Kıvılcımlı 1960’larda ne yapmak istedi?-2

Devrimci siyaseti aydın kertesinde kavrayan ve sosyal medya polemikleri yürütmeyi komünist siyaset yürütmek sananlar, Kıvılcımlı’yı bu yaklaşımı yüzünden darağacında sallandırmakta tereddüt etmeyecektir ancak sınıf çalışmasında gerçekten derinleşen, toplumsallıkla bütünleşen devrimciler açısındansa ortada muazzam bir servet olduğu açıktır.

Kıvılcımlı’yı bu kadar kapsamlı tarih çalışmaları yapmaya sevk eden olgu neydi? Hiç kuşku yok ki uzun cezaevi yıllarının bu konuda yarattığı “olanak”lar yadsınamaz. Her ne kadar tarih çalışmalarının izlerini yol etüdünde dahi sürmek mümkünse de tarih tezi esas olarak 1930’ların ikinci yarısından itibaren olgunlaşmaya başlamıştır.

Kıvılcımlı’da tarih çalışmasının özü sınıfsal katmanlaşmayı gerekçelendirme arayışıdır. Mekânsal hareketliliği parti içinde de meşhur olan (hatta İzmir merkezli operasyonda ilk tutuklanmaları sonrasında Kıvılcımlı’nın gençlik örgütünü çıkardığı gezilerin polis takibine yol açtığı bolca konuşulmuş, bu sebeple de Kıvılcımlı’nın konspirasyona gelemediği tevatürü özellikle İ. Bilenci çevrelerce yaygınlaştırılmıştır) Kıvılcımlı, sosyolojik gözlemlerinde toplumsal katmanlaşmanın zenginliğini çok erken yaşlarda fark etmiş ve bu katmanlaşmanın farklı üretim biçimlerinin eklemlenmesi olarak okunabileceği kanaatine varmıştır. Bu eklemlenmeler dolayısıyla tarih sadece tarih değil aynı zamanda bugün ve gelecek de olmaktadır.  

“Böylece Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısında insanların 3 toplum çağı birbirini bozarak içiçe bulunur: 1- Soysuzlaşmış Tarihöncesi (Doğu) 2- Kapitalizm öncesi (Orta) 3- Kapitalizm” Sosyolojik dokuda gözlenen bu heterojenlik aslında toplumda farklı zamanların paralel akmakta olduğu anlamına da gelmektedir. Burada ister istemez akla Ernst Bloch’un “eşzamansızlık” kavramı gelmektedir. “Köyde tüm gençliklerine rağmen öylesine yaşlı yüzler vardır ki, kentlerin en yaşlıları bile onları hatırlamaz” diye yazar Bloch temel çalışması Umut İlkesi’nde. Marx’ın Komünist Manifesto’da tarif ettiği sermaye toplumunun homojenleşmesi ve sadeleşmesi süreci dünya devrimin yeni konağı hâline gelen Doğu toplumlarında henüz gerçekleşmemiştir. Zaten devrimlerin Rusya ve Çin başta olmak üzere bu eşzamansızlığın en yoğun olarak yaşandığı ülkelerde gerçekleşmiş olması, Gramsci’nin Ekim Devrimini “Kapitale karşı devrim” olarak nitelemesi devrimci dinamiklerin eşzamansızlıktan beslendiğini, küresel ölçekte gözlenen eşitsiz gelişme süreçlerinin emperyalist zincirde zayıf halkaların ortaya çıkmasını tetiklediğini düşündürmektedir. Gramsci açısından da İtalyan toplumunun heterojenliği ve özellikle geri kalmış Güney’in devrimci mücadeleye katılımının hayatiliği teması her döneminde çok belirgin olmuştur. Bu sebeple Kıvılcımlı açısından Tarih Tezi çalışması kesinlikle devrimci stratejinin arka planının, eşzamansızlığın damgasını vurduğu orijinal toplumsal yapının haritasının oluşturulmasını hedefleyen özgün bir çalışmadır. Tarihin güncelde yaşadığı düşünülürse tarih çalışması aslında güncellik üzerinde yapılan bir çalışma olarak değerlendirilmelidir. Bloch’un faşizm üzerine çalışmalarının da gösterdiği gibi eşzamansızlık aynı zamanda sermaye toplumunun hızla gelişmesinden en büyük tedirginliği duyan toplumsal kesimlerin işçi sınıfı tarafından örgütlenemedikleri sürece modernleşmeye karşı gerici reaksiyonun kitle tabanını oluşturmak açısından güçlü bir potansiyele sahiptir. Dolayısıyla toplumsal heterojenliğin bu yaygınlığının özellikle de dünya devriminin kaydığı kapitalizmin çeperlerine yoğunlaşıldığında daha da belirginlik kazanması Tarih Tezi çalışmasını bir zorunluluk haline getirmiştir.

