İdlib Bilmecesi – Mehmet Yılmazer

İdlib olaylarını, Libya’daki gelişmeleri ve göçmenleri sınıra sürme adımını hep birlikte değerlendirirsek Türkiye son on yıldır sürdürdüğü dış politikası ile olayların zoruyla hesaplaşmakla yüz yüzedir.

İdlib bilmecesi “Moskova mutabakatı” ile de çözülmedi. Aslında kimse bir nihai sonuç beklemiyordu. Peki Moskova’da ne oldu?

En önemlisi bir kez daha Erdoğan’ın esip gürlemeleri, Suriye’nin Soçi Anlaşması sınırlarına çekilmesi için Ankara’nın verdiği veto boşa düştü. Bu kaçıncı kez tekrarlanıyor özel olarak saymadık. Ancak artık kesinlikle Ankara’nın efelenmelerinin hiçbir caydırıcılığının kalmadığı söylenebilir. Moskova anlaşmasında kimin ne kazandığı sorusu sürekli sorulup tartışılıyor. Ankara’nın en önemli kayıplarından birisi budur. Üstelik caydırıcılığını arttırmak için Erdoğan İdlib’e çok fazla güç yığmıştı. Ancak sonuç değişmedi.

Suriye ilerlediği noktalarda kalmaya devam edecek. Üstelik en önemli hedeflerden birisi olan M5 yolunu Moskova’nın tartışma konusu bile yapmadığı anlaşılıyor. M4 yolu ise ortak devriye çıkartılarak Rusya’nın ve BM’nin terörist kabul ettiği örgütlerden temizlenecektir. Anlaşmaya göre Moskova bunu Ankara ile birlikte yapacaktır. Astana sonrası yapılamayan şimdi nasıl yapılacaktır? Bu soru bir kenarda dursun.

Ankara’nın üstünde çok durduğu gözlem noktalarının M4 yolu altında kalanlarının artık bir misyonu kalmamıştır. Buna rağmen mutabakatta bu konuda açık bir ifade yoktur. Belli ki Ankara bu noktaları zaman içinde sessiz sedasız tasfiye edecektir.

Yapılan anlaşma ile Suriye ve Türkiye arasındaki çatışmalara son verilmiştir, ancak Hayat el Şam gibi örgütlerle ilgili bir sınırlama yoktur; üstelik anlaşmaya göre bunlarla mücadeleye devam edilecektir. M4 yolu üzerinde “cihatçıların başkenti” olarak anılan Cisr el Şuhur’un temizlenmesi bu anlaşmanın geleceği için karamsarlık yaratıyor. Bu konuda yapılacaklar genel kurmaylar arası görüşmelere bırakılmıştır.

Bütün bu söylenenlerden sonra anlaşmanın kaybeden ve kazananları ile ilgili ne söylenebilir? Rusya bulunduğu konumu korumuş, İdlib’den cihatçıların tasfiyesi konusunda geri adım atmadığı gibi, bu işin Ankara ile birlikte yapılması konusunda Erdoğan’a imza attırmıştır.

Ankara sözde gözlem noktalarını korumuş, ateşkes ile bir mola kazanmıştır. Bu bıçağın sırtındaki durumu Ortadoğu ve Merkez Asya analisti Semyon Baghdasarov Pravda’ya şöyle yorumlamıştır: “Türkiye’nin yapılan anlaşmayı ihlal etmesi sadece bir zaman meselesidir.” Bu hemen herkesin öngördüğü durum Moskova’da olanların anlamının kaçınılmaz bir şekilde sorgulanmasına yol açıyor.

Moskova anlaşmasının metninden anlaşıldığı kadarıyla Rusya kendi stratejisinde, İdlib’in cihatçılardan tasfiyesinde,  kararlı olarak yürüyor. Bu yolda Türkiye’nin bozucu rolünü sıfırlamak için Ankara ile bir kez daha anlaşma yapıldı. Baghdasarov’un dediği gibi Ankara Suriye’nin bir adımını bahane ederek ateşkesi bozabilir. Ancak artık Astana sonrası Rusya’dan gördüğü toleransı yeniden görmesi hemen hemen imkansızdır. Tarihin tekrar etmeyeceği bir nokta budur.

Ankara’nın Emevi camiinde namaz kılma stratejisi çoktan çökmüş olsa da, Fırat’ın doğusunda YPG nedeniyle yürüttüğü bozucu taktiklerinin yine de bir anlamı vardı. Ancak İdlib’te bunun artık bir karşılığı yoktur. İdlib’te Ankara yıllardır yarattığı canavarla yüzleşmek gibi çok yaşamsal bir momente gelip dayanmıştır. Cihatçı İslamcıları anlaşmaya imza atsa da tasfiye edemez, ancak oyalamaların sonuna gelindiği için artık onları koruyamaz da. Bu çıkmaz sokakta Ankara ne yapmaya çalışıyor? Süreci Cenevre anayasa görüşmelerine kadar oyalayıp sahadaki cihatçılara masada bir yer açmak için uğraşıyor. Bunu insani bir göç sorununun ardına gizleyerek yapma peşindedir. Ancak son yaşananlar Ankara’nın artık şansının tükendiğini göstermiştir.

Bir kere daha elbette deneyebilir. Ancak alacağı cevap büyük olasılıkla 27 Şubat gecesinden daha sert olacaktır. Ankara bozucu rolünü nasıl sürdürebilir? Bir tek şansı vardır: ABD’nin açık ve güçlü bir desteği ile…

Son ateşkesi BM’nin destek açıklamasını ABD’nin engellemesinden hareketle akıl yürütürsek Washington hala Rusya’ya Suriye’de bir zafer vermek istemiyor. Kendi kara ve hava gücüyle olaya yeniden dahil olmayı istemediği için geriye bu rolü Ankara veya YPG’ye vermek kalıyor. YPG’nin böyle bir rolü üstlenmeyeceği çok açıktır. Geriye Ankara kalır. İşte buradan itibaren Ankara’nın önünde büyük bir bataklık başlar. Washington Ankara’yı bu bataklığa girmeye ne kadar ikna edebilir? Ya da Ankara böyle bir yola çıkmaya Türkiye’de kimleri ikna edebilir? İdlib üzerinden beka sorunu işlemiyor. Bu çok açık ortaya çıktı. Moskova anlaşmasının genel havasından ve Türk heyetinin ezikliğinden anlaşılıyor ki Ankara yeni bir hamleyi hem ekonomik hem de siyasi olarak taşıyacak güce sahip değildir. Tarihin tekrar etmeyeceği ikinci nokta da budur.

İdlib olaylarını, Libya’daki gelişmeleri ve göçmenleri sınıra sürme adımını hep birlikte değerlendirirsek Türkiye son on yıldır sürdürdüğü dış politikası ile olayların zoruyla hesaplaşmakla yüz yüzedir. Bu hesaplaşmayı bir kurmay soğukkanlılığıyla yapma yeteneğinde olmadığını göstermiştir. O zaman hesaplaşma olayların zoru ve diliyle yapılacaktır. Bu nedenle çok sancılı bir sürece girmek kaçınılmaz görünüyor. Tüm alametler bu yolda…

Yazarın Diğer Yazıları