.
Öğrenciler bu saldırılara karşı direndi. O dönem yaygınlaşan açlık grevleri, üniversitelilerin bu direnişinin öne çıkan eylem biçimlerinden birisiydi. Açlık grevleri, geniş bir kamuoyu tarafından sahiplenildi.
Demokratik öğrenci hareketinin üzerinde yükseldiği öğrenci dernekleri kapatılma tehdidi altındaydı. Devlet, bunun yasal zemininin hazırlıklarına girişti…
* * *
Öğrenci derneklerinin elini kolunu bağlamak üzere dönemin ANP hükümetince hazırlanan yasa tasarısına karşı yaşanan süreç; 80 sonrası gelişen demokratik öğrenci hareketinin kritik bir momentidir. Çalışmamızın bir sonraki bölümüne bu konuyla başlayacağız.
Devam edecek…