Eğitim Sen ve Bir Cenaze Töreni
Pandemi günlerinde böylesi bir inisiyatifle değil de basiretsiz kongre münakaşaları ile gündeme gelmek Eğitim Sen değirmeninde saçlarını ağırtanlar için ihraçtan daha ağır bir yük oluşturuyor.

Eğitim Sen’in geçen hafta gerçekleşen kongresinde delegeydim ama gidemedim. İyi ki de gidememişim.
Eğitim emekçileri hareketi tarihin belli dönemlerinde sınıf hareketinin en önemli dinamiklerinden birisi olabildi. 1969’da gerçekleşen TÖS’ün Büyük Öğretmen Boykotu, 15-16 Haziran’ın habercisi gibiydi. Ülkenin köy ve kasabalarında on binlerce öğretmenin katıldığı eylemin cezalarının bir kısmı 12 Eylül sonrasında verildi. Bugün solun adının bile duyulmadığı yerlerde, TÖS üyesi olmayan öğretmenleri de katarak sınıf hareketine önemli bir momentum kazandırmayı başardı.
1970’lerde sol içerisindeki bölünmeleri bünyesinde çok daha fazla barındırmak zorunda kalan TÖBDER bu düzeyde bir eyleme imza atamasa da militan bir politik tutumun sözcüsü olarak kalmayı başardı. 12 Eylül, el koyduğu TÖBDER varlıklarını geri vermedi. Bugün Burgazada’daki öğretmenevinin TÖBDER’in malı olduğunu, devrimci öğretmenlerin alınterinin mirası olduğunu kaç kişi hatırlar? TÖBDER’in son başkanı Gültekin Gazioğlu, 1980 sonrasında 11 yıl ülkeye dönemedi.
Devrimci öğretmen olgusu 1960 sonrası solun yükselişinde çok önemli rol oynadı. Sağın kalesi durumundaki taşranın solla temasa geçmesi ve örgütlenmesi büyük oranda öğretmenler tarafından başarılmıştır. Ecevit’in 1974 affı sonrasında devrimci öğretmenlerin işbaşı yapması sonrasında 78’e kadar devam eden sol yükselişin altyapısı kurulmuştu.
1980 sonrasında ise 1989 Bahar Eylemleri’ni hem tetikleyen hem de onun sonucunda yükselen bir kamu çalışanları hareketi ortaya çıktı. 1980 öncesi kadroların koruduğu birikim ve enerjinin beslediği bu hareket özellikle 1990’larda hatta işçi hareketi Zonguldak zirvesi sonrasında geri çekildikten sonra bile sınıf hareketinin koçbaşı rolünü oynamaya devam etti. Eğit-Sen, Kürt hareketinin yükselişinin yarattığı kazanım ve reaksiyonlar sonrasında Eğitim Sen ve Eğitim İş bölünmesine maruz kaldı ancak Eğitim Sen bu bölünmenin dezavantajını hiç yaşamadan mücadeleci kimliğini uzunca bir süre muhafaza etti. “Memurun sendikası mı olur? Kapıkulu patronu olan devletle nasıl pazarlık eder?” tabuları bu enerji ile yıkıldı.
Hikâyenin güzel kısmı bundan sonrasında devam edemiyor maalesef… Kurumsal ve bürokratik bir yapılanmaya mahkum olmanın gerilimleri hareket tarafından iyi yönetilemedi. Bugün bazıları sendikanın çöküşünü, aidatların maaşlardan kesildiği güne kadar geri götürüyor. Oysa esas olan 1990’lar sonrasında solun yaşadığı tasfiye süreçlerinin beslediği idealist öğretmen tipinin ölümüdür. Murat Uyurkulak’ın Delibo’su, yaşlanmış ve idealizmini kaybetmiş emekli öğretmen baba figürü bu ölümün resmini güzel çiziyor. “Yoksulluğu marifet sanan, gurur müptelası bir saftirikler sülalesinin mensubuyum yani”. Devrimci öğretmenin idealizmi, soldan ve halkçı damardan aldığı ideolojik desteği yitirince neoliberal hegemonya altındaki kişiler tarafından kaçınılmaz olarak böyle görülmeye başlandı, işin kötüsü hareketin kadroları da giderek bu bilinç haline büründü.
Geçen pazar Ankara’da yaşanan cenaze töreni için birçok analiz yapılabilir. Bir önceki kongrede, Çökertme harekatının kamu çalışanları ayağı yürürlükteyken daha kabul edilebilir ve kapatılmayacak bir KESK görüntüsü yaratmak adına neredeyse tüm yönetici kadroları DSD’ye teslim eden Yurtseverler bu sefer de daha HDP eksenli bir kompozisyon yaratmaya giriştiler. Süreç tabii ki yukarıdan aşağıya talimatlarla ve kararlarla, sendikanın yükünü taşıyan sınırlı sayıda militanın dahi pek de haberi olmadan gerçekleştirildi. Geçen kongrede tüm yöneticilikleri büyük bir memnuniyetle üstlenen DSD bu sefer diğer bileşenlere dayattığı delege gücü hesapları esas alınınca payına düşeni beğenmeyerek medyatik bir hamleyle kongreden çekildi. Pandemi koşullarında apar topar yapılan bir kongrenin saçmalığı, Acun ve Nuriye’lerin ihracı ile daha da absürd bir görünüm kazandı. Bu arkadaşların KHK mücadelesine katkıları ya da zararları ayrı bir tartışma, KESK’i hiç ağza alınamayacak söylemlerle ne biçimde aşağıladıkları da malumumuz, ancak ihraç, bizim birbirimize politik gerekçelerle uygulayabileceğimiz bir önlem değil. Bu kapının açılması hiçbir gerekçeyle kabul edilebilir hale getirilemez.
Solun geri çekilişinin Eğitim Sen’e yansıması solcu ve örgütleyici kimlik ile halkın kamusal eğitim hakkını sonuna kadar savunan idealist öğretmenin geri çekilişi oldu. Bunu kamusal eğitimin muazzam darbeler aldığı böylesi bir dönemde bir kez daha gördük. AVM’lerin açık, okulların kapalı olduğu bir dönemde Eğitim Sen’li öğretmenler cılız basın açıklamalarından çok daha fazlasını yapabilir, teknik olanakları da kullanarak halkın linç edilen kamusal eğitim hakkını fiilen hayata geçirecek, yoksul çocuklara eğitimi ulaştıracak işlere imza atabilirdi. Solu, örgütsel faaliyetlerin değemediği alanlarda yeniden üretebilecek işlere soyunabilirdi. Pandemi günlerinde böylesi bir inisiyatifle değil de basiretsiz kongre münakaşaları ile gündeme gelmek Eğitim Sen değirmeninde saçlarını ağırtanlar için ihraçtan daha ağır bir yük oluşturuyor. Solun sözü ile pratiği arasındaki giderek büyüyen yarığın içine düşüyoruz aslında, kimse bu yaşananları sadece devlet zoruyla açıklamaya kalkmasın.
Umarız bu kabustan hepimizi uyandıracak kadar feraset hala bir yerlerde kalmıştır da bu tarihi hataları telafi edecek bir olağanüstü kongre süreci en geniş ölçekli bir biçimde yeniden örgütlenebilir.