Enflasyon düşmüyor
Asgari ücretin 22 yıllık bir seri içerisinde diğer ücretlere göre daha fazla yükselmiş olması, iktidarın asgari ücret toplumu yaratma hedefinin bir ürünü. Özellikle beyaz yakalı orta sınıfların ücretlerinin de asgari ücrete yakınsaması ve prekarya ile orta sınıfların yoksullukta buluşması AKP’nin işçi sınıfı fraksiyonları arasındaki çelişkiyi kullanarak rıza devşirmesini mümkün kıldı uzunca bir süre.

Ocak ayı enflasyonu açıklandı ve beklentilerin oldukça üzerinde geldi. Aylık enflasyon oranı %5’i geçti. Birçok ülkede bu düzeyde yıllık enflasyon dahi alarm zillerinin çalmasına sebep olurken Bakan Şimşek son dört yılın en düşük ocak oranının elde edildiğini ilan ederek hepimizin aklıyla dalga geçiyor. Şimşek, beklenmeyen artış miktarını “dönemsel etkiler”le izah etmeye çalışıyor. Bu dönemsel etkilerin önemli bir kısmında devletin memur ve emekli maaşlarında enflasyon artışı yapılacak ocak ayı öncesinde aralık enflasyonunu %1 olarak ilan etmesinin de önemli bir payı var. Yıllık enflasyon %42.1’e gerilemiş görünse de yıllık ortalama enflasyon %56 olduğu için ev sahipleri kiracılardan bu oranda kira artışı talep edebilecekler.
Oysa yıl başında asgari ücrete sadece %30 zam yapıldığını, emekli ve kamu çalışan zamlarının ise bu oranın da oldukça gerisinde kaldığını hatırlıyoruz. Aldığı ücrete sadece %30 zam yapılan bir emekçinin oturduğu evin kirasına bunun iki katı kadar zam yapmak zorunda bırakılması bile başlı başına bir yoksullaşma kaynağı olarak değerlendirilmeli.
“Taammüden artırılan, siyasi kaygılarla 2023 seçimlerinin 2 yıl öncesinden yükselmesine göz yumulan enflasyonun bu kez de erken seçim ihtimali ile yaratılan siyasi gerginlikten beslenme riski var. Yerel yönetimler ve medya üzerinden yaratılan baskı siyasi kaygıların ekonominin gerçeklerinin önüne geçtiğini gösteriyor.” (Maruf Buzcugil) İktidarın 2021 sonrasında uyguladığı bilinçli politikalarla, faizle mücadele görüntüsü verirken pandemi krizini ihracat patlamasına dönüştürmek amacıyla işçi ücretlerini reel olarak baskılamak için sıçrattığı enflasyonun bir soygunu amaçladığı ve taammüden gerçekleştirildiği artık sıradan bir bilgi hâline gelmiş görünüyor. 2023 seçimleri sonrasında başladığı ilan edilen “dezenflasyon süreci” işçi sınıfını “beklenen enflasyona” göre yapılan zamlarla zincirleyerek yoksulluğu körüklemeye devam diyor. En düşük emekli maaşını 12.500 liradan 14.469 liraya yükselten yasanın mecliste kabulü de iktidarın halkın acıları üzerinde nasıl tepinmeye devam ettiğinin bir göstergesi.
Halkımızın sayılarla başının pek hoş olmadığını bilen Şimşek yine pişkince “AKP’den önce 184 lira olan asgari ücret 22 bin lira” diyebiliyor. Asgari ücretin 22 yıllık bir seri içerisinde diğer ücretlere göre daha fazla yükselmiş olması, iktidarın asgari ücret toplumu yaratma hedefinin bir ürünü. Özellikle beyaz yakalı orta sınıfların ücretlerinin de asgari ücrete yakınsaması ve prekarya ile orta sınıfların yoksullukta buluşması AKP’nin işçi sınıfı fraksiyonları arasındaki çelişkiyi kullanarak rıza devşirmesini mümkün kıldı uzunca bir süre. Ancak bu siyaset bir yandan da işçi sınıfının farklı fraksiyonlarının yaşam koşullarını birbirine benzeterek çok daha geniş sınıfsal bloklar inşa edilmesini mümkün kılıyor. Denebilir ki asgari ücret toplumunun inşası işçi sınıfının geleneksel örgütlerinin zayıflaması sayesinde mümkün olabildi ancak gelinen nokta çok daha geniş tabanlı sınıf örgütlenmelerinin ortaya çıkmasını ve hızla büyümesini mümkün kılacak koşulları da hazırladı.
Ekonomi yönetimi Merkez Bankası rezervlerindeki toparlanma ile fazlasıyla övünüyor. Ocak sonu itibarıyla net rezervler 73 milyar dolar seviyesine ulaşırken brüt rezervler de 167 milyar dolar düzeyine çıktı. Ancak bu seviyelere gelinmesinin devlet tahvillerindeki yüksek faiz getirisinden kaynaklandığını, yabancı sermaye açısından son birkaç ayda Türkiye devlet tahvillerinin getirisinin faşist Elon Musk’ın gözdesi Bitcoin kazançlarından dahi yüksekte göründüğünü hatırlatmakta fayda var. Yani bu aşamada ülkeye gelen yabancı sermayenin ülke dışına çok ciddi oranlarda faiz ve kaynak transferi anlamına geleceği unutulmamalı. Bu gerçek 2025 bütçesine çok belirgin bir biçimde yansımıştı, bütçedeki faiz giderleri sosyal güvenlik sistemine aktarılan kaynaklardan daha yüksek oranda gerçekleşmişti. Değerli TL politikasının KKM’leri çözmesi de Merkez Bankası rezervlerindeki artışın bir kısmını açıklamaya devam ediyor.
Değerli TL politikası sermayenin leylekler gibi Mısır’a göçüne yol açmış görünüyor. Emek yoğun sömürü üzerinden ayakta durabilen asalak sermayeye giderek eriyen ücretler yetmiyor; TL’nin de aşırı değersizleşmesi ancak bir rekabet unsuru olarak işlev görebiliyor. Dolayısıyla TL’nin değerlenmesi tekstil sanayicilerinin fabrikalarını Ortadoğu’ya taşımalarına sebep oluyor. Bu tablonun işsizlik rakamlarında artışı tetiklemesi kaçınılmaz görünüyor.
Yaşanacak ücret herkesin hakkı ancak sermaye ve Saray rejimi öyle düşünmüyor. Bizlere düşen işçi sınıfının en geniş kesimlerinin içine itildikleri ortak koşullardan güç alarak ayağa kalkmalarını sağlayacak örgütlenme olanakları ve öfke akış kanalları yaratabilmek. Faşist çemberin tamamlanması, girişimlerini boşa çıkaracak en önemli gelişme işçi sınıfının rejime sırtını döndüğünü güçlü bir biçimde göstermesi olacak.
Sermayeye ve Saray rejimine yaşanacak ücretin hepimizin hakkı olduğunu ve bu hakkımız söke söke alacağımızı göstermenin tam zamanı.