Faşizm, Seçimler ve Biz – M. Sinan Mert
Türkiye sosyalist hareketinin Haziran 2018 seçimleri sonrasında oluşan yeni duruma karşı etkili bir ideolojik, politik ve örgütsel mücadele hattı ortaya koyduğunu söyleyebilir miyiz? Faşizmin kurumsallaşması süreci tamamlanmamış olsa da 25 Haziran ile çok önemli bir eşik aşılmış, Anayasasızlaşma ve keyfileşme süreci hızlanmışken bu yeni durumun özgünlüğünü anlayan ve buna karşı örgütlenen bir dinamizmin ortaya çıkarıldığı söylenebilir mi? Çok öyle görünmüyor.
Voltaire’in “Candide ya da İyimserlik üzerine” isimli romanında baş kahraman naif Candide’e filozof Pangloss ile Martin eşlik ederler. Pangloss muazzam bir iyimserliği temsil eder “olası dünyaların en iyisinde” yaşadığımıza inanır. Martin ise “dünyada sadece şeytanın utkularını görme eğilimindeki bir Manici’dir”(Italo Calvino, Klasikleri Neden Okumalı?, YKY yayınları, s.117) Candide ise yol boyunca hayatın anlamını anlamaya çalışırken Pangloss ile Martin’in bakış açıları arasında gidip gelir. Ancak Voltaire’in vermek istediği temel mesaj kitabın sonunda İstanbul’da ailesiyle birlikte yaşayan bir çiftçi tarafından iletilir: “Kendi bahçemizi ekip biçmeliyiz”. Dış koşullar ne durumda olursa olsun, kendi emeğin ve kararlılığın kadar var olabilirsin!
Sosyalist hareketin faşizm sürecine yaklaşımı Pangloss ve Martin’in yaklaşımlarının tuhaf bir karmaşası durumunda. Bir yandan AKP’nin ve Cumhur İttifak’ının iç çelişkilerinin bir çöküşe, krizin yaratacağı tepkilerin ise faşizmin yenilgisine yol açacağına dair derin bir iyimserlik var. Ancak bu iyimserlik sahici bir zemine sahip olmaktan ziyade propagandaya öncelik veren bir tutum olarak görünmektedir. Meşruiyetini daha ziyade “kitlelere ümit vermeliyiz” ön kabulünden almaktadır. Faşistleşme sürecinin aştığı her eşiği “sonlarına bir adım daha yaklaştılar”” şeklinde lanse etmeye çalışmak, toplumsal sorunların sonunda rejimin de devrilmesine yol açacak bir “öfke birikimi”ne yol açacağını varsaymak artık mücadeleyi yükseltmesi beklenen unsurlarda gerçeklik duygusunu zorlayan bir hamaset olarak algılanıyor. Kitlelere ve kadrolara umut vermenin çok daha sahici biçimlerini geliştirmek zorundayız.
Rejimin seçimlerle geriletilebileceğini düşünenlerin yaklaşımında da benzer bir “iyimserlik” gözleniyor. Rejimin seçimlerle geriletilebilmesi düşüncesi ister istemez CHP’ye bir rol atfetmek anlamına geliyor. Oysa CHP’nin böylesi bir rolü oynamaya ne niyetinin ne de takatinin bulunmadığı her açıdan berraklaşmadı mı? Yeterince netleşmediğini düşünenlerin de Yıldırım’ın adaylığı konusunda alınan tutumdan ve İmamoğlu’nun Saray ziyaretinden sonra ne noktaya geldikleri açık değil mi? CHP’nin bu haline kendi tabanından gelişen tepki aslında partinin yeni rejimin içerisinde kendine bir konum açma arayışına karşı gelişen sağlıklı bir tavırdır. Faşizme karşı sahici bir mücadele arayışındakilerin gözünü dikmesi gereken nokta, CHP Genel Merkezi’nden ziyade bu uzaklaşma ve kopuşmadır. Bu kopuşma ile yeterli temas kurulmaz ve önüne tatmin edici bir yol haritası konulmazsa eriyip gideceği de unutulmamalıdır.
“Karamsar” Martin’ci tutum ise kendisini çok açık bir biçimde ortaya koyamasa da aslında “ bu işin bittiğini” düşünmektedir. Faşizme karşı mücadele konusunda net bir tutum ortaya koyamayan her aktör aslında fiilen bu eğilimin içine düşmektedir. Kitlelerdeki bu ruh halinin yansıması ise “pasif bir boykot” yaklaşımıdır. “ O kadar uğraştık çalıştık olmadı, artık ne halleri varsa görsünler” eğiliminin yaygınlaştığını hepimiz gözlemleyebiliyoruz.
“Seçimlerle olur mu olmaz mı?” tartışması için artık zaman doldu. Ancak 3 ay sonra böylesi bir tartışmayı yürütmenin maddi zemini de kalmayacak. Faşizme karşı mücadelenin seçimler dışında araçlarını yaratmak bu açıdan, şu aşamada seçimlerle ilgili alınan tutumdan bağımsız olarak, hala en yakıcı görev olarak önümüzde durmaktadır. Şimdiye kadar ne yapıyorsak onu belli bir seviyede sürdürebilmek muhakkak ki son derece kıymetlidir ancak dönemin ihtiyaç duyduğu enerjinin, iradenin ve kararlılığın bunun çok daha üzerinde olması gerektiği her yönden açıktır. Böylesi bir enerji ise yeni durumun ortaya çıkardığı ihtiyaçlara uygun yeni bir ruhun ve hattın inşası ile ortaya çıkarılabilir. Durumun farkında ve açmazı çözmek için kararlı bir arayış içerisinde olduğumuzu göstermek, hissettirmek bile son derece önemlidir. İçinde bulunduğu çok olumsuz koşullara rağmen, Kürt halkının Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi ekseninde kurmaya çalıştığı hat bu açıdan hem öğretici hem de umut vericidir.
Türkiyeli sosyalistler olarak böylesi bir yaklaşımı ve rutin algıları sarsacak bir kararlılığı ekonomik krizin ortaya çıkardığı sonuçlarla mücadele açısından nerede ve nasıl ortaya çıkarabileceğimiz üzerine tartışmak iyi bir çıkış noktası sunabilir.
Sonuç olarak Voltaire’in İstanbullu çiftçisi hala büyük oranda haklıdır.
Bir not ve Emin Abi’ye teşekkür: “ R. Luxemburg ve K. Liebknecht’in katledilişlerinin ve ölümsüzleşmelerinin 100. yıldönümü, mücadelemize ışık tutan kavgaları ve anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.”