Arkadaşa Notlar | Stratejisiz “büyüme” devrimci politika değildir

Büyüme, “güç biriktirme” çabası, devrimci yapıların zayıflığı göz önüne alındığında anlaşılır bir şey. Fakat gücü hangi stratejik doğrultuda, bu doğrultuyla bağlantılı hangi taktik planda büyüteceğiz?

Kapitalizm yeryüzünü yıkıma sürüklüyor; başta gençlik olmak üzere halkların bilincinde kapitalizmin dışında bir yaşam arayışı giderek gelişiyor. Sosyalistler, bu arayışlara yanıt verecek ağırlığı koyamıyor…

Emek var, çaba var, dönemi kavramaya dönük arayışlar da var. Bütün bunlar çok değerli. Fakat henüz bir yol açılabilmiş değil. Kapitalizm de gücünü, o en büyük kâbusu sosyalistlerin güçsüzlüğünden alıyor.

Devrimci mücadelenin olmazsa olmazı strateji. Kapitalizmden kurtuluşu sağlayacak o büyük dönüşüme devrimci örgütü taşıyacak şey, sahip olduğu devrim stratejisi.

Devrimimiz, somut olarak neyi hedefliyor? Kapitalizmin geldiği aşama, nasıl bir sınıf kompozisyonu ortaya koyuyor? Devrim hedefine yürünürken hangi sınıfa dayanılacak? Hangi sınıf ya da toplumsal tabakalarla ittifak kurulacak? Devrimci dönüşüm hedefine hangi yoldan yürünecek? Bu hedefe yürüyüşün örgütü/örgütleri nasıl olmalı? Strateji planı kurulurken öncelikle sorulması gereken sorular bunlar.

Ayrıca sınıfsal zeminin dışındaki mücadele dinamikleri neler? Bu dinamiklerin strateji planıyla ilişkisi nasıl kurulabilir? Bunlar da “devrimci strateji” başlığında sorulacak sorular.

Devrimci kadronun sahip olması gereken en önemli niteliklerden birisi strateji bilinci. Kadronun strateji bilinci yoksa, yaptıklarını neden yaptığının devrimci politika bağlamında bir anlamı da yok demektir. Yapılanlar, giderek yapmış olmak için yapılır; yol alınamaz; dibi delik kova bir türlü dolmaz…

Devrimci kadroda bugün göze çarpan önemli bir sorun, strateji bilincinin yokluğu ya da -iyimser bir ifadeyle- zayıflığı. Neden kadroda bu bilinç yok? Çünkü devrimci yapıların gündelik pratiklerini bağladıkları stratejileri yok.

Stratejisizlik, devrimci harekette bugün yaşamsal bir eksiklik. Uzun bir süredir yaşanan bir tablo bu. Ayağımızı bastığımız maddi koşullardaki değişimler, geldiğimiz noktada bu sorunu daha da derinleştirmiş durumda.

60’lı yıllar, Türkiye devrimci hareketi tarihinde strateji tartışmalarının en yoğun yaşandığı dönem. Sosyalist devrim mi, demokratik devrim mi? Kırlar mı, şehirler mi? İşçi sınıfı mı, köylülük mü? Finans kapital mi, komprador burjuvazi mi, oligarşi mi? Parti mi, ordu mu, hareket mi? Harıl harıl tartışılan konulardı bunlar.

Bu süreçte şekillenen stratejilerle 60’ların sonlarında yola koyulan devrimci yapıların hızını 12 Mart 71 darbesi kesemedi; yürüyüş kaldığı yerden devam etti. 12 Eylül 80 darbesiyse ciddi bir yenilgi getirdi. 80’lerin sonlarındaki toparlanma çabaları, yine aynı strateji planları üzerinden gerçekleşti. Kapitalizmde yaşanan köklü değişimler, 90’lı yılların başında bu stratejileri bütünüyle geçersiz kıldı. Stratejiler duvara asılan kutsal kitaplar gibi yaşamdan koparken, devrimci mücadele rotasız kaldı. 60-90 arası dönemi kapsayan devrimci hareketin ikinci döneminde de stratejilerle gündelik pratik arasında bir açı vardı; fakat 90’lar sonrası açılan yeni dönemde bu ilişki tam anlamıyla koptu.

Yaşam boşluk tanımıyor. Devrimci strateji boşluğuna, bulduğu her kanaldan postmarksizmin “radikal demokrasi” stratejisi sızdı. Dönemi kavrayacak devrimci ideolojinin yeniden üretimi konusundaki zayıflık, devrimci bünyeyi burjuva ideolojilerinin kuşatması karşısında savunmasız bıraktı. Devrimci yapılar, dümeni kilitlenen gemiler gibi akıntılar boyunca sürüklenir hale geldi.

Peki, bu noktadan sonra gerçekleşen onca faaliyet hangi motivasyonla yapıldı/yapılıyor? Büyümek için… Sonra? Daha da büyümek için… Daha sonra? Çok daha büyümek için…

Büyüme, “güç biriktirme” çabası, devrimci yapıların zayıflığı göz önüne alındığında anlaşılır bir şey. Fakat gücü hangi stratejik doğrultuda, bu doğrultuyla bağlantılı hangi taktik planda büyüteceğiz? Elde edilen gücü nerede/nasıl değerlendireceğiz? Bu sorulara verecek net yanıtımız olmalı. Yanıt yoksa, ortada strateji bilinci de yoktur.

