Yanlış Nefretler Ülkesi – M. Sinan Mert

İktidar bloğu da bu konjonktürü olağanüstülüğü daha da olağan hale getirecek, siyasi gelişmelerin doğal gelişimini çok daha açık bir siyasi zorla engelleyebilecek bir kontrollü kaos örgütleyebilmek için kullanabilmek konusunda kararlılık sergiliyor.

Suriye savaşının, Rusya ile karşı karşıya gelmeden sürdürülemeyeceği bir noktaya gelindiği anlaşıldığından beri iktidar bloğu içerisinde önemli hareketlenmelere tanık olduk. Bu durum kısmen devletin önünde ortaya çıkan seçenekler ekseninde dönen bir iç tartışmadan kaynaklanan kısmen de çatışmanın şiddetleneceği döneme girilirken iktidar içi ilişkileri yeniden düzenlemeyi esas alan hamlelerdi. “Mehdi’nin gelişini hızlandırmaya çalışıyoruz” dediği için geri plana çekildiği söylenen SADAT yöneticisi Tanrıverdi ile ilgili düzenleme de buna bir örnek. El Kaide ve türevleri ile açıkça silah arkadaşı pozisyonunda meşru bir hükümete alenen savaş açmak aslında Tanrıverdi’nin kendisi kenara çekilmişken fikirlerinin iktidarının en zirvesinde kendisine yer bulduğunu da göstermiyor mu? Türkiye, söylemde BAAS rejiminin zulmünden kaçanlara destek olmak için kendisini Suriye topraklarına “tamamen manevi” sebeplerden atarken kendi topraklarında yaşayan Suriyelileri ise denizlere ve sınırlara da doğru ölümüne itiyor. Sınırlara itilme işini doğrudan devlet organize ediyor, insan kaçakçılarının açıkça ve rahatlıkla medyaya demeç verebilmeleri de organizasyonda doğrudan devletin yer aldığının bir ifadesi olarak okunamaz mı? İnsan kaçakçılarından durumu iyice abartan kimilerinin gözaltına alınması bu gerçeği görünmez kılabilir mi? Büyük nüfus hareketlerinin oluşmasında pogromun ve lincin rolünü yeniden düşündürecek kitlesel kalkışmalar da bu tarz olaylarda adını duymaktan bıktığımız aktörlerce yine ilk tahmin edilebilecek yerlerde sahneleniyor. Suriyelilerin sınırlara itilme gücü, 5 Mart’ta Putin ile yapılacak görüşme öncesinde AB’nin diplomatik desteğinin ne seviyede seferber edildiği ile ters orantılı olarak gözlenecektir. Kendisine kapasitesinin çok üstünde güçler vehmeden, gerçeklikle bağı büyük oranda kopmuş, gündelik siyaseti yönetebilmek için olağanüstü koşullara bağımlılık derecesinde ihtiyaç duyan, kötü anlamda Makyavelizmin her biçimi ile hemhal bir kötülük yumağı gerçekten de Mehdi’nin gelişini hızlandırmak için elinden geleni yapıyor. Bunu yapabilmesini de düzen içi muhalefeti rahatlıkla kendi hegemonyasına mahkûm hale getirerek başarıyor. Devrimci muhalefet ise muazzam dağınıklığını, zihinsel karışıklığını ve maddi güçlerini birleştirme ve yoğunlaştırabilme zaaflarını derinleştirerek devam ettirdiği için kendisi açısından son derece elverişli şartları eylemsizlik içerisinde izlemeye devam ederek bu tabloyu tamamlıyor.

Mültecilere dönük 2011’den itibaren uzunca bir süre uygulanan açık kapı politikasının uygulanması da aslında hüsnüniyet ile değil ABD’yi Suriye’ye müdahale etmeye ikna etmek için düşünülmüş bir önlemdi. Sayının 100 bini aşmasının ABD için savaş sebebi olarak algılanacağı düşünülüyordu ancak Irak Savaşı ile sarsılan ABD ekonomisi ve egemen sınıfları artık bilfiil müdahalelerdense vekilleri yoğun olarak kullanma tercihine fikir değiştirmişlerdi. Kimyasal saldırıyı bir krize ve müdahale gerekçesine dönüştürmek için de yapılan çeşitli girişimler akamete uğramıştı. Toplumun tüm politik görüş ve sınıftan çeşitli kesimlerini ortak kesen bir saplantısına dönüşen Suriyeli nefretinin nasıl bir zehire ve iktidar bloğu açısından kullanışlı bir araca dönüşebildiğini bir kez daha görebiliyoruz. Edirne’de sınırdan yansıyan bir videoda “Türkiye’yi biz mi çağırdık? Türkiye bizi değil sadece kendisini düşündü” diyen mülteci kardeşimiz doğruları tüm açıklığı ile ifade ettiği için jurnalciler marifetiyle gözaltına aldırıldı ancak her görüşten Suriyeli düşmanının da yüzüne gerçeği haykırmış oldu. Yunanistan’da faşist Altın Şafak’ı yutma derdindeki Mitçotakis’in mültecilere işkenceye yeşil ışık yakması da karanlık tabloyu tamamlıyor. Yunan sağının faşist yüzünün arkasında AB’nin liberal beyefendi, hanımefendilerinin konformist telaşlarını görmemek mümkün değil.

