Umut Nasıl Daha Da Büyür Ki… – M. Sinan Mert
Bir kasaba siyaseti olarak AKP-MHP ittifakının aslen irice kasabalar olan kentlerdeki “başarılarıyla” övünmek zorunda kalmasını sağladığımız için ne kadar sevinsek az, ancak İstanbul seçimleri üzerinde gezdirilmeye çalışılan kara bulutlar büyük gerilimlere gebe.
“Zaten ülkemizde gıda ağırlıklı bir hayat pahalılığı çekilmez noktaya geldi. Ülkede bebek maması hırsızlığı başlamış ise, daha bir söze gerek var mı?” Krizin faturası acılaştıkça yoksullar, emekçiler çok daha ağır bedeller ödemeye başlıyorlar. Böylesi koşullarda işçi sınıfının geniş öbekleri, AKP’den neden çok daha büyük bir hızla kopamıyor? Ülkenin solunun içinde bulunduğu durum ile bu kopuşamama halinin arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir?
Hiç kuşku yok ki bugün yaşanan coşku içerisinde bu soruyu gündeme getirmek çok da anlamlı bulunmayacaktır. Evet, faşizmle inatlaşma noktasında Türkiye toplumu oldukça önemli ve heyecan verici bir adım atmayı başardı. İktidarın olağanüstü ablukasına, saldırganlığına, adaletsizliğine, küstahlığına, kıyıcılığına karşı medyanın zırıltılarına kulaklarını tıkayıp, daha 9 ay önceki sandıklarda yaşanan travmanın etkisini unutmaya çalışarak kararlılıkla hareket eden metropol orta sınıfları, siyasetteki dengeleri sarsacak bir sonuç ürettiler.
Bu başarıda aslan payının HDP’nin kendisini yok saymakta olan bir bloğa, “bağrına taş” basarak destek vermekteki ısrarında olduğunun altını kalın kalın çizmeliyiz. Türkiye’de iktidara sözde muhalif ancak devletçi ve milliyetçi Sözcü okuru kanadının etkisinin faşizmin insaşı açısından ne kadar büyük bir rol oynadığını böylece canlı bir biçimde bir kez daha gözlemleme şansı bulduk. Hakkını yemeyelim bu kesim de en azından iktidarın “teröristlerle ittifak” edebiyatından asgari seviyede etkilenerek AKP’nin bu sefer ciddi bir yenilgiyle yüzleşmesini mümkün kıldı. Aynen Gezi’de olduğu gibi içinde Kürtlerin, sosyalistlerin, Kemalistlerin ve hatta bir takım sağcıların bir arada durabildikleri bir blok oluştuğunda Cumhur ittifakının küçük farklı üstünlüğünü mümkün kılan ağırlığı ve sandık dalavereleri etkisini kaybetti.
Bu ittifak daha önce oluşamaz mıydı? 2014’teki yerel seçimlerde İstanbul Belediye Başkanlığı için CHP ile görüşmeye giden Sırrı Süreyya Önder ve HDP heyeti basına fotoğraf vermemek için arka kapıdan alınıp, arka kapıdan yolcu edilmişti. Eğer bugün yaşananlar bundan 5 yıl önce başarılabilseydi faşizmin kazınıp atılması çok daha zahmetsiz ve bunca bedel ödenmeden gerçekleştirilebilirdi. Bugün umarız ulusalcılıktan muzdarip kesimler Kürt düşmanlıklarının ülke açısından en büyük bela olduğunu anlama şansını biraz daha iyi değerlendirebilirler.
Baştaki soruya dönelim tekrar. Krizin ürettiği derin izlerin, emekçileri AKP hegemonyasının gerçek anlamda karşısında konumlandırmasının tek koşulunun emekçileri ikna edici talepler ekseninde örgütlemeyi başaracak bir sol merkezi yaratmak olduğu gerçeği bir kez daha bütün netliğiyle ortaya çıkıyor. ABD’de bile “milenyum sosyalistleri”nin gündem olduğu koşullarda Türkiye’de anti faşist mücadelenin orta sınıflar ekseninde yürümesi ve geniş işçi yığınlarının hala AKP’yi destekliyor olması sosyalistlerin mutlaka hesaplaşması gereken en önemli sorunudur. Sosyalistlerin ülkenin faşizmden kurtulması sürecine öncülük edebilmesinin tek koşulu, emekçilerin AKP’den kopartılması görevini başarabilmesidir. Faşizm karşıtlığının orta sınıfların sınırları içine sıkışması hem CHP’nin kendisini yeniden üretmesini mümkün kılıyor hem de solu genel olarak devrimci siyasetten bir tür “demokrasi cephesi”nin etkisiz yancısı durumuna düşürüyor. Kürt hareketinin ittifak gücü olabilmek çoğu sosyalistin kendi varoluşunu meşrulaştırması açısından yeterli görülüyor ancak sosyalistler kendi asli görevlerini, yani bir sınıf olarak işçileri, alt sınıfları bir araya getirerek etkin bir güç haline getirme sorumluluğunu yerine getirmedikçe ittifaklarına da etkin bir destek sağlayamamaktalar.
1 Mayıs yaklaşırken bu anlamda işsizliğe ve pahalılığa karşı çok daha etkin ve görünür bir mücadeleyi örgütlemek zorunluluğu ile karşı karşıyayız. “Her işsize işsizlik ödeneği”, “Her vatandaşa evrensel gelir desteği”, “Her mahallede tüketici kolektifleri kurarak doğrudan üreticiler ile bağ kurmak”, “Her vatandaşa bedava, su, elektrik, gaz” talepleri alt sınıflarla buluşmanın araçlarını yaratabilir.
Bir kasaba siyaseti olarak AKP-MHP ittifakının aslen irice kasabalar olan kentlerdeki “başarılarıyla” övünmek zorunda kalmasını sağladığımız için ne kadar sevinsek az, ancak İstanbul seçimleri üzerinde gezdirilmeye çalışılan kara bulutlar büyük gerilimlere gebe. Her ne kadar iktidar bloğunun kafası bu konuda karışık olsa da “işleri karıştırma” noktasında güçlü bir heves olduğu da ortada.
Uzun lafın kısası faşizmi sersemletmek güzel ama yetmez, çökertme için emekçilere dayanan güç merkezlerinin içten fethine gerek var. Kafayı bu göreve takmayan bir sol ancak günü kurtarır ama geleceğini kaybeder.