Develer, Sahiller Ve “Suriyeliler” – M. Sinan Mert

Bizler açısından tablo gayet nettir, bireysel olarak her kesimle olduğu gibi “Suriyeliler”le de sorunlar yaşayabiliriz. Ancak bu bireysel sorunlardan yola çıkarak savaş mağduru bir kardeş halkın şu veya bu biçimde şeytanlaştırılması biz sosyalistlerin işi olamaz.

David Harvey, postmodernitenin en önemli koşulunun farklı toplumların “zaman” ve coğrafyalarının iç içe geçmesi olduğunu anlatır. Bu iç içe geçmenin hiç kuşku yok ki en önemli aracı iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki hızlı gelişmeler oldu. Bizden iki nesil öncesinde insanlar genelde doğduğu köy ve kasabada ölürken bizler, büyük şehirlerde ve sadece aynı ülkenin diğer yörelerinden vatandaşları ile birlikte değil dünyanın dört bir köşesinden insanla birlikte yaşayan kişilere dönüştük. Bu karışma hali sosyal bilimlerde de yabancı, öteki, çok kimliklilik ve çokluk gibi terimlerin ortalığa atılabilmesinin de nesnel zeminini oluşturuyor. Büyük homojenleştirici bir makine olarak ulus devletler artık bu heterojenlikle nasıl başa çıkabileceklerine dair araçlara sahip olma yeteneklerini yitiriyorlar, yitirdikçe de “Trump’ın Meksika Duvarı” benzeri acayiplikler üretiyorlar.

Arap Baharı sonrasında emperyalizmin bölgedeki halk isyanlarını araçsallaştırarak rayından çıkarmasının en korkunç sonuçları hiç kuşku yok ki Suriye’de ortaya çıktı. Şimdilerde köprülerden intihar eden AKP’li kurtarma müsamerelerinin beyaz atlı prensi olarak kendisini ortalığa atan Davutoğlu’nun akıldaneliğinde AKP ve Anadolu burjuvazisi Ortadoğu’da doğmakta olan Müslüman Kardeşler Federasyonu’nun hamisi olma rüyasıyla bu yıkımın ortaya çıkmasında belirleyici bir rol oynadılar. Hatırlanacaktır, Obama’yı Suriye’ye müdahale etmesi için ikna edebileceği umuduyla 1 milyon mülteci üretilmesi konusunda AKP canla başla çalışmıştı. Suriye sınırı fiilen ortadan kalkmıştı.

Amacımız Suriye savaşının geldiği konağı analiz etmek değil. Ancak “Suriyeliler” teması üzerinden toplumun geniş kesimlerinde ortaya çıkan/çıkarılan öfkenin şirazeden çıkmaya başlayan sonuçları ile her geçen gün daha fazla karşılaşır hale geliyoruz. Kimilerinin en önemli sorununun “Suriyeliler” haline gelmesi nasıl açıklanabilir? Nativizm (yerlicilik), toplumların dışarıdan gelenlerle bozulmadan kalmasını savunmak günümüzün hiç kuşku yok ki en güçlü ideolojilerinden birisidir. Anti-emperyalizmi bir tür yerlicilik olarak gören kimi sol kesimlere de makul bir talep gibi gelebilir. Ancak kendisini nesnel bir zemin olarak dayatan sosyolojik bir gerçeği, postmodern çağın karışma ve çoklaşma halini, bir takım polisiye tedbirlerle görünmez hale getirmeye çalışmak çok daha aşırı konumlara ve saldırgan yaklaşımlara kestirme yollar üretmektedir. Kimi belediyelerin meclis kararıyla “Suriyelileri” bir takım kamusal alanlara sokmama yönünde kararlar almaya kalkması, bir insanın bir genel kategorinin üyesi olduğu için bir takım haklarını kullanamaz hale getirilmesi hızlıca çok daha kapsamlı kısıtlama ve gettolaştırma çabalarının önünü açabilecek tutumlar olarak tespit edilmelidir. Suriye’de savaşın uğramadığı ve çevresinden göç eden insanları da ağırlayabilen Afrin’i bugün birbiriyle talan rekabetine giren çetelere teslim eden bir devletin “muteber” vatandaşları, ülkelerinin alt üst olmasındaki dolaylı sorumluluktan dolayı bir parça diğerkâm olacak yerde neredeyse ülkenin yaşadığı bütün musibetlerin sorumlusu olarak “Suriyelileri” görür hale gelmektedir.

“Suriyeliler”  emperyalist yıkım politikaları ülkelerini mahvetmeden önce bölgenin birçok açıdan en gelişmiş, en üretken, en dirayetli toplumuydu. Bunca yıkıma rağmen hala ayakta kalabilmiş olabilmeleri de aslında bu sağlam zeminin bir ifadesidir. Ancak bu “Suriyeliler” tabiri bir kere bir boş gösteren haline gelmiş bir saçmalıktır. Ortada burjuva ve emekçi Suriyeliler, cihatçı ve solcu Suriyeliler, kadınlar, erkekler, çocuklar, doktorlar, mühendisler, rençberler, dostlar ve düşmanlar vardır. Yabancı gördüğünü tek bir kategorinin içine hapsetmek ve ona tek bir kimlik atfetmek sivil faşistleşmenin kapılarının sonuna kadar açılmasına zemin hazırlamaktadır. 

Türkiye’de yaşayanların deveye binen fesliler olarak resmedildiği Batılı algısıyla şok olan çevreler şimdi “Suriyelilerin” sahillerde “develi” kamplar kurduklarını iddia ederek yasakçı tutuma tam destek vermektedirler. Bu “deve” metaforu toplumsal bilinçaltının hangi sıkıntılı noktalarını tetiklemektedir?

Bizler açısından tablo gayet nettir, bireysel olarak her kesimle olduğu gibi “Suriyeliler”le de sorunlar yaşayabiliriz. Ancak bu bireysel sorunlardan yola çıkarak savaş mağduru bir kardeş halkın şu veya bu biçimde şeytanlaştırılması biz sosyalistlerin işi olamaz. Bugün işçi sınıfını örgütleme iddiasındaki hiçbir özne yabancı işçilerin sınıfın ne kadar önemli bir öbeği haline geldiğini görmezden gelemez. Kimi sektörlerde, örneğin iki yıl önceki saya işçilerinin direnişinde açıkça görüldüğü gibi, göçmen işçilerle eş güdüm sağlanmadan hak kazanımı mümkün değildir. Patronlar açısından kriz günlerinde can simidi olarak görülen göçmen işçilerin örgütlenmesi, sınıfın çeşitli katmanları arasında kardeşliğin inşası “Suriyelilere” karşı gelişen faşizan eğilimlerin önünü almak için de hayatidir. Kimse devletin yağma ve patronların aşırı kar hırsının mağduru olan geniş bir kesimi günah keçilerinin başı ilan etmeye kalkmasın. Bugün birlikte yaşadığımız insanların bir kesiminin “kimliğinden” dolayı kamusal alandan ihraç edilmesine meyil verenler yarın kendilerinin içine sıkışacağı duvarların temelini de atıyor olabilir.

Burjuvazi toplumun çeşitli kesimlerini birbirine düşmanlaştırarak ayakta kalmaya çalışıyorsa biz de her renkten, her dinden, her kökenden, her cinsten tüm ezilenleri örgütleyip birleştirerek sosyalizmi kuracağız.

“Suriyeliler” dahil…

Yazarın Diğer Yazıları