Yargı Eliyle Darbe ve Anti-Faşist Mücadele – M. Sinan Mert
Yok etmek istediğini güçlendiriyor, dağıtmak istediğini birleştiriyor, dışarı itmek istediğini olayların merkezine çekiyor, yalanlarken doğruluyor, öne çıkarmak istediğini ise zayıflatıyor.
31 Mart-6 Mayıs süreci, iktidarın merkezinin hala Saray olduğunun ancak bu iktidarı uygulayabilmenin giderek daha da zorlaştığının, giderek daha fazla hukuk dışına çıkarak gerçekleştirilebildiğinin bir yansıması oldu. AKP, artık önü alınamaz bir seçim makinesi olmaktan uzak, etkisini ve heyecanını kaybetmiş bir teferruat, bir fazlalık haline gelmiş durumda. Seçimler, rejimin en önemli meşruiyet kaynağı iken artık üzerindeki en büyük yüke dönüştü. 31 Mart 2019, bütün bu görülmesine yol açtıklarıyla çok hayırlı sonuçlar yaratmış bir tarih olarak kayıtlara geçecek.
Bir önceki yazıda, “”Kızgın demiri daha da kızdırma” tutumunun devrimci sonuçlara gebe bir yaklaşım olduğunun altını çizmek gerekiyor” notunu düşmüştük. Saray’ın YSK’ya dikte ettirdiği kararın etkisi şimdilik bu yönde ilerliyor. Haksızlığa uğramışlık hissi, şimdiye kadar “artık o kadarı da olamaz” diye düşünen orta sınıfların tüm hücrelerine sirayet ediyor. Toplumun şimdiye kadar yaşananlara sessiz kalan kesimlerinden çıkmaya başlayan sesler, seyirci durumunda olanları bile enerji ile yüklüyor. İktidar bloğunun her veçhesindeki çatlaklar çok daha belirgin hale gelmeye başlıyor. Çözülme ve çatırdama emareleri yaygınlaşıyor. Bu gözlemler, iktidarın kendi üstüne çökeceği gibi bir beklentiyi beslememeli asla. Yaratacağı sonuçlar daha ziyade demokrasi bloğunun daha enerjik ve atak hale geçmesi ile ortaya konulacak. İktidar bloğu ise bu zaaflarını aşmak ve karşısında yükselen enerjiyi ezebilmek için çok daha hırçın ve saldırgan olabilmek durumunda. Kimileri Erdoğan’dan yumuşama ve “beka söylemi”nin terk edilmesini bekleyebilir. Oysa geçen Cumartesi TOBB’da yapılan konuşma yeni bir karşı saldırı dalgasının arkasındaki yeni uzlaşmanın ifadesi olarak okunmalıdır. “Her şeyin çok güzel” olup olamayacağı bu karşı saldırı dalgasının nasıl bir direnç ve direnişle karşılanabileceğine bağlıdır.
23 Haziran’a kadar iktidardan kaynaklanacak saldırılara ne ölçüde yanıt üretilebilecektir? Bu konuda devletin temel hamlelerinin yine Kürt sorunu ekseninde geliştirileceği açıktır. Öcalan’a uygulanan tecride karşı 200 günlere yaklaşan açlık grevleri ve ölüm oruçları yokmuş gibi “neden şimdi Öcalan’dan mektup, manidar zamanlama” vs. ekseninde geliştirilen tevatürün alıcıları bilsinler ki Saray operasyonlarının en zayıf halka olarak yöneleceği kesimler onlardır. Soner Yalçın’ın YSK kararından iki gün önce “anti-emperyalist Erdoğan’ı desteklememiz gerekir” diye yazı yazabilmesi de TOBB konuşmasında yansımasını bulan uzlaşmanın bir ifadesi olarak alınmalıdır. Özellikle HDP’nin yeniden kazandığı belediyelere dönük gerçekleştirilecek bir kayyumlaştırma dalgasına karşı verilen ve verilemeyen tepkilerin yaratacağı sonuçlar üzerinden bir oyun planı kurmak Saray’ın en önemli taktiksel halkalarından birisini oluşturacaktır. 23 Haziran’ın kaderi, Kemalist/sol-kemalist blokla merkezinde HDP’nin bulunduğu demokratik devrim cephesi arasındaki rabıtanın sürdürülüp sürdürülemeyeceğine bağlıdır. Bu bağ hassastır, kimi zayıflıkları vardır, ancak Gezi’den bu yana da yaşananlarla edinilmiş güçlü biri birikimin de desteğine sahiptir. Açıkçası, ne bu seferki devlet koalisyonu 7 Haziran sonrasında oluşturulabilen kadar yaygın ve istikrarlıdır, ne de faşizm karşısındaki güçler kolayca dağılmaya eğilimlidir. Ancak bu bilek güreşinin nasıl sonuçlanacağı süreci yöneten politik önderliklerin kapasitesine bağlı olacaktır.
Saray, 6 Mayıs Darbesi ile kendi karşısındaki bloğu tüm niyetlerine rağmen daha da birbirine yakınlaştıracak bir hamle yaptı. Anadolu sermayesinin ısrarı Koç’u bile İmamoğlu’nun yanında poz vermeye itti. Zaten faşizm son dönemlerde hedeflerine yürümeye çalışırken karşısındakileri güçlendirecek hamleler yapmadan edemiyor. İçinde bulunduğu siyasi açmazın en açık belirtilerinden birisi de budur. Yok etmek istediğini güçlendiriyor, dağıtmak istediğini birleştiriyor, dışarı itmek istediğini olayların merkezine çekiyor, yalanlarken doğruluyor, öne çıkarmak istediğini ise zayıflatıyor. Kaybetmesinin er ya da geç kaçınılmaz olduğu da ne yaparsa yapsın bu labirentten kurtulamamasından anlaşılıyor.
Devrimcilerin ise “yesinler birbirlerini” diyerek bir kenardan izleyecekleri değil tam tersine en tutarlı, en kararlı, en çok sonuna kadar gitmek isteyen bir parçası olması gereken bir mücadele bu. “Pratikte, her türlü genel demokratik sorunun ortaya atılmasında, öneminin belirtilmesinde ve çözüme bağlanmasında herkesin önüne geçme yükümlülüğünde olduğunu unutan kimse, sosyal-demokrat değildir” (Lenin, Ne Yapmalı?”). 6 Mayıs Darbesi, ülkede “normalleşme”nin tek mümkün yolunun bir demokratik devrim olduğu gerçeğini en kör göze dahi batırdı. Devrimcilerin anti-faşist mücadeleyi demokratik devrime ilerletebilmesinin iki koşulunun, anti-faşist mücadelenin en kararlı ve etkili bileşeni olması ile işsizlik ve pahalılıkla mücadeleyi emekçi sınıfların AKP’den uzaklaşması için kullanabilmesi olduğunun bir kez daha altı çizilmelidir.
Coşkulu ve kitlesel 1 Mayıs’tan alınan güçle bu görevlerin başarılabilmesi düne göre çok daha imkan dâhilindedir.
*Foto: Erhan Demirtaş