Bir Baltaya Sap Olamamak Korkusu – M. Sinan Mert

Yaşananların boyutları Sodom ile Gomore’yi, Pompei’nin son günlerini anımsatıyor. Edip Cansever haklı çıktı ve “bu düzen size insanlığınızı unutturdu”.

“…on yedi saat çalıştıktan sonra bu iki çocuğun beş saatlik bir uykudan terütaze, kaygısız nasıl kalktıklarını, tekrardan dondurma kutusunu saatlerce durmadan nasıl çevirdiklerini, bir zeytinyağlı, üstüne yoğurt bile dökülmemiş bakla yedikten sonra, kurşun gibi ağır dondurma kutularını zengin ve insafsız dondurmacının evinden dükkana hangi esrarengiz kuvvetle taşıdıklarını merak edemez miyim?”(Dondurmacının Çırağı, Son Kuşlar, s.122)

Sait Faik’e bayılırım. Türkçe edebiyatın başına gelmiş en güzel şeylerden biridir. Şiirin 1. ve 2. Yeni’sini onun hikayelerinde bir arada bulabilirsiniz. Bohem bir hümanizmden neredeyse tabii bir sosyalizme yürümüştür. Bünyesi kapitalizme uygun olmadığından gencecik yaşta kaybettik kendisini.

Geçtiğimiz günlerde şimdi müze olan Burgazada’daki evini geziyorken oraya öğrencilerini ziyarete getirmiş iki öğretmenin sohbetine kulak misafiri oldum. Kadın olan duvardaki resimlere bakarken “Bu da bir baltaya sap olamamış aslında, ele aldığı bütün işleri batırmış” dedi. Çok kısa bir süre kulaklarıma inanamadım ama memleketin eğitim sisteminin içinde bulunduğu durumu düşününce kolayca kanıksadım duyduklarımı. Garip olan “baltaya sap olamamakla” itham edilen adamın edebiyatımızın hala en büyük hikaye yazarı olmasıydı. Evet Sait Faik, bir Müdafayi Hukuk kodamanı olan babasının kendisine açtığı iş yerini aklı burjuvazinin fırıldaklıklarına ermediği için batırmış, ortağı tarafından dolandırılmıştı. Bir öğretmenin (umarım branşı Edebiyat değildir) tüccarlık yapamadı diye ülkenin en büyük hikaye yazarını “baltaya sap olamamakla” itham edebilmesi birçok açıdan akıl dışı değil mi?

Bu aslında “düzenli gelir sağlayan” bir işe sahip olamamanın ürettiği korkunun, öğretmenin dilinden kelimelere dökülmesinden başka bir anlama gelmiyordu belki de… “Az da olsa düzenli bir gelir sağlayan iş sahibi olmayı”, eserleri yazıldığından onlarca yıl sonra bile ışıl ışıl parlayan bir insan olmaya tercih edecek milyonlar yaşıyor bu ülkede.

Bu açıdan sokakta kendisine “iş bulamıyoruz” diye çıkışan kadına “herkesin işi olmak zorunda mı?” diye yanıt veren Erdoğan’ın sözleri son derece önemli. Cumhuriyet tarihinin işsizlik rekorunu yaratan ekonomik düzenin mimarının böylesi bir soruyu sorabilmesi de aklımızın sınırlarını zorluyor. Meclis’te iş cinayetleri ile ilgili komisyon kurulması talebini “Bizim işimiz mi yok damdan düşmüş, traktörden arabadan düşmüşü komisyona getiriyorsun” diye gülerek tersleyen AKP ve MHP milletvekilleri bir kıyamet alameti olarak algılanabilir mi? Kontrolünü yitirmiş, frenleri patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı hızlanarak felaketine doğru ilerleyen iktidar, kriz koşulları milyonların hayatlarını yaşanamaz hale getirirken bu söylemlerle sonunu hızlandırdığını bile fark etmekten aciz durumdadır. Yaşananların boyutları Sodom ile Gomore’yi, Pompei’nin son günlerini anımsatıyor. Edip Cansever haklı çıktı ve “bu düzen size insanlığınızı unutturdu”.

Emeğinden başka bir geçinme aracı olmayanlar için işsizliğin açlık, kaygı ve utanç anlamına geldiğini bilmek için allameyi cihan olmaya gerek yok. Kapitalizm, işçileri üretim araçlarından kopararak onları geçinebilmek için emek güçlerini satarak çalışmak zorunda bırakır. Çalışmak eğer yaşamanın bir koşulu haline geldiyse o zaman “herkesin işi olmak zorundadır”. Herkesin bir sarayı, binlerce koruması, ejder meyveli kokteyli olmayabilir, ancak işi olmak zorundadır. İşsizliğin ortaya çıkmasında, ekonomi ile ilgili alınan kararlarda zerre kadar söz hakkı olmayan işçilerin hiçbir kusuru yoktur. İşsizliği yaratan da, onu işçileri terbiye etmek için kullanan da, açlık korkusuyla bizleri bu rezilliğe alıştıran da bu insanlık düşmanı düzendir.

Herkesin işi olmalıdır, bu mümkündür, işi olamayanın da gelir sahibi olması güvence altına alınmalıdır, bu da mümkündür. Gelir sahibi olmakla çalışmak arasında kurulan bağ ilahi bir emir değil, kapitalizmin kurgusudur. İşçilerin örgütlü mücadelesi bu kurguyu boşa çıkaracak bir potansiyele sahiptir. Geçmişte devrim korkusuyla kapitalizmi, “tam istihdamı” en önemli ekonomi ilkesi olarak belirlemek zorunda bırakan da oydu.

Halkın seçimlerde ortaya çıkan iradesini kargaları güldüren gerekçelerle bir yargı marifetiyle iptal ettiren iktidar da, çalışmak isteyen tüm vatandaşlarına iş sağlayamayan da, İşsizlik Sigortası Fonu’nu işçileri desteklemek yerine patronları iflastan kurtarmak için kullanmak isteyen bir düzen de asla meşru değildir.

“Sanki ne olurdu? Bir iş bulamaz mıydı? 70-80 liralık bir şey… İşte bu hayal, hakikat olamayacak kadar büyük bir hayal midir?” (“Büyük Hülyalar Kuralım”, Havada Bulut)

Kurduğumuz büyük hülyalarımız için sosyalizm mücadelemizi ısrarla büyüteceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları