Hegemonya Çözülürken Somut Konuşmak – M. Sinan Mert
En güzel günler sosyalizmde dediğimizde karşımızdakiler bundan tam olarak ne anlam çıkarıyorlar sorusu üzerine daha fazla düşünmeliyiz.
Canan Kaftancıoğlu’na saçma sapan gerekçelerle 9,5 yıl hapis cezası verildiği gün aynı zamanda Barış Akademisyenleri davasında ilk beraatin alınması bir tesadüf mü? HDP Diyarbakır önündeki oturma eyleminde arz-ı endam eden bakan, sanatçı vs. nin teatral performanslarının en fanatik AKP’liyi bile çileden çıkaracak kadar acul bir görüntü vermesi nasıl açıklanabilir? 90’ların mafyöz devlet figürlerinin yeniden sahne aldığı günlerin aynı zamanda AKP içinden kitlesel kopuşlarla da anılması ne anlama geliyor?
Siyasette hegemonyanın oynadığı rol, üzerinde demir tozları olan bir kâğıdın altındaki mıknatısın işlevine benzetilebilir. Mıknatısın demir tozlarına verdiği mükemmele yakın intizam ve uyum, mıknatısın etkisinin zayıflaması ya da birden çok mıknatısın etkinlik kazanması sonrasında ortadan kaybolur. Ortaya çıkan şekil absürttür, simetri ve uyum ortadan kalkmıştır. Demir tozlarının konumunun geçiciliği hissi oluşur şekle bakıldığında. Sanki birden çok etkenin baskısı altında kendilerine yeni yönler belirleme telaşındadırlar, kapı gıcırtısı ile yerlerini değiştirecek izlenimi yaratırlar.
Erdoğan’ın hegemonyasının ve etkinliğinin zayıflaması da Türkiye siyasetinde benzer etkiler yaratıyor. Bir süredir neredeyse Saray’ın “ol” demesi ile hizaya geçen politik aktörler ve sosyal tabakalar bir süredir kendi rotalarını kendileri çizme eğilimindeler. Birden çok merkezin oluşmaya başladığı görüntüsü güçleniyor. Erdoğan’ın ittifakları ve muarızları arasında etkinliklerini arttırabilen aktörler söz konusu oldukça da hegemonyanın örtücü ve hizaya getirici, düzen ve intizam verici kabiliyeti giderek azalıyor. Sosyalin doğal hali olan çokluk, çok merkezlilik ve düzensizlik giderek normal hal durumuna geliyor.
Kimi değerlendirmelerde Erdoğan’ın işlerin böyle gitmesine asla müsaade etmeyeceği ve tabloyu değiştirecek müdahaleleri mutlaka geliştireceği öneriliyor. Oysa Erdoğan artık bunları bir süre önceki cevvalliğiyle hayata geçirebilecek kadar muktedir durumda değil. Askeri vesayet karşısında Erdoğan uzunca bir süre de jure iktidar(lar) karşısında de facto bir güçtü, bugün ise tablo giderek bunun tam simetriği bir görüntü alıyor. Erdoğan ve inşa ettiği rejimi giderek Saray’a çekilip oraya hapsolma eğilimindeki bir de jure güce evrilirken giderek dinamizm kazanan diğer güçler de facto etkinliklerini arttırma eğilimindeler. Bu yeni güç dağılımı ise siyasi gelişmelerde zaman zaman birbiriyle uyumsuz ve tutarsız tabloların ortaya çıkmasına hizmet ediyor.
23 Haziran sonrasında muhalif cephenin yeterince aktif tutum almayışı, AKP’yi çürüyüp dağılan et gibi kendi çözülmesi ile baş başa bırakmayı başat taktik olarak seçmesi soldaki kimi aktörlerde tedirginlik yaratıyor. CHP’nin “yeterince aktif” bir tutum almadığına dair eleştiriler sık sık tekrarlanıyor. Oysa CHP son dönemde ve özellikle KHK ihraçları sonrasında kazandığı kimi yeni entelektüellerin de katkısıyla Erdoğan’ın etrafında yeniden bir konsolidasyon oluşmasına mahal vermemek için uzlaşmacı ve sakin bir tutum geliştiriyor. Böyle yapması devlet partisi kimliğiyle de sermayeye güven veren uzlaşmacı yönüyle de uyumlu. Rejimin süpürüldüğü bir kitlesel hareketin CHP’nin şu anda elinde tuttuğu merkezi oyun kurucu rolünü korumasını zorlaştıracağı ortada.
Aslına bakılırsa şu anda bütün işaretler sınıfla bağlarını kuran, bir toplum kurucusu rolü ve altı sağlamca doldurulmuş, merkezine neoliberalizmin yıllardır insanlıktan çıkardığı emekçilere güvence ekonomisinde özgür ve eşit yaşamı vaat eden net bir sosyalist programla sahnede yerini alacak devrimcileri bekliyor. Ancak devrimcilerin büyük bir kafa karışıklığı içinde olduğu da ortada. Önemlice kısmı CHP’yi aktifleşmeye davet ederken aslında kendisinin talip olması gereken öncülük konumunu altın tepsi içinde finans kapitale sunduğunun farkında değil. Diğer bir kısmı ise kendisini Kaf Dağı’nın zirvesindeki bir müzenin evladiyelik nesnesi haline getirerek, aynı nakaratları tekrarladıkça ezilenlerin huzurunda kitleler halinde nedamet getirmesini bekliyor.
Anahtar mesele bu süreçte öncü rolü oynayamayacağımıza dair derin umutsuzluktan hızla sıyrılarak, Kızılay’da kendini yakan emekliye, maaşını almak için vince çıkan işçiye “bu sadece senin meselen değil hep birlikte başaracağız” inancını aktarabileceğimiz bir SOMUT program ortaya koyabilmek.
En güzel günler sosyalizmde dediğimizde karşımızdakiler bundan tam olarak ne anlam çıkarıyorlar sorusu üzerine daha fazla düşünmeliyiz. Ama elimizi çabuk tutarak ve krizin yarattığı fırsat penceresini kaçırmama telaşıyla…