Newroz Piroz Be Kemal – M. Sinan Mert

Komünistlik adına HDP’yi düzen partisi diye lanse etmeye kalkan şarlatanlığa inat, onca darbeye, zorbalığa rağmen ayakta kalmaya devam eden inadı ve kararlılığı büyütmeye omuz vermekte büyük hayırlar vardır.

Yerel seçimlerin en önemli gündeminin HDP olması neyi göstermektedir?

Çok ağır bir ekonomik krizin içinden geçilirken, resmi işsiz sayısı 4 milyon 300 kişiyi aşmışken, seçimlerden sonra Bursa, Kocaeli gibi sanayi şehirlerinde işten çıkarma salgını yaşanması ile ilgili tedirginlik artarken iktidarı ve muhalefetiyle herkes HDP’den bahsediyor. “CHP, HDP ile ittifak yaptı mı yapmadı mı; büyükşehirlerde HDP’nin oyları kimlere gidecek, HDP’liler CHP listelerinden belediye meclislerine girecek mi?”Bunca ağır vakaya, soruna, ülkenin neredeyse felç olmuş eğitim sistemine, çökmüş ekonomisine, dış politikadaki kilitlenmeye rağmen en çok merak edilen konunun HDP’nin CHP ile ittifak yapıp yapmadığı olması sosyal psikoloji açısından normal kabul edilebilir mi?

Adını açıkça koymak gerekirse içinde geçtiğimiz durum, çok boyutlu bir toplumsal hastalık, nevrotik bir hal ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Türkiye toplumu, sürekli olarak kafasını kuma gömerek Kürt sorununun kendi yaşamı üzerinde nasıl devasa tahribatlar yarattığını görmezden gelmeye çalıştıkça bu hastalığın pençesine daha da çaresizce sıkışıp kalıyor.

“Milli tarih” çağdaş devletin dini olarak bu hastalığın yaygınlaşabilmesinin koşullarını sağlıyor. Osmanlı’dan modern devletin ortaya çıkması esnasında yaşanan katliamlar, soykırımlar, etnik boğazlaşmalarla ideolojik olarak hesaplaşma olanağı bulamayan toplum, kendisini bir mengene gibi sıkan gerçekliğin arkasında gerçekte neyin bulunduğunu bir türlü anlayamıyor. Ermeni Soykırımı, Dersim Katliamı, Maraş Katliamı, Sivas Katliamı, 10 Ekim Ankara katliamı…. Cinayetlerle gerçekleştirilmeye çalışılan bir etnik, mezhepsel ve ideolojik temizliğin gerçek tarihsel köklerinin ayırdına varılamaması toplumun özgürleşme dinamiklerini sürekli aşağıya doğru çekiyor. Bir tek Maraş Katliamı’nın topluma gerçekten anlatılabildiği, neyin nasıl yaşandığının çocuklara öğretilebildiği bir Türkiye’de 7 Haziran 2015’ten 1 Kasım seçimlerine kadar tertiplenen kontrollü kaos planı hayata geçirilebilir miydi? Sivas Katliamı’nın yeterince teşhir edilebildiği bir toplumda 10 Ekim Gar katliamı “kokteyl terör” örgütlerine ihale edilebilir miydi?

Devlet aklı kendisini bireylerin zihinlerinde kopyalamaya çalışırken Osmanlı’nın son dönemlerindeki toprak kayıplarından meşruiyet devşirmeye çalışıyor, oysa yok olması kaçınılmaz bir tarihsel entite haline gelmiş bir pre-kapitalist imparatorluğun toprak kayıpları, bugün Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin en temel insan haklarının sınırlanmasının gerekçesi haline nasıl getirilebilir? Devletlerin ve sömürgeci egemen sınıfların kar ve iktidar hırsı, biz bu ülkenin Kürt, Ermeni ve Alevi olmayan “çoğunluğu”nun eşit yurttaşlık taleplerine, demokratik özyönetim arayışlarına sırtımızı dönmemize nasıl gerekçe olabilir? Son yaşadığımız 4 yıl, Kürdün tutsaklığının işçinin daha çok sömürülmesi, daha çok kadının öldürülmesi, demokrasinin son kalan kırıntılarının da süpürülmesi anlamına geldiğini açıkça göstermedi mi? 1848 devrimleri sonrasında Haziran’da Paris proleteryasının katledilmesine seyirci kalan Paris’in orta sınıfları, 2 sene içerisinde Louis Bonaparte’ın neredeyse 20 yıl sürecek diktatörlüğüne kapı açtıklarını fark ettiklerinde ne kadar da hayıflanmışlardı!

Türkiye’nin Bonaparte’ı ise kazandığı tüm seçimlere, elde ettiği tüm koltuklara rağmen kendisini bir türlü rahat hissedemiyor. Tek adam rejimiyle uçurulması vaat edilen ülkenin uçurumdan aşağı uçmanın sınırına gelmesine bulduğu şimdilik tek çözüm mitinglerinde katliam görüntüleri eşliğinde toplumun yarısını hain, düşman ve katli vacip ilan etmek ve idam duasına çıkmak. Bu seçimlerde iktidarın ruh hali, bir iç savaş örgütünün psikolojik olarak diken üstünde tutulmasını hedefliyor gibi görünüyor. Ekonomik kriz, Suriye’de işlerin yolunda gitmemesi, seçimlerde olası oy kaybının tetikleyeceği kaçınılmaz muhalefete karşı tabanını bir iç savaş örgütünün emre hazır ve hedefe yönelmiş neferleri haline getirmeye çalışıyorlar.

İşte bu noktada eşitlik ve adalet arzulayan milyonların, tüm zaferlerine rağmen diktatörün huzursuzluğuna yol açanların bu Newroz’da bir kez daha Kürdün derdiyle dertlenmesinde büyük yararlar vardır. Komünistlik adına HDP’yi düzen partisi diye lanse etmeye kalkan şarlatanlığa inat, onca darbeye, zorbalığa rağmen ayakta kalmaya devam eden inadı ve kararlılığı büyütmeye omuz vermekte büyük hayırlar vardır. 2 yıl önce bir hiç uğruna katledilen, “canlı bomba” olduğuna dair yalanların bir cinayeti örtemediği ama katillerinin elini kollarını sallaya sallaya aramızda dolaştığı Kemal Kurkut’u hatırlamak ve hatırlatmak mesela, içinde bulunduğumuz toplumsal hastalıktan  korunabilmek namına, faşizme karşı insanı savunmak adına atılacak güzel bir adımdır.

Newroz Piroz Be, Kemal!

Yazarın Diğer Yazıları