Ölmek Unutmaktır!

Türk-Sünni kitlenin devletin manipülasyonuna bu kadar açık olması ile solun bu kitlelerden izolasyonu arasında derin bir bağ bulunmaktadır. Sınıf mücadelesi bu kitlelerle bağ kurabilmenin yegâne olamasa da en önemli aracıdır. Ülkedeki faşistleşme sürecinin geri çevrilebilmesi iktisadi krizin doğal sonucu olamaz, mutlaka sınıf mücadelesine dayalı politik aktörlerin müdahalesine muhtaçtır.

1978’de Aralık ayında yaşanan Maraş Katliamı, Türkiye siyasi tarihinin neredeyse bütün nüvelerini içeren minyatür bir modeli olarak değerlendirilebilir. Ülkenin asli vatandaş olarak görülmeyen, malı ve canının helal olduğu düşünülen kesimlerine dönük yaşanan ve devlet-millet iş birliği ile hayata geçirilen katliamlarla ilgili bir hesaplaşma yaşamak bir futbol maçı sonrasında ırkçı bir tacize atıp tutmaktan çok daha zor görünmektedir.

Bugün iktidarın içinde etkinliklerini giderek artıran aktörler olarak eski rejimin zor aygıtının kalıntıları ve paramiliter örgütlenmelerin temsilcisi olarak MHP ve Ülkü Ocakları, Maraş Katliamı’nın en önemli aktörleridir. MHP, sosyalizmden beslenen halk hareketlerine karşı küresel ölçekte örgütlenen paramiliter iç savaş organizasyonlarının Türkiye ayağıdır. Bu anlamda NATO ve Gladio bağlantıları düşünüldüğünde yerli ve milli olmak bir yana oldukça enternasyonel bir kökenden kaynaklandığı açıktır.

Katliamın öngünlerinde MHP’nin o dönemde öne çıkan tüm eli kanlı silahşörleri Maraş’taydı ve sinemaya Alevi solcuların bomba attığı yalanı üzerinden Sünni-Türk Maraş halkının kitlesel olarak katıldığı bir pogroma doğrudan öncülük ettiler. Bölgede Kürt Alevilerin yoğun varlığına dönük kıyım, aynı dönemde yükselişe geçen Kürt özgürlük mücadelesine karşı alınacak tutumla ilgili de bir gözdağıydı. Kürt özgürlük mücadelesinin her yükselişe geçtiği dönemde Kürdistan ile Anadolu coğrafyalarının temas noktalarında gerçekleşen Alevi katliamları bir tür devlet ezberinden kaynaklanır görünmektedir.

MHP’nin bir diğer hedefi ise 12 Eylül’ü yani askeri darbeyi çağırmaktı. Bu açıdan darbeye meşruiyet kazandırılması açısından yaşanan kıyımın boyutları belirleyici olmuştur. MHP’nin kuruluşundan beri iktidara bir darbenin aracılığıyla gelme stratejisi, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında Çökertme Planı eşliğinde KHK-OHAL aracılığıyla yürütülen bir siyasi darbenin sonrasında yeniden görünürlük kazanmıştır. Bu tespit, “AKP üzerindeki MHP vesayeti” lakırdılarını doğrulamak için kullanılamaz. Daha ziyade 7 Haziran sonrasında kurulan ittifakın sadece oy desteğine dayalı bir yakınlaşmanın sonucu olmadığı, öncelikle 2000’li yıllarda yeşeren tüm özgürlük arayışlarını ezmeye dönük bir devlet organizasyonu olarak düşünülmesi gerektiğini daha da görünür kılar. Bu açıdan Cumhur İttifakı denen devlet organizasyonunun sadece bir seçim ittifakı olarak görülmemesi gerekmektedir.

Maraş Katliamı asli vatandaş olarak görülmeyenlere dönük cürümlerde görmeye alıştığımız cezasızlığın tarihimizdeki en açık örneklerinden biridir. Davanın bir numaralı sorumlusunun şu anda Maraş merkezde en görünür yerde bürosu bulunmaktadır. Dönemin Ülkü Ocakları Başkanı Yazıcıoğlu, geniş kesimler tarafından kanatsız melek olarak anlatılmaktadır. Avrupa’da yasaklanması tartışılan Ülkü Ocakları, şu anda bürokrasiye atamalarda, bekçi alımlarında en önemli istihdam ofisi olarak işlemektedir. 12 Eylül sonrasında kimi MHP’li sanıkların ceza alma ihtimali belirince, katliamın sorumluluğunu solcuların üzerine yıkmak için 360 günlere çıkan bitimsiz işkence seansları gerçekleştirilmiş, son derece sınırlı olanaklarla 300 Spartalı olayını veya IŞİD sürülerine karşı Kobane Direnişini  anımsatan bir mücadeleyle on binlerce kişilik katliam sürüsünü durduran 15-20 devrimciden ikisi heykelleri dikileceği yerde işkencede katledilmişlerdir. Katillerin suçu kurbanların sırtına yıkma telaşına en son 10 Ekim katliamında bizler de şahit olmuştuk. Dünyanın en büyük zırvalığı olan “kokteyl terör örgütü” resmi rakamlara göre neredeyse Maraş Katliamı kadar insanı öldüren bir katliamın faili olarak günlerce anlatıldı. Bugünün hızlı demokratı Davutoğlu, o günlerde yüzüne yapışan alaycı gülümseme ile hatıralara kazındı.

Çevre köylerden yüzlerce kişinin Maraş’a günler öncesinden akmaya başlaması yağma kokusunun alındığının, olacakların kulaklara fısıldandığının bir başka emaresidir. Benzer bir tablo 6-7 Eylül olaylarında çevre şehirlerden kamyon kasalarında İstanbul’a taşınan yoksulların durumunda da ortaya çıkmıştı. Benzer kalıpların sürekli kendisini tekrar edebilmesi hem pogromların arkasındaki kurucu Teşkilatı Mahsusa aklına işaret ettiği gibi tarihle hesaplaşamama halinin işbirlikçi kitlelerin her daim üretilebilmesinin güvencesi olarak görüldüğünü de ortaya koymaktadır.

Türk-Sünni kitlenin devletin manipülasyonuna bu kadar açık olması ile solun bu kitlelerden izolasyonu arasında derin bir bağ bulunmaktadır. Sınıf mücadelesi bu kitlelerle bağ kurabilmenin yegâne olamasa da en önemli aracıdır. Ülkedeki faşistleşme sürecinin geri çevrilebilmesi iktisadi krizin doğal sonucu olamaz, mutlaka sınıf mücadelesine dayalı politik aktörlerin müdahalesine muhtaçtır. En son Ermenek’te yaşanan kuşatmaya ve jandarma saldırısına karşı direnen insanların görüntüsü aslında Maraş başta olmak üzere toplumun katliamcı ve yağmacı tarihiyle de hesaplaşma açısından fırsatlar sunmaktadır. “Türk Milleti ve Sol” meselesi üzerine düşünmek Maraş Katliamı ile köklü bir biçimde hesaplaşabilmenin imkanları üzerine de düşünmek anlamına gelecektir.

Not: Orhan Gazi Ertekin’in Dipnot yayınlarından çıkan “Maraş Katliamı-Vahşet, İşkence ve Direniş” kitabı mutlaka okunmalı.