“‘Türkiye işçi hareketinin bilinçli öncüleri’, yığının bütün dileklerini büyük bir dikkat ve içe işleyicilikle inceleyip pekiştirecektir. İşçi Sınıfı da o dilekleri kendi savaş alanına katarak eylemcil ve içtenlikli öncülüğünü üzerine alacaktır”. Kıvılcımlı, Şefik Hüsnü’nün bu yaklaşımını teorik çabalarının önemli bir düsturu hâline getirmiştir. İşçi sınıfının hegemonyasının inşası işçi sınıfı dışındaki ezilen kesimlerin toplumsal taleplerinin eklemlenmesiyle başarılacaktır.

Bu arayış yani kapitalist merkezler dışındaki toplumlarda ortaya çıkan orijinalitelerin anlaşılması çabası Kıvılcımlı’yı Batı’da devrimin gecikmesini üstyapısal özgünlüklerle anlamlandırmaya çalışan Batı Marksizminin diğer üyelerine düşünsel ve pratik olarak yaklaştırır. Kıvılcımlı’yı Türkiye’nin Gramsci’si olarak anmamızın sebebi budur. Gramsci ile benzerlik sadece uzun yılları bulan cezaevi yaşamıyla değil o dönemde üretilen temel yaklaşımın içeriğiyle de ilgilidir. Uzun cezaevi yılları asında bu iki isim için de bir özgürlük anlamına da gelmiştir. Komintern içerisinde merkeziyetçiliğin giderek güçlendiği, Sovyetlerde yaşanan büyük tasfiyenin yankılarının belirgin bir biçimde takip edildiği bir dönemde Kıvılcımlı’nın TKP’ye hâkim olan düşünsel bürokratizmden kopması onun hem devrimci hem de üretken bir zeminde kalabilmesini mümkün kılmıştır. Gerçekten de Stalin dönemi sonrasında komünist partilerin bürokratik aygıtlar hâline dönüşmesi Marksizmin üretimini ister istemez bu partilerin dışına itmiştir. Bugün Marksizmin akademiye sıkışması eleştirisi gerçekçi bir zemine otursa da bu sorunun önemli bir yanının da ideolojik üretimi son derece kısırlaşmış ve ezberlenmiş formüllerin tekrarını hafızlayan politik yapılardan kaynaklandığı görülmek zorundadır. Bugün Lenin ve Gramsci sonrası Marksizmi belirleyen tartışmalarda Luxemburg, Lukacs, Korsch, Bloch, Labriola, Mariategui, Kozo, Amin gibi resmi anlayış dışında isimlerin ön plana çıkması rastlantı değildir. Kıvılcımlıyı da kesinlikle bu merkez tarafından kısmen aforoz edilmiş ancak devrimci üretkenliğiyle tarihe kendi ismini yazdırmayı başarmış isimler kervanına eklemek durumundayız.

