AB-ABD anlaşması: Stratejik tavizler ve ekonomik bağımlılık gölgesinde bir uzlaşı

Avrupa bu anlaşmayla kısa vadeli bir ekonomik rahatlama elde etmiş olabilir, ancak uzun vadede kendi sanayisini, enerji güvenliğini ve stratejik özerkliğini riske atmış olabilir. Öte yandan bu anlaşmalar sadece büyük sermayenin ve elitlerin çıkarlarına hizmet ediyor. Avrupa’nın fabrikalarında çalışan işçiler, artan enerji maliyetleriyle boğuşan haneler ve geleceksiz bırakılan gençler bu anlaşmanın bedelini ödeyecek.

27 Temmuz 2025, transatlantik ilişkilerde yeni bir sayfanın açıldığı gün olarak tarihe geçti. İskoçya’nın Turnberry golf sahasında, ABD Başkanı Donald Trump ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen’in imzaladığı anlaşma sadece ekonomik bir uzlaşı değil, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin (AB) stratejik özerklik iddiasının gölgesinde verdiği tavizlerin de bir göstergesi oldu. Bu anlaşma, ekonomik bağımlılığı artırırken Avrupa’nın küresel sahnedeki duruşunu nasıl etkileyecek?

Gümrük vergisinin gölgesinde: Avrupa’nın kayıp rekabet gücü

Anlaşmanın en çok konuşulan maddesi Avrupa ürünlerinin ABD pazarına girişinde uygulanacak %15’lik sabit gümrük vergisi. Trump’ın başlangıçta tehdit ettiği %30’luk oran düşünüldüğünde bu bir “zafer” gibi sunulabilir. Ancak detaylara bakıldığında tablo o kadar parlak değil. Otomotiv, yarı iletkenler ve ilaç gibi Avrupa’nın küresel rekabette güçlü olduğu sektörler bu vergiden doğrudan etkilenecek. Buna karşılık, ABD’nin yalnızca havacılık bileşenleri, bazı kimyasallar ve hammaddeler gibi sınırlı bir ürün yelpazesine “sıfır gümrük vergisi” uygulaması, anlaşmanın dengesizliğini gözler önüne seriyor. AB kendi pazarını koruma tehditlerinden vazgeçerek Washington’ın dayattığı koşullara teslim olmuş görünüyor.

Bu durum Avrupa’nın sanayi devi Almanya’dan İtalya’ya, Fransa’dan İspanya’ya kadar milyonlarca işçiyi ve işletmeyi etkileyecek. Örneğin Avrupa otomotiv sektörü ABD’deki rekabet gücünü kaybederse iş kayıpları ve ekonomik daralma kaçınılmaz olacaktır. Peki, AB neden bu tavizi verdi? Cevap, anlaşmanın diğer maddelerinde yatıyor.

Enerji ve silah: Bağımlılığın yeni yüzü

Anlaşmanın en çarpıcı yönlerinden biri AB’nin enerji ve savunma alanlarında ABD’ye olan bağımlılığını katlayarak artıran taahhütler. AB 750 milyar dolar değerinde Amerikan enerjisi satın almayı ve 600 milyar dolarlık yatırım yapmayı kabul etti. Bu, özellikle Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemde AB’nin enerji güvenliği politikasını neredeyse tamamen ABD’ye endekslediğini gösteriyor. Avrupa, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ve diğer enerji kaynakları için ABD’ye yönelirken kendi yenilenebilir enerji hedeflerini ve enerji özerkliğini riske atıyor.

Dahası, AB’nin Amerikan askerî teçhizat alımlarını artırma taahhüdü, savunma sanayisinde de bir dönüm noktası. Avrupa kendi savunma sanayisini güçlendirme hedefinden uzaklaşarak ABD’nin NATO içindeki etkisini pekiştiren bir adım atmış oldu. Bu durum sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir bağımlılığı da beraberinde getiriyor. Avrupa kendi savunma kapasitesini geliştirmek yerine Amerikan silahlarına milyarlarca dolar harcayarak stratejik özerklik iddiasını fiilen terk etmiş görünüyor.

Jeopolitik gerçeklik: AB’nin manevra alanı daralıyor

Bu anlaşma, AB’nin küresel sahnede bağımsız bir aktör olma hedefine darbe vuruyor. Son yıllarda, özellikle Çin ve Rusya gibi güçlerle ilişkilerde denge kurmaya çalışan AB, bu anlaşmayla ABD’nin yörüngesine daha sıkı bağlanmış oldu. Trump’ın “Önce Amerika” politikası, Avrupa’yı ekonomik ve siyasi olarak şekillendirme gücünü bir kez daha kanıtladı. AB, kendi korumacı politikalarını hayata geçirme tehditlerinden vazgeçerek Washington’ın koşullarını kabul etti. Bu, sadece ekonomik bir taviz değil, aynı zamanda Avrupa’nın kendi değerleri ve çıkarları doğrultusunda hareket etme kabiliyetine vurulmuş bir darbe.

Avrupa kamuoyu bu anlaşmanın uzun vadeli etkilerini henüz tam anlamıyla tartışmaya başlamadı. Ancak, özellikle çevre bilinci yüksek, özerk bir Avrupa hayali kuranlar için bu anlaşma hayal kırıklığı yaratabilir. Enerji bağımlılığı çevre hedeflerini zora sokarken silah alımları Avrupa’nın barışçıl bir güç olmadığını gösteriyor.

Eşitsizliğin gölgesinde: Mücadele zamanı

AB-ABD anlaşması yüzeyde bir uzlaşı gibi görünse de özünde Avrupa’nın stratejik çıkarlarını feda ettiği bir teslimiyet belgesi. %15’lik gümrük vergisi, enerji ve silah alımlarıyla birlikte AB’yi ekonomik ve siyasi olarak ABD’ye daha bağımlı hâle getiriyor. Avrupa bu anlaşmayla kısa vadeli bir ekonomik rahatlama elde etmiş olabilir, ancak uzun vadede kendi sanayisini, enerji güvenliğini ve stratejik özerkliğini riske atmış olabilir.

Bu anlaşmalar sadece büyük sermayenin ve elitlerin çıkarlarına hizmet ediyor; yoksul halklar ve işçi sınıfı ise daha fazla yoksulluğa ve sefalete sürükleniyor. Avrupa’nın fabrikalarında çalışan işçiler, artan enerji maliyetleriyle boğuşan haneler ve geleceksiz bırakılan gençler bu anlaşmanın bedelini ödeyecek. Ancak bu tablo umutsuzluk değil, mücadele için bir çağrı. Eşitsizliğe ve bağımlılığa karşı sesimizi yükseltmenin, dayanışma ile örgütlenmenin ve haklarımız için mücadele etmenin tam zamanıdır.