Kapitalizmin çelişkileri: Atlantik’te militarizm ve sömürü anlaşmaları
Coşkun Özdemir yazdı: Gerçek değişim, ne Brüksel’in ne Ottawa’nın ne de Lahey’in koridorlarında. Değişim, eşitlik ve barış için mücadele edenlerin ellerinde, sokaklarda, fabrikalarda ve yaşamın ta kendisinde şekilleniyor.

2025 Haziran’ında Brüksel ile Ottawa arasında gerçekleşen 20. AB-Kanada Zirvesi, kapitalist düzenin krizlerini “birlik” ve “işbirliği” söylemleriyle örtme çabasının bir yansımasıydı. Hemen ardından 24-25 Haziran’da Lahey’de toplanan NATO Zirvesi, bu çabanın militarist yüzünü açığa vurdu. G7’nin Kanada’daki toplantısında Donald Trump’ın ani ayrılışı, Atlantik ittifaklarının kırılganlığını bir kez daha ortaya koydu. AB Konseyi Başkanı Antonio Costa’nın “stratejik ortaklık” vurgusu, Kanada Başbakanı Mark Carney’nin “yeni bir düzen” çağrısı ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Kanada ile ekonomik işbirliğini hızlandırma sözü, emekçilerin geçim derdine değil, sermayenin ve savaş sanayisinin çıkarlarına hizmet etti. Bu zirveler, barış veya refah değil, silah tüccarlarının kârlarını ve şirketlerin hegemonyasını güçlendirmeyi amaçladı.
Lahey’de savaşın gölgesinde!
Lahey’deki NATO Zirvesi, 32 üye ülkenin liderlerini ve bakanlarını bir araya getirdi. Hollanda, World Forum’u 27 bin polis, 5 bin asker ve 9 bin ek personelle bir kaleye çevirdi. Bu devasa güvenlik operasyonu, ittifakın “birlik” söyleminin korku ve kontrol üzerine kurulu olduğunu açıkça ortaya koydu. Zirve, İsrail ile İran arasında devam eden savaşın ve Ortadoğu’daki mevcut çatışmaların (Gazze, Lübnan ve Suriye’deki yoğun savaş hali) bölgeyi daha da istikrarsızlaştırdığı bir dönemde toplandı. ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik son bombardımanları bu çatışmaları körüklerken NATO’nun Ortadoğu’daki kaosa dolaylı olarak çekilme riskini artırdı. Rusya’yı “en büyük tehdit” olarak niteleyen NATO, aynı zamanda bu bölgesel savaşın küresel etkileriyle yüzleşmek zorunda kaldı. Moskova ve Pekin’in zirveyi yakından izlemesi, kapitalist düzenin kendi çelişkileriyle boğuştuğunu bir kez daha hatırlattı.
Zirvenin ana tartışması, savunma harcamalarını gayrisafi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 2’sinden yüzde 5’ine çıkarma planıydı. Trump’ın “Avrupa kendi yükünü taşımalı” baskısı, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin “Rus tehdidine karşı kolektif savunmayı güçlendirme” çağrısıyla desteklendi. 2035’e kadar uygulanması planlanan bu hedef, yüzde 3.5’i silah ve askerlere, yüzde 1.5’i siber güvenlik ve altyapıya ayırarak savaş sanayisini beslemeyi amaçlıyor. Ancak bu artış sağlık, eğitim ve sosyal hizmetlerden kesilen kaynaklarla finanse edilecek. Polonya (yüzde 4.12) ve Estonya (yüzde 3.43) bu hedefe yaklaşırken sekiz üye ülke, yüzde 2’lik hedefi bile karşılayamıyor. Bu plan, ittifakın ekonomik eşitsizliklerini ve iç gerilimlerini derinleştiriyor.
İspanya ve Slovenya’nın çıkar savunusu!
İspanya ve Slovenya, yüzde 5’lik savunma harcaması hedefine itiraz etti. İspanya Başbakanı Pedro Sánchez, ülkenin GSYH’sinin yalnızca yüzde 1.28’ini savunmaya ayırabildiğini, bu hedefin ekonomik kapasiteyi aştığını savundu. Sánchez’in itirazı, NATO’nun mali dayatmalarına karşı ulusal bütçe önceliklerini koruma çabasını yansıttı; ancak bu halkların çıkarlarından çok, İspanya’nın ekonomik pozisyonunu savunma kaygısını ifade ediyordu. Slovenya ise, GSYH’sinin yüzde 1.29’uyla benzer bir pozisyon aldı ve Ukrayna’nın NATO üyeliğine temkinli yaklaştı. Her iki ülke NATO üyesi olmalarına rağmen büyük güçlerin ekonomik yüklerini paylaşma baskısına direnerek kendi çıkarlarını koruma peşindeydi. Bu itirazlar, ittifakın birleşik bir cephe oluşturma iddiasını zayıflattı.
AB-Kanada: Savaş ve sermayenin ortaklığı!
