1 Mayıs ve umudu kuşanmak

Hem ısrarını kaybetmemiş Saray rejiminin saldırganlığına hem de halkın içine itildiği yoksulluğa karşı mücadelenin başını çekmesi gereken sosyalistler 1 Mayıs yaklaşırken bu konudaki yetenekleri konusunda son birkaç haftada faşizme tarihî bir tokat vurmayı başarmış halkımıza güven verebiliyor mu? 

Giuseppe Pellizza da Volpedo, Il Quarto Stato (Dördüncü Kuvvet), 1901

ABD-Çin arasındaki gerilimin Pakistan-Hindistan hattında sıcak savaşa dönüşme ihtimali dikkat çekici bir seviyede. Pakistan’daki Çin etkisinin kırılması için önceki Başbakan İmran Han’ı hapse atan bir darbenin destekçisi olan ABD, Müslüman düşmanı Modi’nin Pakistan’a saldırmasına yol verirse iki nükleer gücün karşı karşıya geldiği ve sıcak çatışmayı farklı bir bölgede yeniden gündeme getiren gelişmeler yaşanabilir. Hindistan’da faşist Hinduların Müslümanlara yönelik saldırganlığı ve Keşmir’deki eylemi gerekçe göstererek pogrom çağrıları yapmaları da bölgede tansiyonu yükseltiyor. 

Çin’in ABD’nin “vergileri kabul et, pazarlığa gel” tehditlerine kafa tutuyor olması gerilimin yüksek seviyede asılı kalmasına yol açıyor. Bu gerilimin farklı yansımaları muhakkak olacaktır. Çin’in direnişi Trump’ın kısa vadede zafer vaat eden konumunu da sarsıyor. 

İspanya ve Portekiz’de yaşamı durduran elektrik kesintileri işçi sınıfının üretimden gelen gücünün anlamı üzerine yeniden düşünmek için bir davet olarak da ele alınmalı. 

Suriye’de Qamışlo’da toplanan konferansta Kürt Ulusal Birliği açısından önemli bir adım atılmış gözüküyor. Barzani güçlerinin PYD ile ortak hareket etmesi ve federasyon talebini Kürt tarafının hedefleri arasında yazdırması hem Colani’nin hem de Ankara’nın tepki vermesine yol açtı. Batılı güçlerin Suriye’de Irak’takine benzer bir siyasi model beklentisinde olduklarını düşünebiliriz. Ankara-Şam ittifakı bu plana karşı olduklarını açıkça ifade ettiler, bir süredir kafasının üstüne barış güvercini halesi kondurulmaya çalışılan Bahçeli de konferansı “pişmiş aşa su katma” girişimi olarak tarif etti. Öcalan’ın silah bırakma çağrısı sonrasında devletin Öcalan’ın koşullarında önemli bir düzeltmeye gitmemiş olması bir büyük pürüz olarak ortada duruyor ve bu konuda bir gelişme sağlanamadığı sürece süreçle ilgili gelişme ortaya çıkmasını beklemek anlamsız görünüyor. 

Suriye’de Dürzilere yönelik bir pogrom ve katliam girişiminin, sonuçlarına ulaşamamış olması Dürzilerin silahlarını teslim etmemiş olmaları sayesinde mümkün oldu. Hama ve Humus merkezli katliamcı kitle seferberliği İslamcılığın kendisinden olmayanın yaşamına saygı göstermeme ısrarını bir kez daha ortaya koydu. Alevilere yönelik baskıların devam ettiğini, ölüm ve kaçırma olaylarının sıklaştığına dair de haberler geliyor. İç bölgelerdeki Alevi köyleri boşalıyor ve daha güvenli bölgelere çekilme devam ediyor. Önemli bir Alevi nüfusa ev sahipliği yapan Türkiye bu süreçle ilgili tek bir kelime kınamada dahi bulunmuyor. İslamcılığın Ortadoğu’ya tek vaadinin etnik temizlik ve despotizm olduğuna bir kez daha tanık oluyoruz. Alevilere, Dürzilere, Kürtlere yönelik bu saldırganlık son bulmadıkça HTŞ’nin Suriye’yi yönetemeyeceği ve dağılmaya zorlayacağı açıkça şimdiden görülebiliyor. Türkiye’den verilen “ipleri ve merkezi sıkı tut” çağrıları HTŞ’nin de kuyusunu kazıyor. 

Saray rejimi ülke içinde de dalga dalga operasyonlarla 19 Mart’ta halktan yediği tokadın acısını çıkarmaya çalışıyor. İçi bomboş iddianamelerle düzenlenen operasyonlarla hayata geçirilen senaryoya inandırıcılık kazandırılmaya çalışılıyor. Aynı zamanda operasyonun ikna edicilikten uzak olması devlet içinde de kimi gerilimlere yol açıyor. Ancak şurası çok açık ki iktidar pes etmiş değil ve karşısında iktidar alternatifi olarak gördüğü odağı dağıtma ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne çökme konusundaki ısrar devam ediyor. Bu tablo “Bahçeli hukuk zemininde barışı kurmak istiyor ve Erdoğan’ı çekilmeye davet edecek” şeklindeki deli saçması hayalperestliklerin de raf ömrünün hızla dolmasını sağlıyor. 

