İnsanlık Demokrasi Yolculuğunun Neresinde? – Bekir Sade

İkisi de hayati önem taşıyan bu tahribatlardan ekolojik tahribat, gezegendeki havayı, toprağı, suyu kirleterek toplam yaşamı bir toplam yok oluşa sürüklerken; ekonomik tahribat ise derin yoksulluklar, uçurum gibi gelir eşitsizlikleri, yarınından şüpheli yaşamlar yaratıyor, sosyal hayatı felç ediyor.

Demokrasi kavramı Antik Yunan’dan beri tartışılagelen bir kavram olduğu halde bugün için hala önemini yitirmemiş, hala tartışılan konulardan biri.

Demokrasiden bahsedeceksek öncelikle dünyanın geneline hakim olan üretim ve aynı zamanda yaşayış tarzı olan kapitalizmden de bahsetmeliyiz. Dünya, kapitalizm açısından zor günlerden geçiyor. Kapitalizmin çok yönlü bir kriz ve tahribat içerisinde olduğunu nereye baksak görebiliriz. Bu kriz ve tahribatın en önemli ayakları ise ekoloji ve ekonomi. İkisi de hayati önem taşıyan bu tahribatlardan ekolojik tahribat, gezegendeki havayı, toprağı, suyu kirleterek toplam yaşamı bir toplam yok oluşa sürüklerken; ekonomik tahribat ise derin yoksulluklar, uçurum gibi gelir eşitsizlikleri, yarınından şüpheli yaşamlar yaratıyor, sosyal hayatı felç ediyor. Her halükarda sona gelinen bu senaryoya karşı, insanların bu gidişe “Dur” demek için yeni arayışlara girdiklerini görüyoruz. 

Dünyanın birçok yerinde ezilenlerin, çalışanların, yoksulların, varoşların bir eylemlilik içinde olduğunu dünya haberlerine şöyle bir göz attığımızda dahi görebiliyoruz. Hindistan’da1, Bangladeş’te2, İspanya’da3, Güney Kore’de4, Filipinler’de5, Fransa’da6, Brezilya’da7 ve daha birçok yerde. Sadece arayışın, talepleri dile getirmek için sokağa çıkmanın kendisi bile temsili demokrasinin dışında gelişen bir durum olması özelliğiyle, bir “doğrudan demokrasi” örneğidir.

İnsanların arayış örneklerinden en çok konuşulan, dünya gündemi olan ikisi: Almanya’da ve Amerika’da gençler başta olmak üzere insanların sosyalizme ilgisinin artması… Amerika’da Gallup isimli şirketin yaptığı anketin sonuçları, 18-29 yaş arası gençlerin -%51’e %45 oranında- sosyalizmi kapitalizme yeğlediğini gösteriyor. Ayrıca Amerika Temsilciler Meclisi’ne Sanders’ın ardından Alexandria Ocasio-Cortez’in ve Rashida Tlaib’in de girmeleri sosyalizmi Amerika’da yeniden gündeme taşıyan örnekler.

Almanya’da ise konut kriziyle başlayan süreçte, Almanya Sosyal Demokrat Parti Gençlik Kolları Başkanı Kühnert’in BMW gibi büyük sanayi kuruluşlarıyla, emlak devlerinin elindeki konut sektörünün kamulaştırılması ile ilgili sosyalizm çizgisinde talepleri dile getirmesi9 de yine ülke ve dünya çapında gündem olmuştur.

Demokrasi kavramını konuşurken sosyalizmin yükselişi tespiti önemli bir noktada duruyor. Zira sosyalizm; demokrasi ve özgürlüğe en geniş alan tanıyan siyasal öğretidir. İnsanlar bu arayış içinde sosyalizme ne kadar yaklaşırsa bizi de o denli heyecan kaplıyor. Şimdi burayı burada bırakıp demokrasi tarihine şöyle bir göz atalım:

Demokrasi bir kavram olarak ilk olarak Antik Yunan’da ortaya çıkıyor ve uygulanıyor. Antik Yunan’ın bir sınıflı toplum olduğunu düşündüğümüzde orada uygulanan demokrasinin de bir ayrıcalıklılar demokrasisi olduğunu göreceğiz. Nitekim Antik Yunan’da bütün yurttaşlar seçme ve seçilme hakkına sahipken, yurttaşlık kavramı sadece hür erkeklerden oluşuyordu. Sadece hür erkeklerin seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu bir ayrıcalıklılar demokrasisi… Burada ilk aklımıza gelen sorunun, bir sınıflı toplum olması sebebiyle “Kim için demokrasi?” olması gerekiyor. 