Strateji, -eğer stratejiye bağlı yürünüyorsa- kadronun şekillenişini belirler. Strateji bilincine sahip devrimci kadro da attığı her adıma taşıdığı bu bilincin karakterini, ruhunu verir. Farklı stratejilere sahip yapılar uzaktan bakıldığında yaşamın bir anında aynı işi yapıyor gibi görünebilir; fakat farklı nitelikteki kadrolarıyla bambaşka işler yapıyorlardır aslında.

Devrimci örgüt, stratejik hedefiyle gündelik taktikleri arasındaki mesafenin pozitif gerilimini bünyesinde taşır. Kadro, sürekli bu gerilim hattında yürür. Bu gerilim ortadan kalkarsa, düzen içi sularda sürüklenme ve kendiliğindenlik başlar.

Stratejik bakış, “politik algıda seçicilik” hâli yaratır. Dünyaya, strateji planının penceresinden bakılır; stratejinin gerektirdiği olanaklar yürürken gözden kaçmaz; devrimcinin heybesinde biriktirilir.

Devrimci kadronun iki değil, dört gözü vardır. İkisi güncel pratiğe, diğer ikisi stratejik hedefe bakar. Bu gözlerin tümü birbirleriyle diyalektik bir uyum içerisinde çalışır. Stratejik gözleri iş görmeyen kadronun kafasını kaldırmadan yürüdüğü yol nereye çıkar, belli olmaz.

Örneğin dayanışma çalışmaları. Bu çalışmaları devrimci stratejiden kopartırsanız, tam tersi sonuçlara varabilir. Devrimci mücadeleyi güçlendireceği yerde, pekâlâ sistemin açıklarını yamamaya hizmet eder; kapitalizmi güçlendirir…

İşçi sınıfı içerisinde çalışma yürüten sosyalistler… Devrimci bir strateji doğrultusunda yürütülmüyorsa bu çalışmalar, sınıfın gündelik hakları ne denli güçlü savunulursa savunulsun, varılacak nokta en fazla “iyi sendikacılar” olmaktır.

Yüksek sesle sosyalizmi savunan partiler, platformlar… Devrimci strateji yoksa, kapitalist sisteme renk katmaktan öteye gidilemez. Bu politik varoluşla ne kadar büyünürse büyünsün, “iyi sosyal demokrat partiler” rolü oynanabilir ancak.

Farklı yapılardaki devrimci kadrolar büyük ölçüde aynı işleri yapıyor bugün. Hepsi büyümek için emek harcıyor. Büyümenin sınırı yok; dolayısıyla yaklaştıkça uzaklaşan bir hedef; büyümek, daha da büyümek…

Aynı alanlara sıkışmışsanız, benzer bir kitleye sesleniyorsanız ve hemen hemen aynı şeyleri yapıyorsanız, farkınızı nasıl koyacaksınız; nasıl çekim merkezi olacaksınız? Yaşanan uzun süreli tıkanıklığın açığa çıkarttığı “tuhaf” bir sorun bu.

Öz aynı olunca, fark koyma adına geriye biçimi daha gösterişli hale getirmek kalıyor. Her etkinlik neredeyse abartılı bir şölene, bir karnaval havasına çevrilmeye çalışılıyor. Baş döndürücü reklam filmlerini aratmayan propaganda malzemeleri ortalığı kaplıyor. Sahip olunan kitle küçüldükçe, pankartlar büyüyor. Aynılaşan kafalar, devrimci politik faaliyeti imaj çağının kadrajından okumaya başlıyor. Politikada sığlık alıp başını gidiyor. Etkinlikte verilmek istenen politik mesaj, o debdebe içerisinde kayboluyor.

Propagandayı etkili kılmak adına teknolojinin sunduğu olanaklardan sonuna kadar faydalanılmalı elbette. Stratejik bakışı rafa kaldırırsanız, geriye yaldızlı ambalajlardan başka bir şey kalmıyor.

Evet büyüyeceğiz. Devrimci politika kitlesel güce dönüşmedikçe bir etki yaratmıyor. Fakat yalnızca büyümeyi hedef alırsak; ne kadar büyürsek büyüyelim, o iri gövdemizle en fazla bu kapitalist sistem içerisinde bir muhalefet odağı olmaktan öteye gidemeyiz. Bu politik varoluş da kapitalizm belasının canını pek acıtmıyor.

Yeryüzü, objektif koşulları giderek güçlenen devrimi arıyor. Devrimci stratejik bakışın omurgasını da bugün yine “Komünist Manifesto-Ne Yapmalı-Devlet ve Devrim” üçlüsünün prensipleri oluşturuyor. Kapitalizmde yaşanan köklü değişimler, sayısız yeniliği beraberinde getirse de bu temel duruş noktasını geçersiz kılmıyor…