“Bu topraklarda barışı dillendirmek zor, savaş çığırtkanlığı yapmak meşru”

Fotoğraf: Şeriban Alkış

“Anlamadığın bir dile maruz kalmak çok zormuş aslında. Buralarda Kürtçe bir şeyler duyduğumda fark ediyorum hep bunu.”

Bu sözler, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde ‘Barış Zinciri’ oluşturmak için Kadıköy Süreyya Operası önünde bir araya gelen HDP’lilerin açıklamasını, genelde polislerin bulunduğu karşı kaldırımdan izleyen bir kadının arkadaşına söylediği sözlerdi. O sırada HDP Batman Milletvekili Feleknas Uca, Kürtçe konuşmasında “Barış için sesini yükseltmek isteyenler engelleniyor. Siz ne kadar engelleseniz de barış ve özgürlüğü yüreğimizden sökemezsiniz.” diyordu.

Halkların Demokratik Partisi’nin 1 Haziran’da başlattığı “demokratik mücadele programı”nın finali 1 Eylül’de ‘Barış Zinciri’ ile tamamlanacaktı.

Mor ve beyaz kurdelelerle oluşturulacak, bir anlamda koronavirüs pandemisi nedeniyle fiziksel mesafeyi de koruyacak olan ‘Barış Zinciri’ne polis izin vermedi.

Halkların Demokratik Partisi ve bileşenleri “Adalet olmadan barış olmaz” yazılı pankartla Kadıköy Süreyya Operası önünde bir araya geldi. Fotoğraf: Sezgin Kartal

Ancak görünüşe göre partililer bu konuda ısrarcıydı. Açıklama için Süreyya Operası önündeki alanda bir araya gelen kitlenin etrafına önce mor kurdele çekildi. Polisler kurdeleyi çekip aldı ama bir süre sonra elden ele dolaşan bir beyaz kurdele göründü. Polis bu kez daha kalabalık bir sayıyla gelerek kitleyi dağıtmak istedi.

Partili görüşmeciler ve polis arasında geçen konuşmalarda, polis alandaki LGBTİ+ flamasını göstererek “Siz bize provokasyon yapıyorsunuz, LGBT bayrağı falan var orada” dedi. Partililer bayrağın mahkeme kararıyla vesaire yasaklanmış bir bayrak olmadığını söylediklerinde polis “Ben zaten yasak demedim ki, kaldırın dedim. Sizin için sorun değil ama benim için sorun. Ben sizin gibi düşünmek zorunda değilim.” diyerek halkın örf ve adetlerine uygun olmadığı gerekçesiyle müdahale edeceğini söyledi.

Bu sırada, yıllarca savaşın neredeyse hiç eksik olmadığı bir ülkenin insanları olarak, eylemcilerin yüzlerinde biriken yorgunluk yalnızca bu polis müdahaleleri ve arbedeler esnasında dağılıyor ve yerini heyecanlı bir öfkeye bırakıyordu.

Birçok siyasetçinin, hükümetin barış görüşmelerine devam etmesi gerektiğiyle ilgili yaptığı konuşmalar sonrasında partililer İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin Beşiktaş İskelesi önündeki alanda yapacağı mitinge katılmak üzere dağınık bir şekilde yürümeye başladılar.

Son yıllarda demokrasi ve adalet mücadelesini yürütenler açısından bir ifade alanı olan Kadıköy’deki bu eylemde, kitlenin çoğu alışılmış yürüyüş güzergâhı olan Bahariye Caddesi üzerinden soldaki Serasker Caddesi’ne dönerek yürüyüşüne devam edecekti. Ve yine alışıldık bir biçimde polis burada kitleyi durdurmak istedi. Ancak durduramadı çünkü ikna edici “yasal” bir açıklama sunamadı.

Sosyalist Dayanışma Platformu’nun bir dövizi: “Barış, ekmek, güvence”. Fotoğraf: Sezgin Kartal

Sokakta devam eden yürüyüşün, politik bir kitle gösterisinin bir parçası olduğunu ifade eden tek şey arada bir çalınan alkışlardı, onu da polis sık sık “Alkış yok” diyerek kesiyordu. Alkış ve ses çıkarmama uyarılarına rağmen bir anda yükselen zılgıt sesleri sokakları dolduruyordu. Kimi zaman eylemcilerin alkışlarıyla kimi zaman da bu olmaksızın pencerelerden ve kafelerde oturan Kadıköylülerden destek alkışları geliyor veya ama gizli ama açıktan büyük bir merakla yürüyüşün fotoğrafı ve videosunu çekmeye çalışıyorlardı.

İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin rıhtımdaki miting alanına yaklaşıldığında, henüz Serasker Caddesi’nden aşağıya inmek üzereyken polis müdahalesi karşısında ikiye bölünmek zorunda kalan grup, bu noktada kesişip sloganlarını ortaklaştırdı:

“Saray savaş, halklar barış istiyor!”

Polis yaklaşmakta olan kitleye karşı araçlardan daha fazla barikat indirerek alanı çevreliyordu. Etkinlik organizasyonunda görevli kişiler sık sık fiziksel mesafenin korunmasına dair anons geçse de belki de Türkiye’nin eylem pratikleri açısından böyle bir şey pek de mümkün olmuyordu.

Alanda “Adalet, yaşam, özgürlük için barış” ve “LGBTİ+ nefreti var, barış yok. Barış için mücadeleye” yazılı pankartların önünde siyasiler, iktidarın ülkeyi hem içeride hem dışarıda savaş çıkmazına sürüklediğini, savaşa ayrılan bütçenin kamusal harcamalara ayrılması gerektiğini, her geçen gün daha fazla savaşın ve şiddetin parçası olan halkların barış ve kardeşliğe ihtiyaç duyduğuna dair konuşmalar yapıyordu.

Elif Bulut

Özellikle Ortadoğu’nun adeta bir ateş çemberi içerisindeyken 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Kadıköy’de bu kadar insanın toplanmasının nasıl bir anlamı olduğunu sorduğumuz HDP İstanbul İl Eş Başkanı Elif Bulut, bunun bir zorunluluk olduğunu söylüyor:

“Barış içinde olduğumuz tek bir komşumuz bile kalmadı. Ülkeye barış getireceğiz derken ülkenin halklarıyla savaşılıyor. Önümüzdeki süreçte halkların en büyük kurtuluşunun barış olduğunu görüyoruz ve bunun sesini yükseltmenin yolunu bulma zorunluluğunu omuzlarımızda taşıyoruz. 1 Eylül de bunun çağrısı.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önce olumlu açıklamalar yapıp daha sonra doğru bulmadığını söylediği Dolmabahçe Mutakabatı ve öncesindeki döneme işaret eden Bulut,

“Barışı az da olsa yaşadığımız dönemler oldu bu topraklarda. Barış, halkların işine yarıyor; savaş, iktidarlarını güçlendirmek isteyenlerin işine. Barış sürecinde halklar güçlenmişti, o günden sonra AKP hiçbir zaman tek başına iktidar olamadı. 1 Kasım ile birlikte şiddeti arttırarak, kan dökerek iktidarını bir süre daha uzatabileceğini gördü. Türkiye’de bunu yapmışken savaşı Suriye üzerinden de Ortadoğu’ya yaydı.”

Yüzünde “İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula” yazılı mor bir maskeyle, savaşa yatırım yapan, savaşı sürekli Türkiye’nin gündemine getirerek iktidarını sürdürmeye çalışan ve sürekli zenginleşen bir hükümet karşısında insanların yoksullaştığını söyleyen Bulut’a göre tek yol direnmek.

“Direnmenin yolu da barış istemek. Çünkü yıllardır ölüyoruz. Hem de tek bir ölüm biçimiyle de değil. Aç bırakılıyoruz, sokaklarda dövülüyoruz, inançlarımız ve kimliğimiz yok sayılıyor. Bunlardan söz etmenin zorlaştığı yerlerde barıştan da söz etmek zorlaşıyor haliyle. Ama haklılığını bildiğimiz şey için sesimizi sonuna kadar yükseltiyoruz.”

“Savaş çığırtkanlığı üzerinden kendini var etmeye çalışan bir sistem”

HDP’den 25. ve 26. Dönem Şırnak Milletvekiliği yapan Ferhat Encü de, kapitalizmin içerisinde bulunduğu krizden bir çıkış yolu olarak savaş politikaları yürütüldüğünü söyledi:

“Kapitalizm, emperyalist devletler ve oryantalist düşünceyle Ortadoğu’da kendi krizini bir çözüme ulaştırmaya çalışıyor. Savaş sanayisinin gelişmesiyle bitlikte kimi klikleri besleyip zenginleştiren, halkları yoksullaştıran bir politika izleyerek aynı zamanda bir pazar da yaratılıyor.”

