Okullar Açılmalı mı?

AVM’lerden vazgeçilemediği bir dönemde okullardan bu kadar kolay vazgeçilmesi nasıl anlaşılmalıdır? Mart ayında normal olabilecek kararların bugün kesinlikle anormal olduğunu görmek zorundayız.

Pandemi koşullarında okulların açılmasını mı yoksa kapalı kalmasını mı savunmalıyız?

Türkiye MEB’e bağlı yaklaşık 19 milyon, YÖK’e bağlı yaklaşık 6 milyon öğrenciyle 25 milyon öğrenciye ev sahipliği yapıyor.

Mart ayından bu yana etkili olan pandemi sonrasında rejimin ilk icraatlarından birisi okulları kapatmak oldu. Temasın kısıtlanmasını sağlamak açısından bu karar geniş çevrelerce makul karşılandı. AVM’lerin 11 Mayıs’ta açılması sonrasında -ki insanların açık havada gezebileceği parklar ve plajlar o tarihte kapalı kalmaya devam ediyordu- kimi merkezi sınavların yapılmasına rağmen okullar kapalı kalmaya devam etti. MEB’in TV üzerinden yürüttüğü günde 30 dakikalık eğitim, görev savma kabilinden yürütüldü. Toplumun geniş kesimleri bu programları takip ettiklerinde eğitimin nasıl partizan ve marazi bir anlayış tarafından yürütüldüğüne maruz kalarak -Menderes’in asılma sahnesinin canlandırıldığı animasyon ve birçok benzer örnek- dehşete düştü.

Özel okullar ise velilerin kendilerine yaptıkları ödemeleri geri tahsil etmelerinden korkarak son derece yoğun bir uzaktan eğitim programı uyguladılar. Önde gelen birçok özel okul, normal bir eğitim gününü eş zamanlı olarak dijital platfomlardan yürüttü. Okulda yapılan işin dijital platform aracılığıyla aynen yürütülemeyeceği açık olduğu için öğrenciler yapılan bu işten de gerekli verimi alamadılar. Günümüzde genç bir insanın bilgisayar karşısındayken yapmaya alışık olduğu işlerin başında uzun ve sıkıcı ders içeriklerini saatlerce takip etmek gelmiyor tabii ki.  

Okullar kapandı. Uzun bir yaz tatili sonrasında yeniden Eylül geldi.

“Yeniden açılma” sonrasında pandeminin yeni bir zirveye yükseliş sürecinin içerisindeyiz. Okulların açılıp açılamayacağı ise hala belirsiz. İlk seçildiğinde kimileri için umut ışığı olan Milli Eğitim Bakanı’nın bir özel okul patronu edasıyla gerçekleştirdiği yaklaşık üç saatlik açıklamadan kimse hiçbir şey anlamadı. Bütün AKP’li yetkililerin her açıklamada kullandıkları klişelerle yapılan hazırlıkların dünyada bilmem kaçıncı olduğuna dair vurgular birbirini takip etti. Fakat veliler ve öğrenciler neyin ne olacağını hala bilemiyorlar.

Bakanın çok övündüğü EBA TV programlarında, son gece ders çalışmayı alışkanlık haline getiren öğrencilerin temel kaynağı TONGUÇ isimli YouTube kanalının programları yayınlanıyor. Yaklaşık 1 milyon öğretmeni ve elinin altında TRT stüdyoları olan MEB, bu işi “outsource” ederek yine birilerini kolay servetlere mi kavuşturdu? Çiğdem Toker yakında yazarsa öğreniriz.

AVM’lerden vazgeçilemediği bir dönemde okullardan bu kadar kolay vazgeçilmesi nasıl anlaşılmalıdır? Mart ayında normal olabilecek kararların bugün kesinlikle anormal olduğunu görmek zorundayız. Öğrencilerin okuldan kopması ve %50’lere yaklaşan işsizlik sonucu hızlanan yoksullaşma proletarya saflarına hem de en enformel kanallardan katılma arayışlarını arttıracaktır. Kamu okullarının açılması için gerekli hazırlıkların yapılmadığı açıktır. Bakan her seferinde son derece “presentable” bir şekilde “birkaç senaryo” üzerine çalıştıklarını açıklıyor. Ancak ortada hiçbir konuda somut bir girişim yok. Okulların hijyen sorunu ortada. Sınıfların nasıl seyreltileceği belli değil. 21 Eylül’de sadece 8. ve 12. sınıfların açılması planlanıyor. Diğer sınıfların açılması ise her şey yolunda giderse aylar sonra gerçekleşecek.

Devlet her konuda olduğu gibi burada da siz bakarsınız başınızın çaresine diyor. Özel okullar ve dershaneler iki haftadır 8. ve 12 .sınıflar için yüz yüze eğitime başladı. Bu çocuklar evinde TV ya da bilgisayar olmayan, internet faturasını ödeyemeyen çocuklarla aynı sınava girecekler. Bir dönem yine birilerini zengin etmek için yürütülen bir Fatih projesi vardı, çocuklara ücretsiz tabletler dağıtılmıştı. Nerede o tabletler, “eğitimde teknoloji devrimi”ni şimdi hatırlayan var mı?

Kamusal eğitimin gerekli tüm önlemler alınarak her çocuğa eşit bir biçimde ulaştırılmasını sağlamak kamu adına bu işi yürütmekle görevlendirilmiş devletin görevidir. Okulların gerekli hijyen seviyesi uygun bir biçimde hazırlanması ve açılması devletin görevidir.  Öğretmenlerin ve öğrencilerin sağlıklarının güvence altına alınması devletin görevidir. Zorunlu durumlarda yürütülecek uzaktan eğitimin, uzaktan eğitim mantığına göre içeriklendirilmesi ve hazırlıkların tamamlanması devletin görevidir.

Düzenin eğitimin genel perspektifi, milliyetçi-cinsiyetçi içeriği, sınıfsal ilişkilerin yeniden üretilmesi, anadilde eğitim hakkının ihlali açısından rolü üzerine girmeye bu yazı özelinde gerek yok. Eğitim meselesinin genel olarak yönetilmesinde ortaya konan acemilikler açısından bakıldığında bu seviyede yapılacak değerlendirmeler oldukça sofistike kalacaktır.

Pandemi koşullarında eğitimi yeniden başlatmayı değil de öğretmen maaşlarından kurtulmayı kafaya takan bir anlayışın topluma verdiği büyük tahribat ortadadır. “Bana bu tahribatın resmini çizebilir misin?” diyenlere cevabı A. Haşim Köse’nin yazısından bir alıntıyla vererek yazıyı tamamlayalım:

“Türkiye’de kişi başına düşen beşerî sermaye miktarı 12 bin dolar düzeyinde. Dünyada bu oran 109 bin dolar düzeyinde, ülke sıralaması yapılırsa Türkiye 109. sırada. İlginç olanı bu oranın Sahra Altı Afrika (13 bin dolar) ile düşük ve orta gelirli Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerin ortalamasından (19 bin dolar) küçük oluşu.”

Mafya-Şirket devleti, bu toplum açısından bir kıyma makinesidir!