Türbülans, riskler ve umutlar

Ayakta kalabilmek için faşist rejim inşasına ihtiyaç duyan bir iktidar yenemediği bir devrimci hareketi içerme yeteneğine sahip olabilir mi? Saray rejimi demokratik yönde restore edilemez, demokratik bir cumhuriyet ancak bu rejimin yıkılması ve iktidar değişimiyle mümkün olabilir. 

Ülkenin politik koşullarının ve son döneme hâkim olan güç dengelerinin dönüşmeye zorlandığı bir dönemdeyiz. Faşizmle halk güçleri arasındaki istikrarsız dengenin bozulacağı ancak gidişatın hangi yöne doğru olacağının sınıflar mücadelesinin sonuçları tarafından belirleneceği bir evredeyiz. 

Saray’ın CHP’li belediyelere yönelik saldırı kapsamını genişletmesi yukarıda tarif edilen özgün momentin en önemli boyutlarından bir tanesi. İktidar alternatifinin de facto olarak ortadan kaldırılmasının hedeflendiği ilk günden büyük oranda belliydi ancak kapsamın bu kadar genişlemesi bir geri dönüşsüzlük noktasının aşıldığını gösteriyor. 

Kürt Sorunu konusunda yaşanan gelişmeler de iki adım ileri bir adım geri temposunda kritik bir eşiğe dayandı. Öcalan’dan 26 yıl sonra bir videonun kamuoyuna yansımış olmasının kendisi dahi son yıllarda tecride karşı sürdürülen mücadelenin tarihî bir kazanımı olarak not edilmeli. Kendi içinde dengeli bir çerçevede sunulan açıklama demokratik bir entegrasyon sürecini ön plana çıkarıyor. Burada tarif edilen entegrasyonun devlete tabi olma şeklinde değil “ezilmemiş, bütün baskılara karşın ayakta kalmayı ve örgütlü bir halk gücüne yaslanmayı becermiş” bir devrimci hareketin düzeni demokratikleştirmek amacıyla yeni bir toplum sözleşmesi dayatma çabası olarak okunmalıdır. Aslına bakılırsa burjuva demokrasileri bu biçimde, kendilerine yönelik devrimci tehditleri yenemeyen ancak bu tehdit karşısında da çökmeyen eski rejimlerin bu hareketleri kapsamayı başarması sayesinde ortaya çıkmışlardır. Ancak ayakta kalabilmek için bir faşist rejim inşasına ihtiyaç duyan bir iktidar yenemediği bir devrimci hareketi bu biçimiyle içerme yeteneğine sahip olabilir mi? Bu soruya mutlak biçimde hayır yanıtı verdiğimiz bilinmektedir. Saray rejimi demokratik yönde restore edilemez, demokratik bir cumhuriyet ancak bu rejimin yıkılması ve iktidar değişimiyle mümkün olabilir. 

Kürt Sorunu eksenli gelişmelerin özelde Suriye ve genelde Ortadoğu’da yaşanan köklü gelişmelerle ilişkili olduğu bilinmektedir. Şu ana kadar süreçle ilgili özellikle sol ve sosyalist kesimlerden yapılan değerlendirmelerde iktidarın CHP’ye yönelik operasyonunu istediği gibi sonuçlandırma amacıyla bu işe kalkıştığını düşünenler sayıca çok daha fazlaydı. Ancak ABD’nin bölgesel planlarına uyum sağlama çabasının öncelikli bir tercih olduğu giderek ortaya çıktığı için CHP’ye yönelmenin aslında Kürt Sorunu’nun silahlı mücadele bağlamı dışında bir gerçekliğe oturmasının yaratacağı olası demokratikleşme basınçlarını etkisizleştirmek için bulunan bir yöntem olması ihtimali de değerlendirmeye alınmalıdır. Ülkeyi yıllardır bir terör teranesiyle yöneten bir rejimin bu araçtan mahrum kaldığında kitleleri yönseme kapasitesinin ne kadar sınırlanacağı belirsizdir ve iktidar açısından riskler barındırmaktadır. Terör üst başlığının yerine ikame edilmek istenen yolsuzluk aynı etkiyi yaratmamaktadır. 

Geçtiğimiz hafta yaşanan operasyonlar sonrasında DEM Parti’nin geliştirdiği dayanışmacı tutumun “rejimle anlaştılar” repertuarına büyük zarar verdiği açıktır. Kürt siyasi hareketi her açıdan kritik bir aşamada operasyonlar karşısında son derece net bir tutum alarak ve CHP’yi birinci parti olarak lanse ederek sol Kemalistlerin dahi dillerine pelesenk ettikleri birçok ezberi boşa düşürmeyi başarmışlardır. Bu tutum silah bırakmanın rejimle anlaşma ya da mücadeleden vazgeçme benzeri bir amaç taşımadığını tam tersine iktidarı da süpürebilecek güçlü bir demokratik direniş hareketinin zeminini örme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. CHP’nin ağır bir saldırı altında olmasına rağmen sürece politik destek vermekten imtina etmemesi de iktidar açısından korkunun dağları sarmasına yol açmaktadır. 

Erdoğan’ın Şimşek programının arkasında durmakta gösterdiği ısrar finans kapitalin müttefikliğine duyduğu büyük ihtiyacı da bir kez daha hatırlatmaktadır. Finans kapitalin rejim tarafından yedeklendiği koşullarda bir düzen partisi olan CHP ölümcül bir meydan okuma karşısında halk hareketini sokağa çağırma kartını, şimdiye dek hiç olmadığı kadar güçlü bir biçimde masaya sürmektedir. 1960 sonrasında Türkiye egemen sınıflarının bütün kanatlarının derin konsensusu, politik krizleri halkı sahanın dışında tutarak çözme ilkesi rafa kalkmak üzeredir. İslamcı faşizmin 2 Temmuz anmaları ve Saraçhane mitingi öncesinde şeriatçı bir nümayiş olarak kendisini ortaya koyması, aniden salıverilen Özdağ’ın kendi kitlesini sokaktan çekme çabası, Özel’in Tahrir göndermeli tehdidine Bahçeli’nin çektiği el ense, kitlelerin siyasetin merkezine yürüyüşünün izi olarak okunabilir. 

İlk başta altını çizdiğimiz eşiğe tekrar geri dönersek kitlelerin bu biçimde siyaseti yönlendirmeye başladığı bir dönemin sonucunun faşizmin kurumsallaşması ya da rejimin ayaklarını yerden kesebilecek bir türbülansın yaşanması olması ihtimali giderek artmaktadır. Faşizmle halk güçleri arasındaki dengenin sınanacağı eşiğe koşar adım yaklaşmaktayız. 

Bu tür bir kırılma anında sosyalistler nasıl bir rol oynayacaktır? Bu tamamen hareketin bir bütün olarak davranma ve yaşanan açlık krizi günlerinde sınıfla bağlarını güçlendirme azminin seviyesine bağlıdır. 

Barışı kazanmak ve dahası onu gerçek bir demokratikleşme olanağına dönüştürmek toplumsal muhalefetin çeşitli kanatları arasındaki bütünlük korunabildiği, sosyalistler açlık krizini sınıfın rejimden koparılmasının manivelası haline dönüştürebildiği, çok daha sertleşen bir iklimde sokakta tutunma iradesi gösterilebildiği oranda bugün gerçek bir seçenek hâline gelmektedir.