“Sosyalizm yeniden”

Sosyalizmin yıkılışında sonra ortaya çıkan “iktidardan kaçış”… Büyük yıkılışın böylesine etkili bir sonuç yaratması bir bakıma kaçınılmazdı. Aslında bu kendini önce “sınıftan kaçış” olarak ortaya koydu, sonra iktidardan kaçışa evrildi.

Arkady Plastov, Harvest Festival (1949)

Halkların Demokratik Kongresi’nin düzenlediği “Sosyalizm Yeniden” paneli önemliydi. Hiç şüphesiz bu konunun bugünün dünyasında çeşitli yönlerden tartışıldığı biliniyor. Tartışılması bir anlamda çok doğaldır; ancak öte yandan bu tartışmalardan henüz bir sonuca varılmadığı açıktır. Konunun dünya devrimci hareketinin gündemine oturduğu yıllar 90’lı yılların sonrasıdır. Sosyalizmin yıkılışının üzerinden 35 yıl geçti. Demek ki bu kadar yıl “sosyalizm yeniden” sorunu için yeterli olmadı. Elbette bu çok önemli sorun için bir zaman öngörüsünde bulunmak hemen hemen imkânsızdır.

Kapitalizm var olmaya devam ettikçe, üstelik küreselleşmenin daha örtülü dünya paylaşımından sonra bir de Trumpvari yeni dünya paylaşımının başladığı bir dönemde sosyalist mücadeleye yeniden soyunmak kaçınılmazdır. Bu mücadele aslında 90’lı yılların sonunda yeniden hız aldı, Zapatistaların çıkışından sonra Latin Amerika kıtasındaki Chavez’le başlayan “21. yüzyıl sosyalizmi” mücadeleleri gelecek için yeni bir dönemin açılışı gibi göründü. Ancak bir 15 yıl kadar sonra bu yükselen dalganın karşısına Bolsonaro’lar, Trump’lar çıkageldi. İnip çıkan dalgalar biçiminde 21. yüzyıl sosyalizmi ile faşizmin karşılıklı mücadelesi hâlâ sürüyor.

Bu gelgitler 19. ve 20. yüzyıldakilerden çok farklıdır. O günlerin gelgitleri genel bir yükseliş içindeki iniş çıkışlardı; bugünküler dünyanın üçte birini kapsayan sosyalist iktidarların geriye dönüşüyle bir büyük geri dalga yaratmıştır. Sadece pratik güç kaybı değil aynı zamanda büyük teorik ve siyasi sorunlarla insanlığın önünde devasa bir sorun olarak durmaktadır.

Sosyalist mücadelenin kendini toparlamaya çalıştığı bir ortamın özelliklerini kavramak gerekiyor. En önemlisi dönemin siyasi ve ideolijik niteliğidir. İnsanlık 19. yüzyılın ortalarından itibaren “Komünist Manifesto”nun yol göstericiliğinde yol aldı. Bu dönem 90’lı yıllar ile kapandı. Bir bakıma 21. yüzyıl, kendinden önceki yüzyılın adeta intikamını almaya soyunmuştu. Artık sosyalizmle birlikte ideojiler de ölmüştü.

Bunun büyük bir yalan olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Ancak yeni dönem bize ne anlatıyordu? Dünyanın ideolojik tablosu postmodernizm adını aldı. Ardından neyin geleceği üzerine farklı öngörüler yapılırken daha kötüsü “gerçek ötesi” bir dünya ideolojik tablosu perdelerini açtı. “Hakikatin kaybı” yaşanıyordu. Bunun artık en güzel kanıtı Trump ve Arjantin devlet başkanı Javier Milei’dir.

Sosyalizm için yeniden yola çıkmanın çeşitli adımları atılırken ortamın en önemli özellikleri çok göze batıcıydı. Postmodernizm insanlığa “büyük gelecek projeleri”nden vazgeçmeyi öneriyordu. Bu gelecekten kaçışın bugünkü dünyadaki karşılığı artık dillerden düşmeyen “belirsizlik” oldu. “Hakikatin kaybı” kendini en iyi kaotik ve sisli bir ortamla ortaya koyuyordu.

Bir diğer önemli özellik sosyalizmin yıkılışında sonra ortaya çıkan “iktidardan kaçış”tır. Büyük yıkılışın böylesine etkili bir sonuç yaratması bir bakıma kaçınılmazdı. Aslında bu kendini önce “sınıftan kaçış” olarak ortaya koydu, sonra iktidardan kaçışa evrildi.

Yine postmodern dünyada bir başka büyük kaçış daha yaşandı. O da “akla veda” idi. Avrupa Ortaçağı’nda tüm insanlık için Tanrı düşünürken, aydınlanma ile “Akıl” öne çıktı. Bilim ve Aklın paralel gidişi ile insanlık iki büyük dünya savaşı ve daha nice felaketler yaşadı. Her dönemin Ruhu ve Aklı vardır, ikisi de aslında iki dünya savaşı arasında yitirildi; bu büyük yıkımlardan sonra insanlık yeniden Metafizik dünyaya sıçrama yaptı. “Gerçek ötesi” dünyaya geçişle birlikte metafizik düşünce biçimleri ortalığı kapladı.

300 yıllık kapitalizmin içine neler sığdı! Kendi doğarken ve feodal düzenlerle boğuşurken geriye doğru yıkılış tehditleri (restorasyon) zamanlarında proletarya tarih sahnesine çıkarak bazı ülkelerde iktidar oldu. Düzenli ordular gibi işçi sınıfı mücadele sahnesinde yerini aldı. Bu dönem 1980’lerde kapandı. İşçi sınıfının düzenli ordusunun yerini bilgi -hizmet sektörü, kadın mücadelesi, dünyanın ikliminin felakete dönüşmesi aldı. Ayrıca bant sistemi günlerinde makinalar işçi sınıfının zanaat yeteneklerini ve kas hareketlerini çalmışlardı; artık yapay zekâ ile düşünce ve yaratıcılığını çalmaya hazırlanıyorlar.

Bilim muazzam bir güç, bütün değişimlere rağmen özel mülkiyetin kelepçesinden kurtulabilmiş değil. Bu durum insanlığın varoluşunu tehdit edebilecek bir kıyametin habercisidir.

Dönemin özellikleri en özet haliyle bu! “Hakikati” yeniden bulmak ve iktidara tırmanmaktan başka bir yol görünüyor mu?