Kartlar Yeniden Dağıtılacak Mı? – M. Sinan Mert
Tedirgin muhalif seçmenin sürekli olarak bir sürpriz şapkadan mat edici tavşanlar çıkartmasından korktuğu, oysa “bu bana küfretti” cazgırlığından başka bir malzeme üretemeyen iktidarın lime lime dökülen gerçekliği bu telaşı haklı çıkaracak seviyeden bir süredir çok uzakta.
23 Haziran’a oldukça kısa bir zaman kaldı. Bir yargı darbesi eliyle gasp edilen İstanbul halkının iradesi bu sefer daha güçlü bir biçimde kendisini ortaya koymaya hazırlanıyor. Erdoğan’ın çok umut bağladığı TV tartışması sonrasında yeniden bildik söylemlerle arz-ı endam etmesinin aslında durumun iktidar cephesinden umutsuz vaka olarak görüldüğünün bir işareti olarak okunması gerekir, konuşmalarındaki nefret dalgaları zaman zaman rehavete kapılan ve tereddüde düşen karşıt unsurların güçlü bir biçimde sandığa taşınmasına yol açacaktır. İktidar bloğunun siyasi söylemi absürtlük seviyesinde tutarsızlıklarla malul. Beka beka diye dağ taş inletilirken yeni askerlik yasası ile orduda yarı yarıya tenkisata gidilmesi; İmamoğlu’nun törörö bağlantıları üzerinde tepinilirken TV programı sonunda birlikte romantik aile pozları verilmesi, Diyarbakır’da Kürdistan’dan bahseden Binali’nin TV’de heyecanla Rojava fatihliğine soyunması; Pontus tartışması ile sadık Karadenizli seçmenin bile kafasını karıştıracak acayiplikler sergilenmesi… Tedirgin muhalif seçmenin sürekli olarak bir sürpriz şapkadan mat edici tavşanlar çıkartmasından korktuğu, oysa “bu bana küfretti” cazgırlığından başka bir malzeme üretemeyen iktidarın lime lime dökülen gerçekliği bu telaşı haklı çıkaracak seviyeden bir süredir çok uzakta.
AKP-MHP bloğunun kaybetmesi birçok açıdan önemli sonuçlara gebe olacak. Bizlerin bu kaybettirme işi ile ilgili heyecanında hiçbir değişiklik yok. Elimizdeki tüm olanaklarla sandığa taşınacak, oylarımızı İmamoğlu’na vereceğiz. Bu satırların bir ayağı çukurda yazarı geçen seçimlerde hayatında ilk kez CHP’ye oy vermişti, şimdi bir kez daha bu tekrarlanacak.
Lakin bu durumun CHP’nin niteliği, İmamoğlu’nun meziyetleri ile hiç alakası olmadığı da ortada. Düzenin iki kampının hesaplaşmasında, ezilenlere, demokratik devrim cephesine güçlenme ve büyüme olanağı yaratabilecek bir konjonktür yaratacağını umduğumuz için böylesi bir tutum alıyoruz. İmamoğlu’nun çoğu zaman içi boş, tekrara dayanan, kimi zaman kraldan çok kralcı söylemlerinden rahatsızlık duysak da, kendisini finans kapital siyasetinin gelecekteki umuduna dönüşecek, orta vadede olası politik muarızlarımızdan birisi olarak görsek de 31 Mart’taki tutumumuzu sürdüreceğiz.
AKP olası bir yenilgi sonrasında ne türlü iç gerilimlerle karşı karşıya kalacak? İstanbul Belediyesi’nin beslediği çevrelerin bu rant kaynağının kaybedilmesi sonrasında ortaya koyacağı reaksiyon bir yana, ülkenin rezonans halindeki ekonomik-politik-sosyal-jeostratejik sorunlarının faturasının kime çıkacağının en önemli soru haline geleceği günler kapıda. İktidarın 7 Haziran 2015 sonrasında kendisini kurtarmak adına attığı adımlar ve yaptığı politik tercihler bugün ortaya çıkan krizin en önemli sorumlusu olarak algılanırsa, bunlarda ısrarın şiddetli bir çakılma ve çöküş etkisi yaratacağı geniş kesimlerde ortaklaşılan bir kanaat haline gelirse AKP içindeki olası kırılmalar çok daha şiddetlenecektir. İktidarın S-400 ısrarı kimi alkışçı ulusalcı çevreleri heyecanlandırabilir ancak milyarlarca dolar borcu olan yandaş şirketler IMF’ye bile gidilemeyecek bir dış konjonktüre ne kadar tahammül edebilirler? Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu acil dış finansman eğer Çin tarafından karşılanmayacaksa Batı ile girilen bu bilek güreşinin kısa vadede Anadolu sermayesini Erdoğan’a yabancılaştırması bile mümkündür. Davutoğlu’nun Konya’da yaptığı konuşmanın içeriği boştu ancak kendisini ayakta alkışlayan taşra burjuvazisinin kimi temsilcileri tam da Erdoğan’ın tercihlerinin bir yıkım senaryosuna dönüşmesine duyulan tepkinin o salona taşıdığı isimler olabilir.
Erdoğan, böylesi bir konjonktürde seçim yenilgisinin faturasını MHP’ye çıkarıp bildiğimiz politik parendelerinden birisini daha atar mı? İktidarı tam anlamıyla kendi elinde konsolide ettiğini düşündüğü bir momentte bunu yapamaması daha büyük olasılıktır ki bu tercih kendi yıkımını hızlandıracaktır.
Ezilenlerin demokratik devrim cephesinin, çok daha belirgin bir biçimde kendi programını ortaya koymaya zorunlu olacağı bir döneme giriyoruz. Seçimler maratonuna, ne kadar uzun soluklu olacağı belirsizleşmiş olsa da, bir es verilmişken hem merkezinde HDP’nin olduğu demokratik devrim cephesi, hem de işçi sınıfını AKP’nin çözülen hegemonyasının altında mahsur kalmaktan kurtarmak gibi tarihi bir görev ve fırsatla karşı karşıya olan biz sosyalistler net, açık, diri, farklarını ustaca ortaya koyan, birlikteliklere açık ama görünmez kılınmayı asla kabul etmeyen, iddia ve iradesini sürekli geliştiren bir siyaset tarzını üretmek zorunda(yız). 23 Haziran sonrasındaki hayal kırıklığının üreteceği faşist geri tepmelere bunu başarmalıyız ve başaracağız.
İşçilerin krize karşı -intihar dışında- yıkıcı bir kolektif tutumla mücadelesini inşa edebilirsek bu yeniden doğuş günlerinde çok daha belirleyici roller oynayabiliriz.