Peki Antik Yunan’dan önce demokrasi yok muydu? Onlar bunun farkında olmasalar bile ilkel komünal toplumlar, eşitlerin eşit söz hakkıyla doğrudan demokrasi örneğini gösteriyorlardı. İnsanlığın şimdiye kadar en uzun süren evresi olan ilkel komünal toplumların doğrudan demokrasi örneği göstermeleri, “insanın doğası…” ile başlayan ve rekabete, bencilliğe, insanların başkaları tarafından yönetilmesi gerektiğine işaret eden cümleleri tümden boşa çıkaran nitelikte. 

O zamanlardan bu zamanlara doğru geldiğimizde monarşik düzenlerde demokrasinin d’sinden henüz bahsedilemezken, tarihin yeni bir sınıfın doğuşuna tanıklık ettiği döneme bakalım: Burjuva sınıfı. Burjuva sınıfının, insanlığın demokrasi yolculuğunda rolü önemlidir. Burjuvazi özgür ticaret talebiyle aristokrasiye savaş açmış, bu uğurda işçi-köylü ittifakıyla monarşileri, aristokrasiyi tasfiye etmiştir. Monarşilerin bir süreç içinde tasfiyesiyle birlikte parlementer, temsili demokrasiler kurulmuştu. En bilinen örneği, Fransız İhtilali. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik sloganlarıyla başlayan toplumsal devrim süreci, sonrasında bir ayrıcalıklılar demokrasisine dönmüştü ve biz yine bir sınıflı topluma bakarken yine aynı soruyu sorarken buluyoruz kendimizi “Kim için demokrasi?”

O zaman kurulan temsili demokrasilerde işçiler seçilmek bir yana seçme haklarını kazanabilmek için bile yıllarca mücadele etmek zorunda kalmışlardı. Seçme hakkı sınırlı bir kesimdeyken bunun genele yayılması işçi sınıfı mücadelesiyle olmuştu. Kadınların seçme ve seçilme haklarını kazanmaları ise uzun yıllar sürdürecekleri mücadeleleriyle olmuştu. Monarşiyi tasfiye etmek için sokağa çıkıp barikatların en önünde savaşan, devrime katılan geniş halk kitleleri çok kısa bir zaman sonra Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik sloganlarının ne demek olduğunu, kime yaradığını anlamışlardı.

Bugün hala burjuva sınıfının egemen olduğu bir düzende, temsili demokrasi içinde yaşıyoruz. Temsili demokrasinin halkın temsiliyetini kesmek için bin bir duvar örmesi onun tarihsel misyonundan kaynaklanır. Bizler de tabandakiler olarak, geniş halk kitleleri olarak kendi temsiliyetimizi parlementoda göremediğimiz oranda, temsili demokrasi dışına çıkarak kendi yolumuzu bulmaya çalışıyor, önümüze çıkan bin bir duvarı aşmak için bin bir demokrasi tüneli açıyoruz.

Temsili demokrasinin sınırlılıkları elbette çok fazla. Yasal düzenlemeler egemen azınlığın elinde olduğu için bu düzene bir fiske dahi dokunacak bir hareketlilikte önü kesilmeye çalışılıyor. Örgütlenme faaliyetleri, siyasi faaliyetler engelleniyor. Temsilcilerin halktan ekonomik ve sosyal anlamda kopuk olması, halkın temsilcilerini denetleme ve geri çağırma mekanizmalarının olmaması da en önemli sorunlar olarak görünüyor.

Peki nedir bu, temsili demokrasiye karşı savunduğumuz doğrudan demokrasi? Bu noktada üniversiteli öğrencilerin örgütü olan Diren Üniversite’nin seçimden önce yayınladığı bildirinin bir kısmını paylaşmak isterim: “… hep söyledik, yine söylüyoruz: seçimden seçime değil, sözümüzü kendi istediğimiz zaman söylemek istiyoruz! Temsilcisiz-vekilsiz-başkansız, dolaysız-aracısız, sözümüzü doğrudan kendimiz söylemek istiyoruz! Amasız-fakatsız, şartsız-yasaksız, sözümüzü kendi dilediğimiz gibi özgürce söylemek istiyoruz! …Yöneticilerimizi seçmek değil, kendimizi kendimiz yönetmek istiyoruz! Şunu çok iyi biliyoruz ki istediklerimizi kimse vermeyecek, biz alacağız!”