Faizler yükselmiş, durgunluk kökleşmiş, işten çıkarmalar artmışken Şimşek programında ısrar ediliyor görüntüsü verilmesi Erdoğan’ın bu operasyon günlerinden geçerken finans kapitalle köprüleri atmamak konusundaki gayretinin bir ifadesi. 19 Mart sonrasında olası bir kur atağı halkın alın terinden çalınan milyarlarca dolarla önlenmiş olmasaydı Arçelik, Tofaş gibi dış finansmana yüklenmiş ve döviz cinsinden borçları artan birçok firma yan yatabilirdi. 55 milyar dolar rezervi, kuru 38 lirada tutmak için yakan iktidar açlık sınırı 24 bin lirayı geçmişken asgari ücret güncellemesinden bahsetmiyor. Tekstil sektöründe on binlerce işçi işten çıkarılırken işsizliğin %7.9’a gerilediğine inanmamız bekleniyor. Yalanla yaşayanlar geniş tanımlı işsizliğin %28.8’e ulaşarak son 11 yılın zirvesine ulaşmasını görmezden gelmemizi umuyor. Geniş tanımlı işsiz kategorisine girenlerin sayısı 11 milyon 730 bin. İstihdam oranı %50’nin altına demir atmış bir ülkenin işsizliği gerçekten %7.9 olsa bile bunun ne kadar büyük bir felaket olduğu gizleniyor. Gerçek bir kalkınma hamlesi için planlı bir kamusal yatırım hamlesine, istihdamın üretkenliği yüksek sektörlere kayması için bir sanayi politikasına, yeniden üretim emeğinin toplumsallaşmasına ve kadınların eve hapsedilmesini vazeden İslamcı tahakkümün aşılmasına ihtiyaç var. Böylesi bir yaşamsal hamleyi ancak sosyalistler gerçekleştirebilir. 

Peki hem ısrarını kaybetmemiş Saray rejiminin saldırganlığına hem de halkın içine itildiği yoksulluğa karşı mücadelenin başını çekmesi gereken sosyalistler 1 Mayıs yaklaşırken bu konudaki yetenekleri konusunda son birkaç haftada faşizme tarihî bir tokat vurmayı başarmış halkımıza güven verebiliyor mu? 

Son derece önemli bir momentten geçerken sosyalist güçlerin birbirine yönelik ağır suçlamalar yöneltmesine yol açan “Taksim mi Kadıköy mü?” tartışmasının bugünün öncelikli gündemi olmadığı açık olmasına rağmen ısrarla sıcak tutulması 2025 1 Mayıs’ı açısından bir talihsizlik oldu. Gençliğin barikatları aşan muazzam enerjisini günübirlik düellolarda tüketmektense sosyalizmi ve devrim seçeneğini büyütecek olan sınıfın örgütlenmesi gündemine daha güçlü bir biçimde yönelmesini sağlayacak bir akla ihtiyacımız var. Mart direnişi halkımızın ve öncelikle gençliğin yaşanacak bir ülke mücadelesini büyütmek, kendisinden çalınanları geri almak için ne büyük özverilere hazır olduğunu açıkça ortaya koydu. Bunları başarmanın tek yolu, örgütlü mücadeleye katılmak ve sınıfın, halkın, ezilenlerin örgütlenmesini büyütmek için hayatını seferber etmektir. Gençliğin umut ve saygınlık yaratan enerjisinin günübirlik laf dalaşlarında tüketilmemesi, halk güçlerinin birbirlerine yabancılaşmaması, gerçek düşmanın asla gözden kaçmasına şans tanınmaması hepimizin sorumluluğudur. Bu olağanüstü günlerin omuzlarımıza yüklediği görevleri yılların bıktıran, usandıran geviş getirmeleriyle omuzlayamayacağımız açık. 

Örgütsüzlüğün kölelik olduğunu gözümüze sokuyorlarsa örgütleneceğiz. 

Hepimizi düşman biliyorlar, hepimize saldırıyorlarsa dayanışmamızı, birlikteliğimizi büyüteceğiz. 

Aramızda fay hatları yaratmaya çalışıyorlarsa inadına daha çok birleşeceğiz. 

Bizlere diz çöktüreceklerini düşünüyorlarsa yanıldıklarını ve kaybedeceklerini göstereceğiz. 

Faşizmi de yoksulluğu da yeneceğiz! 

Barışı da yaşanacak bir ülkeyi de sosyalizmi de kazanacağız! 

Yaşasın 1 Mayıs! Bîji Yek Gulan!