Ferhat Encü.

Türkiye’de yıllarca savaş nedeniyle çok fazla kayıplar verildiği ve acılar yaşandığı halde neden hala güçlü bir barış hareketinin yeterince örgütlenemediği yönündeki sorumuza Encü, sistemin kendisini savaş üzerinden var etmesine bağlayarak şunları söylüyor:

“Aslında çok güçlü bir barış hareketi var dünyada. Ama örgütlenmesi konusunda kimi eksikler var. Örneğin Türkiye’de barışı savunan birçok kuruluş ve siyasi parti var. Ancak onun bir araya gelmesi ve yüksek bir sesle savaş politikalarına karşı durması biraz zayıf geçiyor. Savaş çığırtkanlığı üzerinden kendini var eden, sistemini onun üzerine kuran devletler, siyasi partiler, hükümetler, ülke yöneticileri bu barış sesinin yükselmesini istemiyorlar. Belki burada bin veya iki bin kişi toplandı ama polisler sürekli zırhlı araçlarla, TOMAlarla sürekli korku pompaladı. Diktatöryal rejimlerde olduğu gibi zor aygıtını kullanarak toplumun barış sesini kısarak, isteğini görmezden gelen bir politika izlenmektedir. Savaşa karşı başlattığımız her hareket mutlaka bir polis saldırısı ve hükümetin baskı rejimi ile karşı karşıya kalıyor. Demokratik bir siyaset yürüten bir partinin eş başkanları, milletvekilleri, gazeteciler, siyasetçiler, aydınlar, yazarlar, çizerler şu an cezaevinde. Neden? Savaşa itirazları olduğu için. Barışı dillendirmek bu topraklarda zordur. Savaşı dillendirmek, onun çığırtkanlığını yapmak meşrulaştırılmış bir siyaset anlayışıdır.”

“Savaş her şeyi daha da kötü yapar”

Ferhat Encü’nün işaret ettiği “bu topraklarda barışı dillendirmenin zor” olduğu durumunu, 18 yaşındaki Erdem’in, kendi ifadesiyle “işe alımlarda problem olmasın” diyerek soyadını ve fotoğrafını gizlemek istemesinde yeniden görebiliriz.

Erdem ve Defne, Kadıköy’de dolaşırken tesadüfen miting alanına ulaşan, 18 yaşında, liseyi bitirip üniversiteye hazırlanan iki genç. Miting alanına henüz yeni gelmiş olan Erdem ve Defne’nin, mitingin ne için düzenlendiği konusunda henüz bir fikirleri yokken dikkatlerini cezbedip de onları buraya çeken şeyin ne olduğunu sorduğumda siyasi parti “bayrakları ve koşturan çevik kuvvet polisler” olduğunu söylüyorlar.

Erdem, savaş ve barış ile ilgili:

“Ulusal haklarımıza karışılmadığı müddetçe, sırf başka topraklardan pay elde etmek veya kazanç sağlamak için oraya buraya girmemize gerek yok. Kendimizi savunmamız lazım sadece. Onun dışında savaşa gerek yok. O kadar güçlü değiliz zaten.”

diyor.

Defne de Erdem’in sözlerini tamamlayarak:

“Savaşa ayrılması gereken bütçe teknoloji ve eğitime ayrılmalı. Ekonominin iyileşmesi lazım bir kere.”

Tam da bu sebeplerle yani Türkiye’de zorlanacaklarını düşündükleri için -pek istemeseler de- yurt dışında hayatlarını kurmayı düşünüyorlar:

“Türkiye yaşanacak bir yer değil. Yalnızca tatile gelinecek bir yer. Çok pahalı. Verilen ücretle harcadığımız miktar tutarlı değil. Asgari ücrete bakın bir de ev kiralarına bakın. Çok zor yaşamak. Fransa’dan arkadaşım geldi mesela. İstediği gibi harcıyor, ona burası çok ucuz geliyor. Ama anlatamıyoruz buranın aslında ne kadar pahalı olduğunu. Savaşa ihtiyaç yok, zaten kötü durumdayız, savaş her şeyi daha da kötü yapar.”

Fotoğraf: Şeriban Alkış

Miting sonlanıp da insanlar dağılır, polis barikatlarını kaldırırken alanda yalnızca son anonslarını geçen gazeteciler, gazetecilere demeç veren siyasiler ve vapurların ardında batmakta olan güneşle birlikte tarihi yarımada manzarasını izleyenler duruyordu.