Kıvılcımlı, Tarih Tezi sayesinde İslam’la sol içerisinde hiç görmeye alışık olmadığımız bir biçimde ilişkilenebilir. Modernleşme sürecinin aslında şeriatın etkin olduğu dönemde sağlanan birçok toplumsal güvenceyi ortadan kaldırarak ilerlemesinin yarattığı çelişkilerin farkındadır (Benzer bir yaklaşımı İlan Pappe’nin Ortadoğu konusundaki kültleşmiş ders kitabının giriş bölümünde de görmek mümkün). “Cumhuriyet, Türkiye’de 40 yıldır ‘Laiklik’ propaganda, ajitasyon ve örgütlenmesi yapar. Köylümüz, Osmanlı dirlik Düzeni çağında Müslüman kurallarının kendisine bedava toprak dağıttığını, atalarının denemesiyle gelenekleştirdiği için, geride, Şeriat yanlı olarak kalmıştır” (Halk Savaşının Planları, s.45) . Kültürel yapıların bu düzeyde ekonomik temellerle kestirmeci ilişkilendirilmesi üzerine tartışma yürütülebilir ancak Kıvılcımlı için bu tespitin ideolojik anlamından ziyade politik anlamı önemlidir. Siyasal İslamcı bir faşizm tehdidi altındaki bir konjonktürde bu önermenin alımlanması da muhakkak ki dönemin politik gerekleri içerisinde ele alınmalıdır. Ancak geleneksel aydınlanmacı, Kemalizm menşeili sosyalistler için bu alıntı bile Kıvılcımlı’nın “gericiliğini“ ispatlamaya yeter. Oysa 60’ların gençlik hareketinin Kaypakkaya, Çubukçu gibi isimleri Kıvılcımlı’nın Kemalistliğini bol bol yerden yere vururlar. İşin garip tarafı bu tespite gerekçe üretecek bol miktarda alıntının birkaç sayfa içerisinde bulunması da tesadüf olmayacaktır. Kıvılcımlı için İslam hakkında konuşmak işçi sınıfı ile köylülük arasındaki ittifakı inşa etmenin ideolojik harcı olarak anlamlıdır. Teorik tutarlılıktan ziyade politik işleve merkezi bir anlam verir. Benzer biçimde devrim örnekleri üzerinde dururken Rus ve Çin Devrimleri’nin yanısıra Kurtuluş Savaşı’nda yaşananları da kıyaslamalara eklemesi de benzer bir çabanın ürünüdür. YOL etüdünde Kemalizmin faşizmden eksiği yok fazlası var diyen Kıvılcımlı, 60’larda özel olarak Kemalist anlatının içerisinden konuşmaya gayret eder. Bu çabasının politik anlamıysa ordu gençliğini yabancılaştırmaktan çekinmesidir. 27 Mayıs’ı finans kapitalin CHP eliyle içeriksizleştirdiği bir devrim olarak değerlendirdiği için devrim cephesine eklemlenmesi gereken önemli bir dinamik olarak da emperyalizm karşıtı, sol Kemalist gençlik tabanıyla ilişkilenmeyi temel politik taktiklerden birisi haline getirir. 27 Mayıs’ın önemli isimlerinden Madanoğlu, İPSD örgütlenmesinde boy gösterebilir bu sayede. Yine Doğan Avcıoğlu’na yoğun eleştirilerine rağmen onu Kadroculuk ruhundan kopamamış ve işçi sınıfının hakkını zinde güçler karşısında verememiş bir isim olarak görse de Dev-Güç girişiminde onunla birlikte yer alır.

Devrimci siyaseti aydın kertesinde kavrayan ve sosyal medya polemikleri yürütmeyi komünist siyaset yürütmek sananlar, Kıvılcımlı’yı bu yaklaşımı yüzünden darağacında sallandırmakta tereddüt etmeyecektir ancak sınıf çalışmasında gerçekten derinleşen, toplumsallıkla bütünleşen devrimciler açısındansa ortada muazzam bir servet olduğu açıktır. Her zamanki gibi teorinin gri olduğu yerde hayat yeşildir ve hayatın yeşilliğini teoriye taşımak isteyenlerin zındıklıkla suçlanması şahit olmadığımız bir durum değildir.

Tarih Tezi, 1950 sonrasında Natocu Özel Harp anlayışının geliştirmeye giriştiği Türklük ile komünizm arasındaki uzlaşmaz çelişki hâlini aşmaya yönelik bir müdahale olarak da okunabilir. Tarihimizin en sıradışı metinlerinden birisi olan Osmanlı Tarihinin Maddesine yazdığı önsöz tamamen bu gözle okunabilir. Türklüğü anti-komünist bir kimlik olarak inşa etmeye çalışan Özel Harp aklına karşı Kıvılcımlı Türklerin atalarının tarihte büyük işler başarmalarının, tarihsel devrimci bir rol oynamalarının gerekçesini komünist olmalarıyla açıklar: “Düpedüz burjuva sosyalizmi görevini yerine getiriyor. Türk milletinin anadan doğma sosyalizm düşmanı olduğunu ispatlamak için onun başka silahı yoktur. Açık burjuva ideolojisinden çok asıl maskeli haydut burjuva sosyalizmidir ki Türkiye halkının gelenek göreneklerini sosyalizme aykırı göstermekte başarı kazanabilir”.

Yine romanımıza damgasını vuran Kemal Tahir’in tarihi romanlara yönelmesinde Kıvılcımlı’yla cezaevinde geçirdiği uzun zamanın etkisini de hatırlatmak gerekir. Gerçi Tahir, Kıvılcımlı’yla başladığı tarih yolculuğuna Asya Tip Üretim tarzı teorisinin gerçekliğimize çok daha uygun olmayan, salt devlet merkezli bir okumasına saplanıp kalmıştır. Benzer biçimde Şeyh Bedreddin Destanı şiirinin edebiyat tarihimizdeki müstesna yerinin oluşmasında da Nazım ile Hikmet arasındaki gerilimli sevgi-nefret ilişkisinin önemli rolünün de altı çizilmelidir. Sadece bunlar bile Tarih Tezi’nin hayatımıza ne kadar büyük izler bıraktığını ispatlamaya yeter.  


Bir önceki yazı: Kıvılcımlı 1960’larda ne yapmak istedi?