Doğrudan demokrasi halkın, iradesini temsil etmesi için birine devretmediği, doğrudan kendini ve düşüncesini yönetime yansıttığı bir yönetimsel modeldir. Günümüzde de doğrudan demokrasi uygulamaları var. Bunlar kaynağını temsili demokrasinin çürümüşlüğünden, hiç bitmeyen krizlerden alıyor. En basiti ekolojik ve ekonomik krizden alıyor. Günümüzdeki doğrudan demokrasi uygulamalarına şöyle bir göz atalım: 

Bundan tam 30 yıl önce 1989’da Brezilya’nın Porto Alegre kentinde, İşçi Partisi’nin belediye seçimlerini kazanmasıyla, ‘Katılımcı Bütçeleme’ denilen bir sistem uygulanmaya başlıyor. Katılımcı demokrasinin ilk örneği sayılabilecek bu sistemde, Belediye’nin işlevleri halka devrediliyor ve insanlar sadece oy vermekle kalmayıp kentin ihtiyaçlarıyla daha fazla alakadar ve sorumluluk sahibi oluyorlar. Yol yapımı, sosyal yardımlar, vergiler, kısacası her şeye halk tartışarak karar veriyor. Ve genel beklentinin tam aksine halk, şehrin ihtiyaçlarını gözeterek kendi vergilerini arttırıyor. Bugün ise dünya üzerinde iki binden fazla şehir bu uygulama ile yönetiliyor.10

2000’li yıllara gelindiğinde Latin Amerika’nın birçok yerinde uygulanan, uygulanmaya çalışılan katılımcı demokrasiler de var. Tabi bunlar 21. yy sosyalizmi çerçevesinde oluşturuluyor ve hala güncelliğini koruyan deneyimler var. 

Bugün hala devam eden Sarı Yelekliler eylemleri hem iktidarın politikalarına dur dedikleri hem de kendi içlerinde demokratik işleyişi sürdürmeleri bakımından doğrudan demokrasi örneğidir. Güzide ülkemizde ise hepimizin hatıralarının en güzel kısımlarını kaplayan o muhteşem günler, Gezi isyanı… Türkiye’nin 80 ilinde insanlar kapitalizmin krizine ve tek adam rejimine dur demekle, bir doğrudan demokrasi örneği gösterdiler. 

Türkiye’de siyasi atmosfere bakıldığında, beklendiği üzere doğrudan demokrasiye değil de monarşiye doğru gittiğini görüyoruz. Tek adam rejiminin inşası, dünya demokrasi mücadelesinde 200 yılı aşkın süredir kazanılmış olan demokratik hakları lağvederken kimi zaman kendimizi temsili demokrasiyi kurtarmaya çalışırken dahi bulabiliyoruz. Tek adam rejiminin yansımalarını üniversitelerde de direkt görebiliyoruz. Rektörlerin atanması, hocalarımızın ihraçları, öğrencilere soruşturma açılmaları gibi örnekler çoğaltılabilir. Geçtiğimiz sene yayınlanan Özgür Bilim Demokratik Üniversite Deklarasyonu‘nda öznesi olduğumuz üniversiteler ile ilgili taleplerimizi dile getirmiştik:

“Akademisyenlerin, öğrencilerin, emekçilerin özne oluğu bir yönetim modeli benimsenerek üniversite meclisleri oluşturulmalıdır. Üniversite meclisleri, tüm taleplere uygun planlama, yönetim ve denetim sistemini garanti etmelidir. Bilgiyi üreten öznelerin geliştirilmesi ve güçlenmesi temel alınmalıdır. Üniversitelerin güvenliği, üniversite meclislerinin yetki ve denetiminde sağlanmalıdır. Meclislerin oluşumunda, etnik kimlik, cinsiyet ve cinsel yönelim ayrımı yapılmamalıdır…”

Türkiye’de yukarıdakilerin tam tersine tabanın homurdandığını, baskıyla doğru orantılı olarak bir tepkinin biriktiğini ve akacak kanal aradığını görüyoruz. Belki de bu piramidi tepetaklak edecek bir kanal…

İnsanlığın kendi yolunu temsili demokrasi dışında da çizdiğini; sözünü söylemek için seçimi, sandığı beklemediğini birçok örnekle gördük. Halk kendi sözünü söylemek için bir araya gelir, iktidar önünü keser, halk olarak yine bir araya geliriz, yolumuzu buluruz, yine önümüz kesilir. Ama “Bin kez budadılar körpe dallarımızı, bin kez kırdılar; yine çiçekteyiz işte, yine meyvede” mısralarını asla unutmuyoruz. Köstebekler gibi yine tünelimizi kazar, varacağımız noktaya emin adımlarla ilerleriz. 

^1: https://www.ituc-csi.org/india-mass-worker-protests-against-…

^2: https://www.rte.ie/news/world/2019/0109/1022163-clothing-wor…

^3: https://www.reuters.com/article/us-amazon-com-strike-spain/a…

^4: https://solidarity-us.org/korean_labor_since_2016/

^5: https://www.bulatlat.com/2018/06/07/progressive-groups-condu…

^6: http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVk…

^7: https://www.karsimahalle.org/2019/05/22/brezilya-neyin-nesi

^8: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/abdde-sosyal…

^9: https://www.dw.com/tr/flensburger-tageblatt-kühnertin-başlat…

^10: https://yesilgazete.org/blog/2009/02/20/belediyelerde-katili…