AB-Kanada Zirvesi’nde imzalanan Güvenlik ve Savunma Ortaklığı (SPD), NATO’nun Lahey’deki militarist gündemiyle uyum içindeydi. Kriz yönetimi, siber tehditler, deniz güvenliği ve Ukrayna’ya destek gibi başlıklar, bu anlaşmanın savaş odaklı doğasını netleştirdi. AB’nin Kanada’ya sunduğu “en kapsamlı çerçeve”, NATO’nun Rusya’ya karşı pozisyonunu güçlendirme hedefini destekledi. Kanada’nın AB’nin 150 milyar euroluk SAFE kredi programına erişim arayışı, Ursula von der Leyen’in bu görüşmeleri hızlandırma taahhüdü ve Carney’nin mühimmat üretimini artırma sözü, Atlantik’in iki yakasının savaş sanayisini ve sermayeyi birleştirme hırsını ortaya koydu. Von der Leyen’in bu taahhüdü, AB’nin Kanada ile savunma sanayii işbirliğini derinleştirerek Avrupa’daki silah üreticilerinin ve şirketlerin kârlarını artırma çabasını yansıtıyor. Carney’nin, savunmaya harcanan her dört doların üçünün ABD’ye gittiğini “akılsızca” bulması, ABD hegemonyasına karşı bir denge arayışını işaret etse de, bu çaba emekçilerin değil, sermaye gruplarının çıkarlarına hizmet ediyor.
Sömürünün yeni yüzü: CETA ve dijital ticaret!
AB-Kanada Zirvesi’nde CETA serbest ticaret anlaşmasının “başarısı” övüldü, yeni Dijital Ticaret Anlaşması’nın başlatılması ise sermayenin çıkarlarını koruma çabasını sürdürdü. Von der Leyen’in “serbest ve adil ticaret” söylemi, emekçilerin geçim derdine değil, çokuluslu şirketlerin kârlarına hizmet ediyor. Tarifelerin yüzde 98’inin sıfırlanması, halklara refah değil, şirketlere yeni pazarlar sundu. Dijital Ticaret Anlaşması, veri akışını kolaylaştırma ve yapay zekâ gibi alanlarda işbirliği vaadiyle, emekçilerin alın terini ve kişisel verilerini sermayenin kontrolüne daha fazla teslim etmeyi amaçlıyor. “Yapay Zekâ Fabrikaları” ve “dijital kimlikler” gibi projeler, teknolojiyi özgürleştirici bir araç olmaktan çıkarıp, sermayenin yeni bir denetim mekanizmasına dönüştürüyor.
Kapitalizmin çıkmazı: Rusya, Ortadoğu ve Ukranya!
Lahey Zirvesi, NATO’nun Rusya’ya karşı sıkışmışlığını ve Ortadoğu’daki savaşları aynı anda ele aldı. Rusya, “en büyük tehdit” olarak tanımlanırken Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda ittifak bölündü. ABD, Macaristan, Belçika, Slovenya ve İspanya’nın üyeliğe karşı çıkması, “birlik” söylemini gölgeledi. Trump’ın Ukrayna’ya desteğindeki tereddütleri, müttefikler arasında güven bunalımını derinleştirdi. İsrail ile İran arasındaki devam eden savaş, Gazze, Lübnan ve Suriye’deki çatışmalarla birleştiğinde, Ortadoğu’daki mevcut savaş hâli NATO’nun küresel stratejilerini zorluyor. ABD’nin İran’a yönelik saldırıları, bu kaosu daha da körüklerken NATO’nun bu çatışmalara dolaylı olarak çekilme ihtimali artıyor. Moskova ve Pekin’in zirveyi yakından izlemesi, kapitalist sistemin kendi krizlerini çözmek için savaş ve sömürüye yöneldiğini açıkça ortaya koydu.
Değişim nerede?
AB-Kanada Zirvesi ve Lahey’deki NATO Zirvesi, sermayenin ve militarizmin ittifakını güçlendirme çabasını temsil ediyor. Costa’nin, Carney’nin ve Von der Leyen’in vaatleri halklara değil, silah şirketlerine ve çokuluslu firmalara teminat sunuyor. İspanya veSlovenya’nın itirazları, ittifakın ekonomik ve siyasi çelişkilerini açığa çıkarırken bu ülkeler de sistemin bir parçası olarak kendi çıkarlarını koruma derdinde. Bu zirveler, kapitalizmin krizlerini savaş, sömürü ve sahte vaatlerle aşmaya çalıştığını bir kez daha kanıtlıyor. Ancak emekçiler, gençler ve savaşın yükünü taşıyanlar, bu düzenin yalanlarını görüyor. Gerçek değişim, ne Brüksel’in ne Ottawa’nın ne de Lahey’in koridorlarında. Değişim, eşitlik ve barış için mücadele edenlerin ellerinde, sokaklarda, fabrikalarda ve yaşamın ta kendisinde şekilleniyor.