Geçmiş Olsun Selocan – M. Sinan Mert

Demirtaş’ın yaşadığı sağlık sorunu bu açıdan bir “mahpusun” yaşadığı bir “tıbbi bir mesele” olarak ele alınamaz. Burada oluşan bir demokratik seçeneğin egemen sınıflarda yarattığı dehşetin izleri sürülebilir hala.

31 Mayıs 2013 ve 7 Haziran 2015 aralığının Türkiye siyasi tarihinin en özel dönemlerinden birisi olduğu açık. Türkiye siyasi tarihinde alt sınıfların bu düzeyde güçlü bir bloklaşma eğilimi gösterdiği ve iktidar bloğu karşısında moral üstünlüğü elde ettiği dönemler istisnaidir ve genelde çeşitli darbelerle kapatılabilmişlerdir. 7 Haziran sonrasında yaşadığımız da böylesi bir darbedir, “askeri vesayet”in sona ermesinin ardından halk sınıflarının geriletilişi iktidar partisinin giderek faşistleşmesi ve kurumsal olarak yuttuğu devlet aparatı tarafından ideolojik olarak yutuluşu ile başarılabildi. Saray rejimi açısından bunun bir Pirus zaferi olduğu her geçen gün daha da iyi anlaşılıyor, “devlet karşıtı” bir söylemden gelip giderek devletleşmek AKP’nin kan kaybının en önemli sebebi. Ancak devletleşme zırhından çıktığında paramparça olacağını fark ettiği için kilitlenmiş durumda, rıza üretebilme kapasitesindeki kaybı giderecek hiçbir hamle yapamıyor. Termik santrallere filtre meselesi bu kilitlenmenin sahih birer sergilenişi oldu. Dış politika alanında giderek alt-emperyalist konumu pekiştiren hamleler ile üzerindeki baskıyı kısmen geleceğe erteleyebiliyor sadece.

Gezi’den Suruç Katliamı’na kadar devam eden sürecin en belirgin dokusu Gezi ile politik bir özne haline gelen kentli alt orta sınıfların Kürt halkının Rojava’da geliştirdiği hamle ile politik ve ideolojik bir yakınlaşma içerisine girmesiydi. Müzakere sürecinin koşulları Kürt sorunu konusunda zihinlerin hızlı bir normalleşmesini mümkün kılıyordu. Bu konjonktürde oluşan HDP ise bu yakınlaşmayı somut bir politik varlığa çevirmeyi başardı. Hareketin ivmelenmesinde Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın sergiledikleri eşbaşkanlık performansları muhakkak ki çok önemli bir rol oynadı. Özellikle Demirtaş geliştirdiği özgün politik dille, paragrafın girişinde bahsedilen yakınlaşmayı giderek hızlandırdı. Sosyalistlere yakın kitlelerin-örneğin 1 Mayıs’a gelen ancak politik yapıların kortejlerinde kendisine yer bulamayanların- “başka türlü bir şey benim istediğim” arayışına çok güçlü bir yanıt oluşturdu. Kültürel savaşları by-pass edecek bir üslupla HDP’nin üzerine oturduğu kimliksel çokluğu yeni bir toplum modeli olarak çok açık bir biçimde ortaya koyabildi. Bir karşı hegemonyanın inşasında bütün bu içeriğin anlatıcısı olarak “siyasi lider”e ne kadar önemli roller düştüğü asla unutulmamalı. Demirtaş- Yüksekdağ önderliğindeki HDP bu yeni modeli ortaya koyarken Saray faşizmine karşı da çok net ve açık, tevil edilemeyecek bir tutum almayı başardılar. “Kürtler AKP ile anlaşacak” diyen herkesin son kertede devlet ile anlaştığı bir dönemde HDP’nin dönemi yürüten öncü kadrolarının bilaistisna cezaevinde olması sergilenen tutumun ne kadar etkili olduğunun bir alameti olarak da okunmalı. 7 Haziran sonrası uygulamaya sokulan çökertme harekâtının esas amacı Kürt hareketine saldırarak kentli orta sınıfları HDP’den uzaklaştırmak ve oluşan demokratik seçeneği tümüyle gündemden düşürmekti. Bunda ancak kısmen başarılı oldular ancak köklenen tohumları tamamen sökmeyi başaramadılar, başaramayacaklar.

Demirtaş’ın yaşadığı sağlık sorunu bu açıdan bir “mahpusun” yaşadığı bir “tıbbi bir mesele” olarak ele alınamaz. Burada oluşan bir demokratik seçeneğin egemen sınıflarda yarattığı dehşetin izleri sürülebilir hala. O büyük korkunun ne büyük hoyratlıklara yol açabileceği gözlenebilir. Devletin HDP’yi dizayn etme arayışlarının yansımaları takip edilebilir.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en çok oy almış 3. adayın bırakın hukuksuz yere içeride tutulmasını, tahliye kararı sonrasına şüpheli statüsünde dahi olmadığı bir davadan yeniden tutuklanmasını, basit bir hastane sevkinden bile imtina edilmesini normal karşılama hali demokratik mahfillerde bile vakayı adiye’den  görülmeye başlanırsa bir takım işlerin gidişinde  bir gariplik var demektir. Demirtaş’ın çok güçlü bir şekilde sahiplenilmesinin tek kanalı sosyal medya olarak kalıyorsa politika ile ilgili önemli yanlışlar içindeyiz diye düşünmeliyiz. Geçmiş olsun Selocan.