Seçimleri Devlet Kaybetti – M. Sinan Mert

AKP’nin yok ederek ivme kazandığı merkez sağ-sol çizgiler, içinden geçtiğimiz aşırılıklar zamanı sonrasında yeniden ağırlık kazanıyor. Bu oluşan merkezle bizim aramızdaki en büyük fark, bu kesimin kutuplaşmanın ortadan kalkmasını istemesi bizlerin ise farklı bir saflaşma çerçevesinde (emek-sermaye, sömüren-sömürülen) kutuplaşmanın aslında daha da şiddetlenmesini talep etmemiz.

Beklenen oldu ve devlet seçimleri kaybetti.

Her açıdan adaletsiz koşullarda girilen, kayyım Vali’nin belediyesinin de siyasi parti tadında propaganda yaptığı, seçimlerle ilgili her türlü “biçimsel eşitlik” prensibinin ayaklar altına alındığı bir seçimde devlet kaybetti.

7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında ortaya çıkan güç dengesi de böylece temelli bir biçimde yıkıldı. Artık yeni koşullara göre yeni bir denge, yeni uzaklaşma/yakınlaşmalar olgunlaşana kadar akışkan bir süreç yaşayacağız.

Erdoğan’ın bu yaşanan çöküşü yavaşlatacak ve hatta erteleyecek kimi araçları olabilir. Ancak bir süredir olduğu gibi bunları fark edemez, manevra yapamaz, yaptığı çocukça manevraları da eline yüzüne bulaştıran bir ruh halinde takılıp kalması da azımsanmayacak bir olasılık. Dün gece yaptığı açıklamada Cumhur İttifakı ilkelerine bağlı kalarak 2023 hedeflerine yürümekten bahsetmiş. Şurası çok açık ki 2023 artık kendisi için Kaf Dağı’nın arkasında. İktidar bloğunu zenginleştirecek bir takım hamleler yapamadığı, karşısında oluşan kampın bir kısmını yanına çekmeyi başaramadığı koşullarda önümüzde erken seçimsiz bir yıl olacağını düşünmek gerçekçi görünmüyor. Ülkenin ekonomik-politik-sosyal-jeostratejik krizlerinin rezonans halinde olduğu ve iktidarın göründüğü kadarıyla tüm bunlar karşısında günü kurtarmak dışında bir planının bulunmadığı düşünülürse 23 Haziran’da ortaya çıkan toprak kaymasının neden kaçınılmaz bir erken seçim anlamına geleceği daha iyi anlaşılabilir. Erdoğan’ın Gül-Babacan ekibiyle uzlaşmaya çalışıp bunu bir normalleşme olanağı olarak satmaya çalışması da daha güçlü bir olasılık haline geldi. 

Fatih, Üsküdar, Eyüp gibi muhafazakar orta sınıfların yoğun olarak ikamet ettiği ilçelerde İmamoğlu’nun tarihi oy oranlarına ulaşması, 31 Mart’ta AKP’ye oy verenlerin yaklaşık %10’unun kendisine yönelmesi ile açıklanabilir ancak. Burada orta sınıflar merkezli “normalleşme, kucaklaşma, uzlaşma” talepleri açısından İmamoğlu’nun iptal edilen seçimlerin kendisine kazandırdığı mağduriyet çehresi ile daha inandırıcı bir alternatif sunabilmesi etkili olmuşa benziyor. Sağın çatlaması, 65-35 dengesinin bozulması yeni bir merkezin ortaya çıkmaya başladığını gösteriyor. AKP’nin yok ederek ivme kazandığı merkez sağ-sol çizgiler, içinden geçtiğimiz aşırılıklar zamanı sonrasında yeniden ağırlık kazanıyor. Bu oluşan merkezle bizim aramızdaki en büyük fark, bu kesimin kutuplaşmanın ortadan kalkmasını istemesi bizlerin ise farklı bir saflaşma çerçevesinde (emek-sermaye, sömüren-sömürülen) kutuplaşmanın aslında daha da şiddetlenmesini talep etmemiz. Yeni merkez siyaseti, sınıfsal kontürleri görünmez kılma noktasında en azından söylemsel bir olgunluk yakalamış görünüyor. İmamoğlu’nun zafer konuşmalarında kriz koşullarında gerilen sınıfsal fayların izine rastlamak mümkün değildi. Oluşan bu boşluk aslında sola devinebileceği geniş bir alan yaratıyor.