Bir taraftan Corona virüs tehdidi altında yaşanabilecek olası gelişmeler kapıda. Diğer yandan çok geniş kesimleri etkileyebilecek bir deprem ile ilgili korkular yaygınlaşıyor. Açıklanan %6’lık son çeyrek büyümesi işsizlikten bunalan kesimlere bir nefes borusu açabilecek gibi görünmüyor. İktidar bloğu da bu konjonktürü olağanüstülüğü daha da olağan hale getirecek, siyasi gelişmelerin doğal gelişimini çok daha açık bir siyasi zorla engelleyebilecek bir kontrollü kaos örgütleyebilmek için kullanabilmek konusunda kararlılık sergiliyor. İktidarın bu kararlılığı Batı’da Esad’ın mutlaka gitmesini düşünen kanatlar açısında da bir heyecan kasırgası yarattı. Batı, İran-Suriye-Hizbullah eksenini zayıflatmak için bundan daha hevesli ve güçlü bir vekil bulamazdı. Putin ile yapılacak pazarlık öncesi Erdoğan tüm kozlarını masaya sürmeye çalışıyor. Fakat Batı’dan gelen destekler şimdilik “yürü koçum sen halledersin” kıvamında sırt sıvazlamaların ötesine geçecek gibi görünmüyor.

Yaşadıklarımız aynı zamanda bu ülkede insanca bir yaşamın tek olanağının solun, sosyalizmin ve devrimci mücadelenin güçlenmesinden geçtiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Kötülüğün bu denli koyulaşmasında sosyalistlerin siyasi tablodaki silik görüntüsünün payı çok büyük. İktidarın ne yapıp edip kazanacağı da politik gelişmeler eşliğinde kendiliğinden çözüleceği de gerçekçi olmayan beklentilere dayanıyor. Devrimci muhalefet kendisini bugün yeniden inşa edecek enerjiyi ortaya koyamazsa aşırı iyimserliğin de karamsarlığın da bizleri, daha önemlisi de ülkenin her kesimden ezilenleri açısından götüreceği nokta farklı olamayacak. Faşist başkanlık rejiminin konsolidasyonu, parlamenter “demokrasi”nin restorasyonu ya da krizin bunalttığı kitleleri örgütleyebilen devrimci demokrasi güçlerinin inşa edebileceği bir Demokratik Cumhuriyet… Bunların her biri gerçek birer seçenek ve kendisini örgütleyebilecek toplumsal güçlerin iradesi oranında hayata geçirilebilecekler ancak. Bütün bu insanı insanlığından utandıran cerahat karşısında umudu büyütme olanakları her yerde. Ancak bizler üzerimizdeki, tüm sorumluluğa rağmen ortak bir hedefe kilitlenmek, güncelin en kritik halkasını yakalamak, en doğru politik müdahaleyi gerçekleştirmek için kritik noktalardan güç yoğunlaşması sağlayabilmekten uzak durumdayız. Meşruluğu toplumun çok geniş kesimleri tarafından sorgulanan bir maceraya karşı güçlü bir barış çığlığı yükseltmek, her türlü faşist tarafından insanlık müsveddesi muamelesine maruz kalan mülteci kardeşlerimizle dayanışmayı büyütmek, iktidar bloğunun elindeki avucundaki tek kozu, savaşı ve faşizmi onun elinden alabilmek zor ama imkânsız değil. “Suriye Suriyelilerindir, mülteciler kardeşimizdir” sesini güçlü bir biçimde yükseltmek politik atmosferdeki boğuculuğa karşı bir nefes olacaktır. Yasaklar da aslında bu zorlu görevin altını çiziyor.

Bizlerin de yapamadıklarımızla sorguya çekileceğimiz bir geleceğin eşiğindeyiz. İyi ve doğru olmanın yetmeyeceği bir gelecek…

Yazarın Diğer Yazıları