AKP’nin olmayan kültürel hegemonyasının şemsiyesi altında gelişen ve belediyelerin akıttığı kaynaklarla semiren yandaş medyanın, KÜLTÜR A.Ş’nin nasıl etkisiz bir çöplük ortaya çıkardığı da açıkça görüldü. Villalar, köşkler, yalılar, lüks arabalar kitleler üzerinde zerre kadar etki inşa edemeyen bir zavallı entelijansiyanın derdine derman olsa da bunun Saray rejimine bir kazanç sağlayamadığı ortada.  AKP bu alanda büyük para batırdı ama ortada ciddiye alınabilir hiçbir kurum inşa edemedi. Koca seçim sürecini “devletin valisine it dediler” yaygarası ile tükettiler, milletin geneli nezdinde “it” bir küfür bile değildir oysa…

Kürt Özgürlük Hareketi’nin “Mustafa Kemal’in askerlerinin” bu kadar sevinmesinde pay sahibi olması ilk bakışta şaşırtıcı geliyor ancak Gezi’den bu yana ortaya çıkan çok güçlü bir yakınlaşma dinamiği söz konusuydu. Faşizme karşı sırtı duvara yaslanan kesimlerin arasında bir yakınlaşma olmaması akıldışıydı, bizim cenah sosyolojik ölçekte hesaba katılacak büyüklükte toplumsal öbeklerin zihinsel dünyalarında yaşanan kaymaları çok daha iyi idrak etmek durumunda. Faşizm deneyimi lafla sözle onlarca yılda halledilemeyecek konularda zihinsel sıçramalara yol açıyor. Bu yakınlaşmalar HDP içindeki sosyalist bileşenlerin kimi zaman daralma basıncı altında kalan faaliyetlerine de nefes aldıracaktır.  Demirtaş’ın da bu süreçte daha da göz kamaştırıcı bir parlaklık kazandırması Devran döndüğünde bir Seher vakti kendisine yine çok önemli roller düşeceğini gösteriyor.

Faşizm 23 Haziran sonuçları karşısında derhal pes mi edecek? Hayır, aksine bu sonucun kimi geri tepmeleri olacaktır, saldırganlık gösterileri de sergilenecektir, ancak 23 Haziran faşizmin kaybetmeye mahkûm olduğunu, artık çok güçlü bir dağılma trendine girdiğini, bu gidişi geri döndürecek de bu haliyle neredeyse hiçbir araca sahip olmadığını ortaya koydu. Faşizm bu haliyle bir gelecek vaat edemeyen, giderek kağıttan kaplan hüviyeti daha da görülecek bir siyaset tarzına dönüşecektir.

6 Mayıs’taki seçim iptali sonrasında “boykot” vs. öneren çok önemli sol “stratejistler” vardı. Bunlar da AKP’nin bir dalavere çevirip yenilmezlik ihalesini sürdürebilmesini içten içe sırf haklı çıkabilmek için dileyip durdular. Ancak halklarımızın feraseti, bu kendi sözlerine meftunlara da, aynadaki kendi insicamlarından gözleri körleşenlere de hak ettikleri cevabı verdi. Değişen durumu fark edemeyenler, yeni ortaya çıkan olanakları sezemeyenler geliştirdikleri ezberlere takılıp kalıyorlar. Bu ezberlerin önemli bir kaynağı da tarihin kendisi tabii. Tarihin yeniden tekerrürü beklentisi ezber kalıpların en büyük üreticisi. En küçük analojiden “acaba Gezi mi geliyor?” diye heyecanlanmak, Öcalan’ın adı her geçtiğinde “ yeni bir müzakere süreci mi başlıyor?” diye analizler döktürmek bu ezberci ruh halinin tezahürü. Oysa Heraklit hala haklı ve aynı nehirde iki kez yıkanılmıyor, her dönem biraz da kendi nevi şahsına münhasır akışlar yaratıyor, anlamak için hayatın doğal akışına dikkat kesilmek yeterli, kafadaki ezber kalıplar buralarda ortaya çıkan belirleyici işaretlerin algılanmasını olanaksız hale getiriyor.

Şimdiye kadar ortaklıkları öne çıkardık bundan sonra ise kendi farklarımızı daha da göze sokacak biçimde davranmalıyız. İşçi sınıfının krize karşı korunması için güçlü bir mücadele programı ekseninde  sınıf diline, sınıf örgütlenmesine bürünmeliyiz. Doğru bir kutuplaşma inşa etmeliyiz. 29 dolar milyarderi ve 180.000 dolar milyonerine karşı geniş emekçi yığınların, işçilerin, güvencesizlerin, işsizlerin, kriz mağduru orta sınıfların pastayı yeniden paylaşmak adına girişecekleri mücadelenin inşası görevini tüm ruhumuzla üstlenmeliyiz.

Tarihin bu yarılma evresinde büyük bir kırılma yaratabilmek hiç de imkânsız değil. 23 Haziran bu duygumuzu daha da güçlendirmiş olmalı.

Yazarın Diğer Yazıları